Bir Osmanlı Taşrası Diğerine Bakıyor: Beyrut Basınında Balkan Krizi, 1876-1908
Osmanlı tarihi denince aklımıza payitahtın merkezi İstanbul gelir hep. Osmanlı tarihçileri çoğunlukla ya merkeze odaklanır ya da merkezden taşraya veya taşradan merkeze bakar. Bu açıdan Beyrut Amerikan Üniversitesi Tarih ve Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Abdul Rahim Abu-Husayn’ın, Balkanlarda yaşanan krizlerin Beyrut basınına nasıl yansıdığına dair konuşması farklı bir perspektif sundu bize; çok az bilinen bir konuya, bir Osmanlı taşrasının diğerine bakışına ve dolaylı olarak Beyrut/Lübnanlıların emperyal merkezi algılamasına ışık tuttu. Abu-Husayn, Osmanlı ve Arap-İslâm tarihi alanında, özellikle de Bilâd-i Şam bölgesi konusunda uzman akademisyenlerden.Bu çalışması için Abu-Husayn, 1870’lerde yayın hayatına başlayan şu dört basın organını seçerek iki meşrutiyet arası dönemdeki (1876-1908) yayınlarını incelemiş: Katolik Cizvitlerce kurulan ve Fransa’ya yakın duran dinî eğilimli el-Beşîr gazetesi; Beyrut’un önde gelenlerinden Şeyh Abdülkadir el-Kabbanî öncülüğünde yerel Sünni bir grup tarafından kurulan dinî eğilimli Semerâtu’l-Fünûn gazetesi; Lübnan’ın en önemli entelektüellerinden Butros el-Bustanî tarafından kurulan seküler çizgideki siyasî dergi el-Cinân; el-Cinân ile aynı entelektüel gelenekten gelen Halil Serkis’in kurduğu ve 1976 Lübnan İç Savaşı’na kadar yayın hayatına devam eden seküler çizgideki Lisânu’l-Hâl gazetesi.Abu-Husayn Balkanlardaki krizler hakkında Beyrut basınında, ideolojik arkaplanları ve bölgeye ilişkin bilgilerine paralel olarak farklı değerlendirmelerin sözkonusu olduğunu belirtti. Buna göre, dinî eğilimli Semerâtu’l-Fünûn ile el-Beşîr, sadece dış basında çıkan haber ve yorumların tercümesiyle yetinirken; seküler çizgideki el-Cinân ile Lisânu’l-Hâl ise sosyal ve siyasî meseleleri derinlemesine inceliyor, Osmanlı’nın Balkan krizlerini ele alış biçimini değerlendirip çözüm tekliflerinde bulunuyordu. Bu nedenle Abu-Husayn’ın konuşmasının odağında sık sık alıntılar yaptığı el-Cinân ve Lisânu’l-Hâl vardı.Peki, Balkan meselesi nasıl yansıdı Beyrut basınına? Bustanî ve Serkis, sahibi oldukları dergi ve gazetelerdeki yazılarında genel olarak Balkanlara karşı eleştirel yorumlarıyla dikkat çektiler. Buradaki ayaklanmalar Osmanlı’nın siyasî, iktisadî ve askerî gücünü kırdığı için imparatorluğun diğer bölgelerindeki problemlerden dolayı da Balkan halklarını suçladılar. Hatta onlara göre Balkan halkalarının çoğu devlete ihanet ediyordu, doğu eyaletleri ise sadıktı.Başlangıçta Balkanlardaki kronik sorunları Osmanlı’nın modernleşme probleminin bir sonucu olarak görüp çatışmaların önlenebilmesi ve bölgenin sisteme entegre edilebilmesi için sık sık sosyal ve idarî reform çağrısında bulundular. Özellikle el-Cinân, hem Balkanlardaki hem de Suriye bölgesindeki problemlerin çözümü ve farklı mezheplerin entegrasyonu için Osmanlıcılığı ve 1856 Islahat Fermanı’ndaki “bütün dinlerin eşitliği prensibi”ni uygun bir zemin olarak savundu. Ancak Osmanlı’nın isyanları başarıyla bastırmasına rağmen Avrupalıların müdahalesiyle topraklarını isyancılara vermek zorunda kalması karşısında Bustanî, reformların yetmediği, uluslararası konjonktürün de uygun olması gerektiği sonucuna vardı. Serkis de Osmanlı’nın yaşadığı problemlerden ve reform çabalarının başarısızlığa uğramasından dolayı Balkan Hristiyanlarını suçladı; yaşananların, Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki dinî bir çatışma değil, bazı Hristiyan milletlerin devlet içinde kendi kadim geleneklerini canlandırma çabasının bir sonucu olduğuna dikkat çekti. Avrupalıların Balkanlarda Osmanlı’nın iç işlerine müdahalesinden duydukları rahatsızlıkları da sık sık dile getirdiler.Öte yandan Balkanlarda savaş ihtimalinin arttığını hisseden Beyrut basını meselelerin barışçıl ve diplomatik yollarla çözülmesi için çağrılar yaptı. Serkis bir makalesinde (1908), gerektiği takdirde sadece Suriye Hristiyanlarının değil, Kuzey ve Güney Amerika’daki binlerce Lübnanlı göçmenin de gelip Osmanlı ordusu saflarında savaşmaya hazır olduğunu yazdı. Yine 1908’de Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından ilhakı üzerine başlatılan Avusturya mallarına boykot çağrısına el-Beşîr dışındaki basın tam destek verdi.Abu-Husayn bu dönemde Beyrut basınının ayrılıkçı değil Osmanlıcı olduğunu özellikle vurguladı. Ona göre bunun en iyi göstergesi, Balkanlarda yaşanan krizleri ele alış tarzları. Çünkü “Eğer Hristiyan Beyrut basını milliyetçi karakterde veya Osmanlıcılığa mesafeli olsaydı, en azından Balkan krizlerindeki duruşu farklı olur, Balkanlardaki milliyetçi hareketlere ve Hristiyan kardeşlerine sempati duyarlardı”. Özellikle Bustanî ve Serkis’in Balkanlardaki krizler hakkındaki yazılarından hareketle (ki bu entelektüel gelenek İstanbul’a tam bağlıydı) Abu-Husayn, artık günümüz tarihçilerinin “Osmanlı Hristiyanları, Müslümanlara göre daha az Osmanlıcı ve daha fazla milliyetçiydi; Batılı ideallere çok daha açık ve Batı medeniyetinin büyüsüne daha fazla kapılmıştı” şeklindeki faraziyelerini gözden geçirme zamanının geldiğini vurgulayarak konuşmasını tamamladı.