Bir Medeniyet Çizgisi: Hat
Sanat Araştırmaları Merkezi Hat: Bir Medeniyet Çiz-gisi belgeselinin gösterimini, yönetmen Gökhan Ateştürk, metin yazarı Savaş Ş. Barkçin ve belgeselin danışma kurulunda yer alan hat üstadı Fuat Başar’ın katılımıyla gerçekleştirdi.Belgesel, medeniyetlerin yazı ile başladığını ve yazının çeşitli medeniyetlerdeki gelişimini anlatarak açılıyor. Bu doğrultuda Mekke, Medine, Kudüs, Buhara, Semerkand, Mısır, Çin, Hindistan gibi büyük medeniyetlere sahne olmuş şehirler ve ülkelerde yazının izlerini sürüyor. Anlatımı, büyük hat ustaları ve fikir dünyasının önemli isimleriyle medeniyet ve yazı üzerine yaptığı derin ve etkileyici bir sohbetle süsleyen belgesel, hattın tarihî gelişimini ve Türklerin hat sanatına yaptığı büyük katkıları anlatarak devam ediyor. Hattın anlamı; kâğıt ve mürekkebin anlamı, bu alanın üstadı yerli ve yabancı hattatlar ve hat uzmanlarına sorulan derunî soruların cevaplarında aranıyor… Hattat Hüse-
yin Kutlu, hattat Fuat Başar, Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, Prof. Dr. Saadettin Ökten hat üzerine sohbet yapılan isimlerden bazıları… Anlatımı güçlendirmek ve etkiyi arttırmak amacıyla, özel mekânlarda küçük sembolik mizansenler ile kurgulanan belgesel, sinema dilini de kullanarak keyifli bir seyir imkânı sunuyor izleyiciye. Belgeselin metni Engin Noyan tarafından okunuyor.Yönetmenliğini Gökhan Ateştürk, metin yazarlığını ise Savaş Ş. Barkçin’in yaptığı ve 2010 Kültür Başkenti Ajansı tarafından desteklenen “Bir Medeniyet Çizgisi: Hat” belgeselinin yapımcılığını BGM Yapım üstlenmiş.Program, belgeselin izlenmesinin ardından konukların belgeselin yapım süreci ile ilgili söyleşileri ile devam etti. İlk sözü metin yazarı Savaş Barkçin aldı. Barkçin, sözlerine konuşmaya katılmak istemeyen yönetmen Gökhan Ateştürk’ü latife ile konuşmaya dâhil ederek başladı. Belgesel yapma fikrinin ortaya çıkış hikâyesini anlatan Savaş Barkçin, hat belgeseli yapmaktaki amaçlarının bu sanatın tarihî gelişimini anlatmaktan daha çok, hat sanatının arka planındaki edebî yanı, hayata bakışı ve bizim medeniyetimize yansıyan yüzünü aktarmak olarak belirlediklerini dile getirdi. Yola çıkış gayelerinin hat sanatını sadece, bizim dâhil olduğumuz anlam dünyasının bir vitrini olarak tasvir etmek değil; gönül dilini kullanarak izleyicinin gönlüne hitap etmek olduğunu söyledi. Barkçin, bu doğrultuda söyleşi yaptıkları üstatlara, “Sülüs yazısını bir insana benzetseniz nasıl bir insan olurdu?” gibi alışık olmadıkları sorular sorduklarını dillendirerek sözü yönetmen Gökhan Ateştürk’e devretti.Gökhan Ateştürk belgeselin altı aylık bir çalışma sürecinde ortaya çıktığını, Mayıs ayında başlandığını; yurtiçinde Osmanlı ve Selçuklu mimari eserlerinin bulunduğu İstanbul, Bursa, Edirne, Ankara, Konya, Kayseri, Sivas’ta ayrıca yurtdışındaki çeşitli şehirlerde çekimler yapıldığını anlattı.Belgeselin danışmanı ve hat üstadı Fuat Başar sözlerine yazı, medeniyet, hat ve sanat kavramlarının kendi ruhuna yansıyan anlamlarını izah ederek başladı. Başar’a göre maneviyat olmaksızın yazı sanatı olmaz. Yazı, hangi alfabe ile yazılırsa yazılsın mukaddestir. Çünkü yazı taşıdığı mesaj ile değer kazanır. Yalnız Arap alfabesi Kur’an’ın alfabesi olmakla bir ayrıcalık taşır.Söyleşi izleyicilerden gelen sorularla sürdü. Başar bir soru üzerine Müslümanların yazının şekline takıldığını, oysa önemli olanın o yazının arkasındaki anlamı keşfetmek olduğunu, hazırladıkları belgeselin yazının arka planını -yani anlamı- öncelediği için farklı ve kıymetli olduğunu dile getirdi.Barkçin de bir soru üzerine, bu belgesel vesilesiyle gündeme getirmeye çalıştıkları ve asıl tartışılması gereken konunun sanat-medeniyet ilişkisi olduğunu belirtti. Medeniyetler, ancak geliştirdikleri sanatlarla derinleşip kök salabilir ve medeniyet olma iddialarını sürdürebilirler. Bu noktada özellikle son bir asırdır geleneksel sanatlara karşı iki bedbinlikten söz edilmelidir. Birincisi geleneksel sanatlarımızın artık miadını doldurduğu ve çok yakın bir zamanda tarihe karışacakları yönündeki iddiadır. Barkçin bu iddianın ne kadar geçersiz olduğunu musiki, hat, tezhip, ebru gibi birçok geleneksel sanatın güçlenerek yaşamaya devam etmeleriyle ortaya çıktığını belirtti. İkinci bedbinlik ise yeni çağın insanının ve özellikle gençlerin bu sanatlara ilgi duyamayacakları yönündeki iddialardır. Barkçin, kendilerine bu sanatları yeteri kadar tanıtmadığımız halde, gençlerin bu sanatlara ilgi duymayacakları önyargısının gençlerin değil geleneksel sanatları tanıyan ve sürdürenlerin eksikliğinden kaynaklandığını iddia etti.Söyleşinin son kısmında Başar, sanatın sevgi ve sabır işi olduğu üzerinde durdu. Sanatın bugün, sosyal, ekonomik hatta siyasal işlevlerinden söz edildiğini; ancak sanat söz konusu olduğunda asıl vurgunun sevgi ve sabır kavramları olması gerektiğini belirtti: “Çünkü sanat bir gönül işidir.” Ona göre sanat güzel yaşamayı ve güzel yaşatmayı hedefler ve işte bu sebeple “sanatı yaymalıyız”.Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoşgör
Yaratandan ötürüBaşar, çağımızın en büyük hastalığı stresin de çaresinin sanat olduğunu söyledi:Çünkü toplum olarak ruh direncimizi kaybettik. Bu yüzden en önemli sığınağımız sanat. Sanat sabırdır. Sabra alışanlar hayatlarını da düzene koyabilirler.Başar’a göre sanat egoyu aşmamızı da sağlar. Egosunu aşan bireylerin oluşturduğu toplumda ise sosyal birlik sorunu yaşanmaz ve sanatın bu gücü başka hiçbir şeyde yoktur.Sanatın ezeli ve ebedi bir yolculuk olduğunu söyleyen Başar sözlerini şöyle sürdürdü:Sanatla uğraşıp bir sonuç almak var, ama alamamak da var. Hayat gibi. Bu yüzden sanatkâr yapıp ettikleriyle duyduğu iç haz ile mutlu olur. Onun bir maddi karşılık beklemesi düşünülemez. Gerçek sanatkârın ayırıcı özelliği de bu diye düşünüyorum.Başar sözlerini, sanatkârın sorması gereken asıl soruyu Erzurumlu Âşık Reyhanî’den okuduğu dizelerle dile getirerek bitirdi:Hocalar kitabın okur başı bismillah ile
Müminler ikrara gelmiş amentü billâh ile
Mecnun da dağlara çıkmış davası Allah ile
Hiç soran bulunmamış arada Leyla nedir?