Felsefe 9 Hidâyetü’l-Hikme Şerh Geleneği ve Mevlânâzâde’nin Hidâyetü’l-Hikme Şerhi
İslâm ilim geleneğinde şerh ve hâşiyelerin nasıl bir konuma sahip olduğu, bugün bizim için ne ifade ettiği ve hangi usul ve yöntemlerle tetkik edilebileceği gibi sorular son yıllarda gittikçe daha yüksek bir sesle dillendiriliyor. Medeniyet Araştırmaları Merkezi, bu soruları İslâm felsefesi geleneği açısından soran ve Hidâyetü’l-hikme şerh geleneği çerçevesinde cevaplar bulmaya çalışan tezi vesilesiyle Abdullah Yormaz’ı ağırladı.İbn Sînâ sonrası İslâm felsefesi geleneğinin en etkili eserlerinin başında Esîrüddîn Ebherî’nin Hidâyetü’l-hikme’si gelmektedir. İbn Sînâ felsefesini kısa ve özlü bir şekilde ele alan Hidâyetü’l-hikme, medreselerde ders kitabı olarak okutulması sebebiyle üzerine çokça şerh ve hâşiye kaleme alınmış bir eserdir. Yormaz’ın tespitlerine göre, eser üzerine 17 şerh, 67 hâşiye ve yaklaşık 10 hâşiyetü’l-hâşiye yazılmıştır. Hidâyetü’l-hikme’nin telifinden yaklaşık bir yüzyıl sonra başlayan bu şerh faaliyeti, İslâm coğrafyasının neredeyse tamamını kapsayacak şekilde 20. yüzyıla kadar sürmüştür.Hayatı hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan Mevlânâzâde de, Yormaz’a göre, hicrî 8. yüzyılda yaşamış bir Hidâyetü’l-hikme şârihidir. Esere yazılan ilk şerhlerden birisi olan Mevlânâzâde şerhinin en önemli özelliklerinden birisi, Mübârekşâh’ın şerhini esas alarak ve bir anlamda onunla hesaplaşarak yazılmış olmasıdır. Mevlânâzâde şerhinin birçok yerinde Mübârekşâh’ı, Ebherî’nin görüşlerini doğru anlamamakla, getirdiği yeni tanımlar ve delillerle filozofların çizgisinin dışına çıkmakla eleştirmektedir.Yormaz’a göre, pek çok üst düzey şerh gibi Mevlânâzâde’nin şerhi de sadece Hidâyetü’l-hikme metnini açıklayan bir eser olmayıp konuyla ilgili delile getirilen itirazlara cevap veren, Ebherî’nin delillendirmesini uygun bulmayıp yeni deliller ortaya koyan, şerh ettiği metne ekleme ve çıkarmalar yapan, yeni tanımlar getiren dinamik bir metindir. Dolayısıyla eserin bu özellikleri, şerh yazım türünün metni daha anlaşılır kılmasının yanında, metinle canlı bir ilişki içinde olan bir yöntem olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Mevlânâzâde’nin şerhi, Hidâyetü’l-hikme’nin de içinde bulunduğu felsefe külliyatının diğer metinleriyle de (özellikle İbn Sînâ’nın eserleri ile Râzî ve Tûsî’nin İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât’ına yazdıkları şerhlerle) irtibat hâlindedir ve şerh boyunca bu metinlere sık sık atıfta bulunulmaktadır.Son olarak özellikle bir eser üzerine kaleme alınan şerh ve hâşiyelerin tespiti noktasında, kütüphane kayıtları ve bibliyografik eserlerdeki yanlışlıklar sebebiyle yaşanan zorluklara işaret eden Yormaz, 13. yüzyıl ve sonrası İslâm felsefe geleneğini anlayabilmek için kilit bir role sahip olan şerh ve hâşiyelerin hangi yöntemlerle incelenebileceği sorusuna henüz esaslı cevaplar üretilememiş olmasının, bu alan önündeki en büyük engel olduğunu belirterek sunumunu sonlandırdı.