Yerel Tarihçilerle Buluşuyoruz-1 Bir Ömür Boyu Edirne Tarihi
Yerel tarih, tarih disiplini içerisinde “her şeyin tarihin konusu sayıldığı” dönemlerden itibaren kendine yer bulan alanlardan birisi. Ancak yalnızca akademik düzeyde çalışılan değil, daha ziyade “yerel” kişi ve grupların “gönül verdiği” bir saha. Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin Aralık ayında başlattığı program dizisi “Yerel Tarihçilerle Buluşuyoruz”da, şehir tarihi ve biyografi alanında eserler veren yerel tarihçilerden araştırma ve eser üretme serüvenlerini dinleyeceğiz. Akademi dışında seyreden bir sürece dair bu anlatılar, umarız akademi bünyesinde çalışanlara da fikir verecek, zihinlerde yeni pencereler açacaktır. Edirneli tarihçi Oral Onur, bu yeni programın ilk konuğu oldu.Yıl 1929. Bulgaristan göçmeni, öğretmen bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya geliyor Oral Onur. Rüştiye mezunu annesi ve Dârülmuallimîn mezunu babasının şahsında dönemin idealist öğretmen tipiyle tanışıyor. Bu mücadeleci idealist atmosfer, devrimler dönemi Türkiye’si için arzettiği önemin yanısıra kendisinin mücadeleci bir kişi olarak yetişmesinde de etkili oluyor. Yıl 1942. Onur, 13 yaşında, Orta 2 öğrencisi. Tarih hocası Osman Nuri Peremeci, tarihi hikayelerle öğreten, sevdiren birisi. Sahasında bir ilk olan Edirne Tarihi’nin de yazarı. Bu kitap Onur’un tarihe olan merakını besliyor; kitabelere, eski yazıya ilgisinin gün yüzüne çıkmasını sağlıyor. 1948’de lise sonda iken İstanbul Sirkeci’den 125 liraya taksitle aldığı körüklü fotoğraf makinesi ile Edirne’deki eski evlerin, konakların, kitabelerin resimlerini çekmeye başlıyor. 1960’ların 2. yarısı. Avrupa’dan gelip Edirne’deki tarihî eserler hakkında araştırma yapan turistler, Edirne’de o yıllarda turizm sektöründe faaliyet gösteren Onur’un, “Adamlar binlerce kilometre uzaktan geliyor, ben Edirne’de yaşıyorum, Edirne’yi bilmiyorum” şeklindeki özeleştirisine yol açıyor ve bir ömrün Edirne’ye hasredilmesinde zaten mevcut olan zemini kuvvetlendiriyor.Edirne’ye dair 40 civarında eser veren Süheyl Ünver’in öğrenci ve asistanlarıyla Edirne’ye yaptığı ziyaretlerde ‘çömez’i olarak peşine takılıp bir şeyler öğrenmeye çalışan Onur, Edirne’nin 5-6 km çapında küçük bir şehir olmasına rağmen 1700 eser barındırdığını ondan öğrenir. Edirne tarihinde bir boşluk olduğu düşüncesi, Edirne’deki tarihî eserlerin birer birer yok olduğu/edildiği sürecin de hız kazanmasıyla iyice pekişir ve Onur, “şehrin tapuları” dediği bu eserlerin korunması ve kayda geçirilmesi uğrunda “bir ömür” sürecek mücadelesine kolları sıvar.Ve birbiri ardına gelen yirmiye yakın kitap… Edirne’nin, bir merdiven yardımıyla fotoğrafları çekilen kitabeleri, çeşit çeşit minareleri, Mimar Sinan’ın 40 km uzaktan su getirişinin tanıkları olan kanalları, künkleri, kemerleri, çeşmeleri, sebilleri, hanları, hamamları, kütüphaneleri, kadıları, Ermeni ve Yahudi gayrimüslim cemaatleri, Adalet Kasrı, Edirne istasyon binasını yaptıran nafiacı Hacı Adil Bey, Atatürk’ün yaşamında Edirne… Herbiri ayrı ayrı kitaplara konu oluyor.Artık ‘yaşamayan’ birçok yapıyı fotoğraflar Oral Onur ve “müteahhitlerin üşüştüğü” Edirne’de tarihi yapılar birer birer yıkılırken Onur’un resimleri tarihî belge niteliği kazanır. “1975’te Edirne ‘sit alanı’ ilan edildiğinde zaten giden gitmişti” diyor. Bir de albüm çalışması var Onur’un, bu resimlerden hareketle hazırladığı, ancak henüz tamamlanmamış: “Sultanların Şehri, Şehirlerin Sultanı”.Oral Onur sadece kitap yazmıyor elbette. Ecdadın yaptıklarının hatırlanması gerektiği şiarından hareketle Edirne’de birçok anıtın dikilmesine öncülük ediyor: Sırpsındığı Anıtı, Lozan Anıtı, Çanakkale Şehitliği’nin ihyası, Edirne’nin sembollerinden Kırkpınar Anıtı, Fatih Heykeli… Edirne Sarayı’nın kalıntılarının bulunduğu ve halkın şimdilerde piknik için gittiği yere saray hakkında bilgi içeren levhaların konulması, hazirelerdeki önemli isimleri Osmanlıca bilmeyenler de tanısın diye mermer açıklama tabelalarının yazılması, eserlerin vakfiyelerinin yapılara iliştirilmesi gibi halkın bilgilendirilmesine matuf hizmetlerde bulunuyor. Bu işler için kaynak teminiyle de bizzat uğraşıyor. Tarihî eserlerin kalıntı hâlinde dahi olsa korunması gerektiğini belirten Onur, yıkımı planlanan istasyon binasını kurtarma uğrunda verdiği mücadeleyi anlattı. Bu tür yıkımlara elinden geldiğince engel olmaya çalışıyor ama birçok da yıkım hikayesi var: Babıâli’nin muadili Paşa Kapısı binasının dönemin valisince yıktırılışı; Balkan ve Çanakkale savaşlarında yaralıların getirildiği hastanenin kışla inşaatına taş temini için yıktırılışı gibi… Yerel dergi ve gazetelerde de yazılar yazan Onur, hepsi kayıtlı olmak üzere 2000 kaynak eserden müteşekkil bir de özel kütüphane oluşturmuş.Yerel tarihle sözlü tarihin içiçe geçmişliğinin bir kanıtı olarak, satır aralarında dönemin siyasî ve kültürel hayatından, İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllardan, DP döneminden, gayrimüslimlerin şehre kattığı renklerden de bahsetti. Edirne kültür turu da yapmış olduk Onur Oral’ı dinlerken. Edirne’deki Türkiye’nin en büyük kervansarayından ciğerin ve badem ezmesinin tarihine, Edirne’nin en eski köftecilerinden marzipana ve acıbadem kurabiyesine, Selimiye Camii’nin çevresinde yer alan Mimar Davut’un sebilinden, 120 odalı Balkapanı Hanı’na, sultan saraylarından Matbaa-i Âmire’ye… Edirne’yi görün, yoksa cennete giremezsiniz diyor Onur.Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Bir başkent daima başkenttir. Susturulsa dahi konuşur” tespitinin Edirne için de geçerli olduğuna yürekten inanan Onur, bir ömür, sözle, yazıyla, kitaplarıyla konuşturmuş Edirne’yi ve hâlâ da konuşturuyor…