Klasik Dönem Osmanlı İktisadî Düşüncesi

Paylaş:

Erfurt Üniversitesi’ndeki doktora eğitimini “Ottoman Economic Thinking Before the 19th Century” adlı tezle tamamlayan ve son dönem Osmanlı iktisat tarihi çalışmalarının az değinilmiş bir alanına temas eden Ermiş, tezinde klasik dönem Osmanlı Devleti’nin iktisadî düşüncesine yoğunlaşmıştır.Konu üzerinde yapılan sınırlı çalışmaların genellikle daire-i adâlet ve tedbîr-i menzil üzerinden yürütüldüğünü belirten Ermiş, tezinde, bu iki kavrama ek olarak ahlât-ı erbaa kavramına dikkat çekiyor. Na‘îmâ, Kınalızâde ve Kâtib Çelebi’nin eserleri bağlamında ahlât-ı erbaa ile toplum arasında kurulan ilişkiyi değerlendirerek, Osmanlı “entelektüelleri”nin iktisadî düşüncelerini ortaya koymayı amaçlıyor.Osmanlı Devleti’nde toplum ulema, asker (bürokrat), tüccar ve reaya olmak üzere dört sınıftan oluşmaktadır. Öncelikle toplumda sultanın meşruiyeti tartışmalarının nedenlerini sorgulayan Ermiş’e göre, sultan bu dört sınıftan hiçbirine mensup değildir. Onun görevi toplumun düzenini sağlamaktır. İnsanlar toplum olarak yaşamaya başladıklarında ortaya çıkabilecek en büyük problem zulümdür ve bunu önlemek için bir hükümdar gereklidir.Ahlât-ı erbaa İbn Sînâ’nın Eski Yunan’dan devir alıp geliştirdiği bir tıp anlayışıdır. Bu anlayışta insan vücudunda dört sıvının olduğu kabul edilir: kan, safrâ, sevdâ ve balgam. İnsanda meydana gelen hastalıklar veya bozukluklar, klasik dönem düşünürleri tarafından bu dört sıvı eksene alınarak açıklanmaktadır. Eğer hastalıklar giderilmek isteniyorsa vücutta yer alan sıvıların aralarındaki dengenin tekrardan sağlanması gerekmektedir. Bu tıp teorisinin özellikle Na‘îmâ tarafından geniş bir biçimde sosyal alana da uygulandığını ifade eden Ermiş, ahlât-ı erbaa ile toplum arasındaki ilişkiyi Na‘îmâ’nın görüşleri ekseninde ele almaktadır.Na‘îmâ’ya göre insan bedeninin canlı olmasını sağlayan unsur ruhtur. Ruh, bir “cevher-i latîf”tir ve kendi başına bedende dolaşamaz. Bu dolaşımı kan sağlamaktadır. Toplumu canlı tutan şey ise bilgidir ve bilgi de âlimler vasıtasıyla topluma yayılmaktadır. Ermiş, ikinci olarak, Na‘îmâ’nın reaya ile sevdâ arasında kurduğu ilişkiye yer veriyor. Na‘îmâ’ya göre reaya toplumun hareket ettiricisidir ki, çalışmazsa sistem durur; mesela reaya ürettiği ürünün fazlasını bürokrasiye vermektedir. Vücuttaki sevdanın artması nasıl ki bazı problemlere zemin hazırlıyorsa toplumdaki reaya kesiminin güçlenmesi de güvenlik problemlerine sebep olur.Tüccar sınıfı ise vücuttaki safrâya benzemektedir. Safrâ yediğimiz yiyeceklerin bağırsaklarımız tarafından daha kolay bir şekilde emilmesini sağlamakta ve yiyeceklerin dengeli bir şekilde vücuda dağılmasını kolaylaştırmaktadır. Aynı şekilde tüccarlar da toplum için benzer bir fonksiyona sahiptir. Bunlar malı, üretilen yerden alarak tüketimin yoğun olduğu yere taşımaktadır. Böylece ihtiyaç duyulan bölgelere veya yerlere mal temin edilmektedir.Balgam ise asker sınıfına benzemektedir. Yaşlılık dönemlerinde vücuttaki balgam artmaktadır. Aynı durum devletlerde de vardır. Onların da yaşlılık dönemlerinde bürokrasi artış göstermektedir -ki bu engellenemez bir süreçtir.Na‘îmâ’nın bu dört sınıf arasında dengenin korunması üzerine yoğunlaştığını vurgulayan Ermiş’in ifade ettiği üzere Na‘îmâ, bu sınıfların hepsinin toplum için bir fonksiyon icra ettiğini söyler. Ona göre, önemli olan şey icra edilen fonksiyonların dengeli bir şekilde sürdürülmesidir. Tüccar sınıfı kapitalist sistemde olduğu gibi yoğun mal akümülasyonuna girmemelidir. Burada dengeyi ve adâleti sağlayacak olan da sultandır.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir