Bilginin İlkelliği: Antropolojik Bir Çalışma Örneği Olarak “Yanomamö- Savaşa Doğanlar”
Bu çalışmanın işaret etmek istediği ve değinmeye çalıştığı husus, Napoleon A. Chagnon’ın, 1968 yılında Yanomamö: The Fierce People[1]adıyla yayımladığı kitabı, bu kitap hakkında 2000 yıllında ortaya çıkan iddialar ve bunların Amerika’da antropoloji disipliniyle ilgili başlattığı tartışmalardır.
Bilindiği gibi Batı için, on sekiz ve on dokuzuncu yüzyıl, on beşinci yüzyıldan itibaren başlayan siyasal, ekonomik ve sosyal boyutlardan bilime kadar yaşanan bir dizi gelişim ve dönüşümün kurumsallaşmasını tamamlamaya çalıştığı yıllardır.
Avrupa’daki bu yeni toplumsal yapının yanında, üzerinde durulacak diğer bir husus ise, sosyal bilimlerdeki yeni disiplinlerin ortaya çıkışıdır. On dokuzuncu yüzyılda sosyal bilimler içinde yaşanan bölünmeler sonucunda tarih, iktisat, sosyoloji ve antropoloji gibi yeni disiplinler, 1850-1914 arası dönemden itibaren belli başlı üniversitelerde bugün bilinen şekliyle yerini almışlardır.[2] Bu disiplinlerin her biri, kabaca, siyasal kurumların işleyişi, devletlerin makro-ekonomik politikaları, devletlerarası ilişkileri düzenleyen kurallar ve Avrupalı olmayan sosyal sistemlerin betimlenmesi gibi değişik çalışma alanlarına sahip olmuşlardır.[3] Bu metin boyunca özellikle üzerinde durulacak disiplin ise, “Avrupalı olmayan sosyal sistemleri betimleme” görevini üstlenen antropolojidir.
Modern dünya sistemi, Avrupa’nın, dünyanın geri kalan kısımlarında yaşayan toplumlarla karşılaşması sonucunda kurulmuştur. Avrupa’da ortaya çıkan teknik gelişmelere paralel olarak artan siyasal üstünlük, bu toplumları keşfetmeyi, tanımayı ve ele geçirmeyi beraberinde getiriştir.[4] Avrupa deneyiminin kategorileriyle bakıldığında, karşılaştıkları halklar iki farklı tür olarak ele alınmıştır.[5] Bunlardan bazıları görece küçük gruplar halinde yaşayan, yazılı kayıt tutma sistemleri olmayan, geniş bir coğrafyaya yayılan bir dinî inanç sistemleri olmayan ve Avrupa teknolojileriyle karşılaştırıldığında askerî bakımdan güçsüz halklar olarak tanımlanmıştır.[6] Bu grup, Eric Wolf’un alaycı ifadesiyle “tarihsiz halklar” olarak nitelendirilmiştir.[7] İşte bu halkların incelenmesi antropoloji adı verilen yeni bir disiplinin konusu olmuştur. Antropolojinin gelişimi incelendiğinde, daha çok üniversite dışında yer alan kâşiflerin, seyyahların ve Avrupa güçlerinin sömürge idarelerinde görevli memurlarının çalışmalarıyla başladığı görülmektedir.[8] İkinci gruba girenler ise, birinci gruptakilerden oldukça farklı olarak, yazılı kayıt tutma sistemleri olan, coğrafî olarak geniş bir alana yayılan dinî bir sisteme sahip ve siyasal yönden büyük bürokratik imparatorluklar şeklinde örgütlenmiş “yüksek uygarlık”lardır.[9] Çin, Hindistan, İran ve Arap-İslam uygarlıkları bu kategoride sayılmıştır. İkinci kategorideki halklarla yapılan ön-temaslar daha sonra Doğu Araştırmaları adı altında toplanmıştır ki, bu da ileriki zamanlarda “oryantalizm çalışmaları” olarak adlandırılacaktır.
Oryantalizm, antropoloji disiplinine benzer şekilde, Batı-dışı toplumları incelemesine rağmen, çalışmaları itibariyle her iki disiplinin birbirinden farklı olduğu kabul edilmektedir. Fakat farklılıkları veya benzerliklerinin neler olduğu meselesi, önemli olmasına rağmen, konuyla doğrudan ilgili olmadığı için bu çalışmanın dışında bırakılacaktır. Yine aynı şekilde, antropolojik çalışmaların, “ekonomisi tarıma ve zanaata dayanan, teknik yönden geri kalmış halkların, daha ilerlemiş tekniğe sahip Avrupa devletleri tarafından boyunduruk altına alınmaları anlamında ortaya çıkan modern sömürgecilik”[10] ile ilişkisi de ele alınması gereken önemli bir konu olmasına rağmen, çalışmanın sınırlarını aşacağı için değinilmeyecektir.
Antropoloji, ilgilendiği alan bakımından diğer disiplinlerden farklılaşmaktadır. Batı dünyasını inceleyen diğer sosyal bilimlerden ayrılan en önemli yönü ise, Batı-dışı toplumları incelemesidir.[11] Yukarıda da belirtildiği gibi, antropoloji alanında yapılan ilk çalışmaların, aynı zamanda Avrupa güçlerinin sömürge idarelerinde görevli memurlarının çalışmalarına dayanması, antropologların yaptığı çalışmaları oldukça tartışmalı hale getiren önemli bir etken olmuştur. Disiplini tartışmalı hale getiren ikinci bir nokta ise, söz konusu çalışmalarda kullanılan metot ve tekniklerdir. Bu bağlamda sorulan temel soru, araştıran özne ile (antropolog) araştırma nesnesi (üzerinde araştırma yapılan topluluk) arasındaki mesafenin nasıl korunacağıdır? Çünkü mesafe korunmazsa, araştırmacının sahip olduğu dışarıdan bakışı da kaybedeceği savunulmaktadır.[12] Bu ise, araştırmanın nesnelliğini tehdit eden bir unsur olduğu için önemli bir boyuttur. Antropoloji ilgili diğer bir konu da, söz konusu disiplinin etik kurallarıdır. Bu alanda etik konusunda yayımlanmış birçok eser mevcuttur. Etik, antropoloji disiplininin epistemolojisi, çalışma alanındaki pratikleri, kurumsal ve toplumsal bağlamı gibi konuları kapsamaktadır. Fakat temelde yapılan tartışmalar, antropolog ile üzerine çalıştığı insanlar arasındaki ilişkiyi ele almanın yanında hem bu insanlara hem de diğer insanlara karşı sorumluluğu etrafında yapılmaktadır.[13]
Sosyal bilimlerdeki tüm disiplinlerle ilgili sorulan soruların ve duyulan kaygının temelinde, söz konusu disiplinlerin ürettiği bilginin, kabul edilen bilimsel bilginin kurallarına ne kadar uyup uymadığıdır? Pozitivist bilim anlayışına göre “bilim”, sadece gözlemlenebilir ve nesnel olgulara dayanır ve bu olgular arasındaki nedensel ilişkileri açıklar. Aynı zamanda, nedensel ilişkilerin ortaya konulmasıyla, bilim adamı geleceğe dair öngörülerde bulunabilmelidir.[14]
Fakat üretilen “bilimsel” bilgiye ya da bilgiler bütününe, sadece bu bilginin ne kadar bilimsel olup olmadığı sorusunun sorulması yeterli değildir. Bunun yanı sıra, “bilimsel bilgi” diye üretilen ve bize sunulan bu bilginin ne kadar “insanî” ve “ahlâkî” olduğu sorusunun da sorulması gerekir? Diğer bir ifadeyle, bize sunulan bu bilgilerin hangi şartlarda, hangi araçlarla ve hangi amaçlarla üretildiği sorgulanmalıdır. Bu metinin bir amacı da, antropolojik bir çalışma örneğinden yola çıkarak böyle bir soruyu sormaya çalışmaktır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız.
[1] NapoleonA. Chagnon, Yanomamö: The Fierce People, New York: Holt, Rinehart and Winston, 1968.
[2] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor, trc. Şirin Tekeli, İstanbul: Metis Yayınları 2005, s. 20.
[3] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 21.
[4] Raimondo Luraghi, Sömürgecilik Tarihi, trc. Aydın Emeç, İstanbul: Sosyalist Yayınlar 1994, s. 17.
[5] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 27.
[6] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 27.
[7] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 28.
[8] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 27.
[9] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 28.
[10] Luraghi, Sömürgecilik Tarihi, s. 17.
[11] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, s. 27.
[12] Lawrence W. Neuman, Social Research Methods: Qualitative and Quantitative Approaches, Boston: Person 2003, s. 371.
[13] Pat Caplan (ed.), The Ethics of Antropology: Debates and Dilemmas, London: Routledge 2003, s. 27.
[14] Anthony Giddens, Sociology, London: Blackwell Publisher 2001, s. 8.