Osmanlı Tezyinatı Klasik Devir İstanbul Hanedan Türbeleri (1522-1604)
Mimarî eserlerin tezyînâtına dair yazılmış kitaplar insana yepyeni bir perspektif verir. Çünkü yerinde yaptığınız incelemelerde atlayacağınız pek çok ayrıntıyı ve espriyi, yakın plan çekimlerin sağladığı kolaylıkla gözlerinizin önüne serer ve sizi tezyînâtın o renkli dünyasına çarçabuk dâhil eder.Aziz Doğanay’ın kitabı da bu anlamda gayet titiz ve temiz çalışılmış bir eser. Özelikle bilgisayar teknolojisinden de yararlanılarak oluşturulan kompozisyon çözümlemeleri ile motiflerin kendi bağlamından kopartılarak tek tek ele alındığı resimler alana dâhil biri olmasanız da dikkatinizi çekiyor.2001-2002 yıllarında tamamladığı iki doktora tezinden birinde fetihten Yavuz Selim’e kadar olan dönemi, ikincisinde de Yavuz Selim’den Klasik Dönem sonuna kadar olan süredeki mimarî plastik ve tezyînâtı ele alan Aziz Doğanay, sunumunu yaptığı kitabında, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalında hazırladığı ikinci tezini konu edinmiş.Tez konusunu hanedan türbeleri ile daraltmasının sebebini klasik dönem eserlerinin fazla oluşuna ve hanedan yapılarının zaten en yetkin süsleme örneklerini taşımasına bağlayan Doğanay’ın kitabı dört bölümden oluşuyor:1. Çalışmanın çerçevesinin çizildiği ve Türklerde türbe mimarisi ve tezyînâtının tekâmülünün ele alındığı Giriş bölümü.2. Mimarî Kuruluş özelliklerinin anlatıldığı ikinci bölüm.3. Malzeme, teknik, tezyînât, nakışlar ve tasarım esasları gibi alt başlıklardan oluşan Mimarî Tezyînât bölümü.4. Değerlendirme ve Sonuç bölümü.Ele alınan Hanedan Türbeleri ise şunlar;• Şehzâdeler Türbesi (Yavuz Sultan Selim Camii haziresi, 1522-23?)• Hançerli Fâtıma SultanTürbesi (Eyyûb el-Ensârî haziresi, 1533)• Şehzâde Mehmed Türbesi (Şehzâde Camii haziresi, 1543)• Haseki Hürrem Sultan Türbesi (Süleymaniye Camii haziresi, 1559)• Kanunî Sultan Süleyman Türbesi (Süleymaniye Camii haziresi, 1568)• Sultan II. Selim Türbesi (Ayasofya Camii haziresi, 1576-77)• Şehzâdegân Türbesi (Ayasofya Camii haziresi,1580?)• Şâh-ı Hûbân Kadın Türbesi (Vatan Caddesi civarı, 1575-80?)• Fâtıma Hanım Sultan Türbesi (Şehzâde Camii haziresi,1589?)• Sultan III. Murad Türbesi (Ayasofya Camii haziresi,1599-1600)• Şehzâde Mahmud Türbesi (Şehzâde Camii haziresi,1604)Sunumuna türbe mimarisinin tekâmülünde gözlemlenen değişimlerle başlayan Doğanay, insanın bir anlamda dünya hayatından âhiret hayatına açılan penceresi hükmündeki bu mezar yapılarında, Bursa devrinde gördüğümüz mezar odalı, külahlı, Selçuklu tarzı yapılardan (künbed) vazgeçildiğine; mezar odasız, çokgen, kubbeli ve her biri orijinal planlı türbe modeline geçiş yapıldığına dikkat çekti. Malzeme olarak tuğla yerine taş tercih edilmiş, bu da beraberinde sadeliği getirmiştir. Yapı gövdesi yükseltilip, çift cidarlı kubbe geleneği tekrar kullanılmaya başlanarak âbidevî bir etki yaratılmak istenmiş, oluşan ağır görüntüyü kırma amacıyla da silmelere, pencere düzenlemelerine, renkli taş uygulamalarına, yer yer de çini kaplamalara yer verilmiş, taç kapılar önemsenmiş, özellikle profilli silmelerin görüntüye kazandırdığı hareketlilikten yararlanılmıştır. Plastik ifade kütlenin kendi bünyesinde aranmış, sathî, sade ve ağırbaşlı bir tezyînât elde edilmiştir. Sanki tezyînât mimariye giydirilmiş bir elbise gibi onu sadece tamamlayıcı roldedir, hiç başrole çıkmaz, buna niyet de etmez.Klasik tezyînâtımızda karakteristik olarak canlı figürlere itibar edilmemiş, hat öne çıkmış, remzî ifadeler sıkça kullanılmış, hendesî şekiller, rumî ve hatayî üslûb her zamanki yerini korumuş, şükûfe tarzı kullanılmaya başlanmıştır. Nakışların uygulandıkları alanlarda nefes alacak boşluklara da ayrıca ehemmiyet verilmiş, merkezi ve sonsuzluk hissi veren kompozisyonlar yeğlenmiş, sanki diğer sanat dallarında da hâkim olan varlıkta yokluk, kesrette vahdet düşüncesi, özünde tevhid inancı, tezyînâtın da temel düsturu olmuştur.Örneklerini gördüğümüz bezemelerde malzeme ve kullanılan teknik ne olursa olsun ortak motif ve desenler kullanıldığı görülür. Sağlanan bu üslup bütünlüğü Saray Nakışhânesi sayesindedir. Fetihle birlikte kurulan Saray Nakışhânesi, Anadolu ve Balkan menşeli nakkaşların çalıştığı Bölük-i Rûmiyân ile İran menşeli nakkaşların çalıştığı Bölük-i Acemân diye adlandırılan iki gruptan oluşur. İkinci grubun dağılmasıyla birlikte nakkaşlar cemaatinin Cemaat-i Nakkâşân-i Hâssa ismini almasından sonra İstanbul üslûbu doğmuş ve klasik tezyînâtımızı zirveye bu üslûb taşımıştır.“Hiç İstanbul üslûbu diye bir üslûb duydunuz mu?” diye sorarak meselenin önemine dikkatlerimizi çeken Aziz Doğanay, kasıtlı olarak bu adlandırmadan kaçınıldığını söyleyerek genel kabullere itibar ya da kendi kavramlarımızı kullanmakta ısrar noktasında ağırlığını ikinciden yana koydu. Kendi kelimelerimizin kendi felsefemizi yansıttığını, bunun için “ustası o motife ne diyorsa, ben de onu demeliyim” kuralıyla hareket ettiğini dile getiren konuğumuza göre bu yolda gösterilen her bir çaba mutlaka yerini bulacaktır, yeter ki bu ısrar sürdürülsün.