Türk Dış Politikasında Dönüşüm: Ortadoğu, Batı ve Rusya ile İlişkiler Sempozyumu
Dış politikada son dönemde artan süreklilik ve değişim tartışmalarının, uluslararası ilişkiler alanından çeşitli isimler tarafından mercek altına alındığı “Türk Dış Politikasında Dönüşüm: Ortadoğu, Batı ve Rusya ile İlişkiler” başlıklı sempozyum, her biri tematik olarak bölünmüş dört oturumda gerçekleşti. KAM Koordinatörü Sevinç Alkan Özcan’ın daha önceki çalışma, sempozyum ve faaliyetleri tanıtıcı konuşmasının ardından, Vakıf Başkanı Mustafa Özel’in açılış konuşmasıyla başlayan sempozyum oturum konularına göre ilerledi.1. Oturum: Ortadoğu’da İyi Niyetli Tarafsızlıktan ArabuluculuğaSempozyumun ilk konuşmacısı Doç. Dr. Kemal İnat, Türkiye-İran ilişkilerinde rekabet ve çatışmadan uzlaşı ve işbirliğine geçişi, son on yılda ekonomi, güvenlik ve siyaset alanlarındaki gelişmelere odaklanarak ele aldı. Osmanlı-İran arasında hep bir rekabet ilişkisi sözkonusu iken, son yıllarda ikili ilişkilerde yaşanan dönüşümü “Yeni Osmanlıcılığın bir tezahürü” olarak okumanın çok absürt olduğuna dikkat çekti. Ticaret hacmi on yılda on yedi kat artmış, enerji (doğalgaz) ve güvenlik (PKK terörü) alanlarında işbirliğine gidilmiş vs. olsa da İnat, ikili ilişkilerde henüz kat edilmesi gereken uzun bir mesafe olduğunu vurguladı.Dr. Ali Balcı, Türkiye-İsrail ilişkilerini tarihsel karşılaştırmalı bir analize tâbi tutarak değişim ve süreklilik unsurlarını ortaya koydu. İç politika-dış politika ayrımının hem klasik yaklaşım hem de sözkonusu inceleme açısından yetersiz ve engelleyici olduğunu belirterek, Türkiye’de siyasal İslâm’ın yükselişinin güvenlikleştirilmesi üzerinden ikili ilişkilerin ilerlediğine dikkat çekti. 1990’larda İsrail’le ilişkilerin askerî-bürokratik elite ayrıcalıklı bir konum kazandırırken, 2000’lerde sivil politikaların askerin tahakkümünü azalttığını savundu. Öcalan’ın yakalanmasını, Marmara Depremini, Türk dış politikasının Avrupalılaşmasını, komşularla ilişkilerin düzelmesini, İkinci İntifadayı ve ekonomik krizi, askerin güvenlikleştirme siyasetini zayıflatan ve sivil siyaseti devreye sokan unsurlar olarak ele aldı.Yrd. Doç. Mesut Özcan, Türkiye’nin Irak politikasının mesafeli bir duruştan müdahil ve faal bir politikaya dönüşümünü üç dönemde inceledi: 1999’da Öcalan’ın yakalanması, güvenlik endişesinin azalması ve AB adaylığı, Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkilerinin önünü açtı. 2003’te 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmemesi, dış politikada demokratik aktörlerin etkinliğini artırdı. 2007-2008’de PKK’nın Dağlıca ve Aktütün karakollarına saldırıları karşısında Türkiye, beklentinin aksine, Irak’la temaslarını arttırdı. Özcan, Türkiye’nin risk alarak yeni politikalar ürettiğine ve karşılıklı güven için yeni bir dil inşa ettiğine vurgu yaptı. Ticarî ilişkiler, dış yardımlar ve medya üzerinden artan etkileşim sonucunda Türkiye’nin, Irak siyasetinde aktifleşirken, ekonomik faktörlerin de gitgide önem kazandığına dikkat çekti.2. Oturum: Batı’ya Rağmen Batı ile Birlikte Hareket Etmekİkinci oturumun ilk konuşmacısı Doç. Dr. Ali Resul Usul, AB-Türkiye ilişkilerini bir modernleşme modeli, demokratikleşmenin parçası, ekonomik entegrasyon meselesi, kimlik sorunu, Kıbrıs meselesi, tarihî ve coğrafî unsurlar gibi çeşitli boyutlarda ele aldı. Yapısal dönüşümleri anlamak için ilişkileri dört safhada değerlendirdikten sonra Usul, Aralık 2004’teki Brüksel Zirvesi ile karşılıklı diyalog başlasa da AB genişleme politikasının değiştiğine; müzakerelerin ucunun açık olması, “özümseme”nin ilk kez uygulanacak olması, yapısal dönüşüm için gerekli finansmanın gelmemesi ve Kıbrıs meselesinin AB-Türkiye ilişkilerinin gidişatını muğlaklaştırdığına dikkat çekti.Dr. Helin Sarı Ertem, Türkiye-ABD ilişkilerinde 2000’li yıllardaki değişimi Kuzey Irak ve Kürt sorunu üzerinden değerlendirdi. Kuzey Irak ve PKK, ikili ilişkileri tehdit eden ve stratejik ortaklığın içini boşaltarak Amerikan karşıtlığını körükleyen unsurlar iken; PKK ile mücadelede etkin işbirliğine geçilmesi ve Türkiye’nin Kuzey Irak’la ekonomik ve ticarî ilişkiler geliştirmesi, zamanla çıkarların ve güvenlik algılarının örtüşmesine yol açtı. ABD’nin, Kuzey Irak’taki istikrarı koruma ve İran’ın yükselen etkisini frenlenme çabası Türkiye’ye olan ihtiyacını artırdı. İşte iç içe geçmiş bu ekonomik, siyasal ve toplumsal hareketlilik, Ertem’e göre, ABD-Türkiye ilişkilerini Kuzey Irak özelinde olumlu yönde etkiledi.3.Oturum: Tarihi Miras ve Yeni Aktörler Bağlamında Türk Dış PolitikasıYüksek lisans öğrencisi Enes Tüzgen, Türk dış politikasındaki süreklilik ve kopuş unsurlarını Turgut Özal ve AK Parti’nin uygulamalarını karşılaştırarak ele aldı: Özal Soğuk Savaş’ın, AK Parti ise 11 Eylül saldırılarının akabinde Türkiye’nin potansiyelini harekete geçirdi. Özal’ın “köprü ülke” kavramsallaştırması, Ahmet Davutoğlu’nda “merkez ülke”ye dönüştü. Her ikisinde de mevcut olan çok kimlikli söyleme, Davutoğlu “medeniyet” kavramını da ekledi. Çıkar algılarında ise farklılıklar sözkonusu: Özal’ın dış politikası ekonomiye endeksli, pragmatik ve kâr-zarar ilişkisine dayalıydı. AK Parti ise ekonominin yanı sıra siyasî, kültürel ve sosyal ilişkileri güçlendirmeye çalışıyor; kazan-kazan stratejisine dayanıyor; barış ve denge politikası izliyor.Yüksek lisans öğrencisi Ezgi Uzun, devlet dışı aktörlerden Türk düşünce kuruluşlarının Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinde oynadıkları rolleri ele aldı. Bağımsız uzmanların ve akademisyenlerin, düşünsel kaynaklar sunarak siyasî girişimcilik rolüyle politika yapımına müdahil olduklarını, atmosfer etkisi (geniş bir toplumsal etki) yaratarak kısa ve orta vadeli gündem ve mikro politikalar ürettiklerini anlattı. Örneğin USAK Azerbaycan’la üst düzey toplantı tertip ederken; TESEV olumsuz imajları yok etmek, GPOT Ermenistan basınındaki olumsuz algıyı kaldırmak için çalışmalar yapıyor. Diğer yandan bu kuruluşlar elçi görevi görüyor; Ermeni yöneticilerle şahsî ilişkiler kurup bilgi alıyor ve Türk hükümetine iletiyorlar. Ayrıca sivil toplumu ve özel sektörü organize ediyorlar.4. Oturum: Yakınlaşma-Uzaklaşma Sarkacında Rusya ile İlişkilerYrd. Doç. Vügar İmanov, Ankara-Moskova ilişkilerinde yakınlaşma dönemlerini mercek altına alarak tarihsel bir karşılaştırma yaptı. İlki Napolyon’un Mısır’ı işgaline karşı Osmanlı’nın askerî yardım talebiyle, ikincisi Mehmet Ali Paşa’nın işgaline karşı Hünkar İskelesi Anlaşması’yla, üçüncüsü 1920’lerde yine bir askerî ittifakla gerçekleşen bu yakınlaşmaların ortak özellikleri, tehdide karşı askerî ittifak niteliğinde ve kısa süreli olmaları, öncesinde veya akabinde savaşların yaşanmasıydı. “Soğuk Barış” olarak da adlandırılan son yakınlaşma ise diğerlerinden farklı: Tarafların ticaret ve yatırımlarla ekonomik bağımlılığı arttı; turizm sayesinde insanî temaslar sıklaştı; iktidardaki yeni hükümetler siyasî diyaloğu artırdı… İmanov, 1933’te Sovyet Heyeti’nin İstanbul’da karşılanma görüntülerini içeren bir belgesel gösterimiyle sunumunu tamamladı.Yrd. Doç. Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun, Ankara ile Moskova’nın Orta Asya politikalarını karşılaştırdı. Türkiye’nin Orta Asya’yla ilişkisi 1991’de romantik bir yakınlaşma süreciyle başlarken, Ruslar 18.-19. yüzyıldan itibaren bölgede hâkimiyet kurdu. Türkiye’nin bölgeyle ilişkisi daha ziyade kardeşlik vurgusuna, İpek Yolu’nun canlandırılmasına, piyasa ekonomisine geçişe, demiryoluna ve televizyon dizilerine dayanırken; Rusya hâlihazırda bölgede siyasî, ekonomik ve kültürel açıdan oldukça etkin. Mesela Türkiye’nin ticaret hacmi 4 milyar dolarken, Rusya’nınki 17 milyar dolar. Ercilasun, Türkiye’nin imaj çalışmasıyla, demiryolu ağını geliştirerek, uçak biletlerini ucuzlatarak, okullar açarak, doğrudan günlük bilgi akışını sağlayarak bölgeyle ilişkilerini geliştirebileceğini sözlerine ekledi.Sempozyumun son konuşmacısı Doç. Dr. Ali Faik Demir, Ankara’nın Güney Kafkasya politikalarını ele aldı. Kafkasya’daki şehirlerin adlarını dahi telaffuz edemediğimiz, dinleri ve etnik kökenleri hatta Karabağ sorununu bile tam olarak bilmediğimiz gerçeğiyle söze başladı. Ermenistan konusunda uzun vadeli çözümler aranması gerektiğini ve ancak halklar anlaştığında sorunların tolere edilebileceğini söyledi. Türkiye-Kafkasya ilişkilerini dört dönem altında inceledikten sonra “Rusya Abhazya’nın bağımsızlığını desteklerken Çeçenlerinkini neden desteklemiyor?”, “Kafkasya’da barış mümkün mü?”, “Petrol şirketleri barış istiyor mu?”, “Otoriter liderler barışı mı, korkuyu mu tercih eder?” gibi çarpıcı bazı sorular soran Demir, “Barışçı savaşlara ihtiyacımız var” diyerek son noktayı koydu.Sempozyumun sonunda Muzaffer Şenel ve Mesut Özcan, Türk dış politikasındaki umut verici dönüşümün kalıcı olmasını temenni ederek oturumlarla ilgili genel bir değerlendirme yaptılar.