Türkiye Mimarlığı: Türkiye’de Mimarlığı Kimlik Bağlamında Tartışmak
1870’den bugüne mimaride kimlik tartışmasını değerlendiren Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü hocalarından Prof. Dr. Uğur Tanyeli, mimarlığa ilişkin yeni bir tartışma alanı ortaya koydu. Geleneksel dünyadaki aidiyet kavramına ve modernite ile inşa olunan kimlik kavramına açıklık getirerek, Türkiye mimarlığında bu tartışmanın hangi zeminde ve nasıl ortaya çıktığını, mimarlığa form olarak ne zaman ve hangi biçimlerde yansıdığını görsel sunumlarla örneklendirerek değerlendiren Uğur Tanyeli, kendi pozisyonunu da Hintli Sosyal Bilimci Homi Bhabha’nın kimlik tanımını referans alarak tartışmaya açtı.Mimarlıkta kimlik konusunun bütün toplumlara ve bütün çağlara yayılan bir yönü olduğu fikri hâkim olsa da, Tanyeli’ye göre modernite ile ortaya çıkan kimlik tartışması bağlamında değerlendirilmelidir. Modern öncesi dönemde insanların bulundukları yerde kendilerini ait hissettikleri toplumsal ve kültürel bütünler olduğunu ve bu yapıların kimlik olarak ifade edilmediğini belirten Tanyeli, bir mimarlık tarihçisi olarak -sosyal bilimci olmadığını da belirterek- “aidiyet yapıları” ve “kimlik yapıları” başlığı altında yaptığı iki farklı tanım ile konuyu açıkladı.Aidiyet, kişinin geleneksel dünyada nereye ait olduğu konusunda kuşku duymadan, hangi toplumsal ve kültürel bütüne ait olduğunu tartışmaksızın bilme hâlidir. Gemeinschaft türü örgütlenme olan bu toplumsal cemaatçi yapıya dâhil olduğunuzu fark ettiğiniz andan itibaren aidiyet sorununun dışında kalırsınız. Bu yapı içinde nereye ait olduğunuzu karar verememe gibi bir durum söz konusu olmadığı gibi, sizin dışınızda tanımlanan bu durumda “ben kimim” sorusuna da imkân yoktur. Mesela Osmanlı dünyasında bir Boşnak, Rum ya da Arnavut çocuğu devşirilerek yirmi yıl sonra vezir-i a‘zamlığa atanabilir ve bu, onun için travmatik bir durum oluşturmaz. Tanyeli, en azından kamusal alanda böyle bir sorunun olduğuna dair günümüze ulaşan bir belgeye rastlamadığını ifade etti.Bu gemeinschaft türü örgütlenme biçimi çözülmeye başladığında; yani “ben kimim” sorusu sorulmaya başlandığı andan itibaren kimlik tartışması gündeme gelir. Kişinin -nesne gibi- nereye ait olduğunu ya da nereye ait olmadığını görme durumu kimlik yapılarının inşa olunmasıyla ortaya çıkıyor. Başka bir zeminde oluşan kimlik yapıları aidiyet yapılarının yerini alarak modernitenin “ben” tanımını inşa eder. Çeşitli kültür alanlarında, eğitimde, mimarlıkta, edebiyatta, gündelik yaşamda ve inançlarımızın içinde her defasında bu tartışma üzerinden kimliği ve kimlikleri yeniden üretir hâle geliriz.Osmanlı dünyasında kimlik tartışması ne zaman ortaya çıktıysa mimarlıkta da o zaman ortaya çıkmıştır. Bu tartışmanın mimarlık alanında tespit edildiği ilk metin Halil Ethem ve bir grup mimarın hazırladığı içinde Osmanlı mimarlığına ilişkin açıklamaların olduğu ve Osmanlıya ait bir grup yapının rölövelerinin çizili olduğu 1871 tarihli Usûl-i Mimarî-i Osmanî adlı kitaptır. Kitabın başında Osmanlı mimarlığı ile ilgili tartışma oluşturacak çeşitli argümanlar yer almaktadır. Kitapta Halil Ethem, III. Selim döneminden itibaren yabancı mimarları içimize soktuğumuzu ve onların estetik zevklerine göre binalar yaptığımızı, kendi mimarî alt yapımızı kaybettiğimize dair ifadeler kullanmıştır. Ayrıca Ermeni mimarların Osmanlı mimarlığına vakıf olmadıkları için Osmanlı mimarlığının bozulmasında rol oynadıklarını ifade eden açıklamalar mevcuttur. Kitapta Ermeni mimarların da yer alması bu düşünceyi çok çelişkili bir yere oturtur. Osmanlı’nın hemen her döneminde var olan yabancı mimarlar ya da Ermeni mimarların bu dönemden sonra bir sorun ve bozulma olarak görülmesi kitap içinde bir kimlik tartışması olarak karşımıza çıkar. Bu tartışma ben ve öteki yarılmasına işaret eden bir zemin de meydana getirir. Metinde bir grup mimar artık öteki olarak nitelendirmektedir. Bu öteki mimarlar ortaya koydukları mimariyle Osmanlı mimarlığını bozarken, diğer taraftan bu tartışma içinde Osmanlı kimliği ve Osmanlı mimarlığı da inşa etmişlerdir. Bu durumda “bozulan ne?” sorusuna bozan üzerinden bir tarif yapıldığını ifade ediyor Tanyeli.Usul-i Mimarî-i Osmanî uzun yıllar boyunca kullanılacak olan Türkiye’deki ulusalcı dilin bütün verilerini ve ulusalcı biçimlerin mimarî kökenini de içermektedir. Sonraki dönemlerde ulusalcı tartışma üzerinden mimarlık üretenler, ulusalcı üslupta mimarlık üretebilmek için gerekli olan önceki dönemlerde yapılmış tarihsel mimarî biçimin malzemesini, büyük ölçüde, bu kitaptaki çizimlerden almışlardır. Mimarlık özelinde ilk kimlik tartışması 1870’de Halil Ethem’in bu metni ile başlamış olsa da bu dönemdeki pek çok mimar Ermeni ya da Avrupalı yabancı mimarlar olduğundan bu dilin mimariye yansıması aynı dönemde olmamıştır. Ancak Türkler mimarlık eğitimi alıp yapı üretmeye başladığında, inşa ettikleri yapıların mimarî biçiminde ulusalcı anlayışın formlarını görmeye başlarız.Tanyeli sunumun devamında yapı görselleri üzerinden kronolojik bir değerlendirme sundu. Birinci Ulusal Mimarlık, İkinci Ulusal Mimarlık ve bu iki dönem arasında yapılan yapıları örnekler üzerinden açıkladı. Yapıların estetik biçim özellikleri, biçimleri üzerinden dolayımlanan anlamları, mimarı, mimarının yaptığı yapı üzerinden söyledikleri, mimarlık tarihi sınıflandırmasında konumlanan yerleri özelinde değerlendirdi. Tanyeli, kimlik tartışmalarından hareketle yapılanların, ayrıca inşa edilmek ve topluma zorla kabul ettirilmek istenen kültürel bir iktidarın da yansımaları olduğuna dikkat çekti. Son olarak kimlik kaygısı taşımaksızın başka kavramsal kaygılarla yapılan mimarî örnekler üzerinden sunumunu tamamladı.