Müslüman Dünya’da Din ve Devlet: Karşılaştırmalı Perspektifler
Dinin yeniden dirildiğinin sıkça dillendirildiği günümüzde, dinlerin ve müntesiplerinin siyasetle ilişkileri de birçok disiplinden araştırmacının ilgisini celbediyor. Bu ilgiye paralel olarak son dönemde felsefe, antropoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi disiplinleri içinde din ve siyaset ilişkisini yeniden değerlendirmeye dönük çalışmalarda hacim ve perspektif bakımından bir genişleme yaşandı. Küresel Araştırmalar Merkezi’nin davetlisi olarak İstanbul’da bulunan Kahire Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesi ve aynı üniversite bünyesindeki Medeniyet Çalışmaları ve Kültürlerarası Diyalog Merkezi direktörü Dr. Pakinam Sharkawi de İslâm Dünyasında mevcut din-devlet ilişkilerini karşılaştırmalı analize tâbi tutan bir konuşma gerçekleştirdi.Sharkawi konuşmasına İslâm Dünyasında din-devlet ilişkilerinin ikili bir eksene oturduğunu savunarak başladı. Buna göre mevcut din-devlet ilişkileri matriksi, sekülarizm-İslâmcılık ve demokrasi-otoritaryanizm eksenlerinin farklı kombinasyonlarından ibarettir; fakat özellikle Arap Dünyası sözkonusu olduğunda İslâmcılık-sekülarizm-otoritaryanizm üçlüsü siyasal alanın hâkim unsurları olarak tebarüz ediyor. Sharkawi, İslâm Dünyasındaki ve Batı’daki din-siyaset ilişkilerinin karşılaştırmasını aynı üniversitedeki meslektaşı Dr. Seyfettin Abdulfettah’a atıfla şu şekilde formülleştirdi:Batı’da yaşanan tecrübe “dinin sekülerleşmesi ve sekülarizmin kutsallaştırılması” iken, İslâm Dünyasında “dinin siyasallaştırılması ve siyasetin dinleştirilmesi” sözkonusu. Bu çerçevede, Batı’da dinin sadece ibadâta ve bireysel dindarlığa indirgenerek kamusal alandan dışlanması, onun sekülerleşmesine işaret ederken; sekülarizmin zor yoluyla veya bir önkoşul olarak dayatılması ise onun dinleştirilmesinin bir göstergesi. İslâm Dünyasında ise dinin dar anlamıyla formel/devlet merkezli siyaset olarak anlaşılması, onun siyasallaşmasına; bununla beraber siyasetin bir fetva konusu olarak ele alınması, dinleştirilmesine sebep oluyor. Bu süreçler mevcut otokratik rejimler tarafından bir kontrol enstrümanı olarak da etkin bir şekilde kullanılıyor.Takdir edileceği üzere bu geniş formülasyon birçok soru işaretini ve problemi de beraberinde getiriyor. Problem alanı olarak ifade edilen kimi unsurlar kendi içerisinde bir çelişki arzetmese bile bir gerginlik yaratıyor. Dinin sekülerleştirilmesine yöneltilen eleştiri ile dinin siyasallaştırılmasına yöneltilen eleştirinin birbiriyle tutarlı olabilmesi için daha derin bir izaha ihtiyaç duyuluyor. “Siyasetin dinleştirilmesi” eleştirisi ise, esasen Selefî-Vehhabî grupların siyasal oryantasyonuna yöneltilmişse de, geniş imâları ve sonuçları itibarıyla daha açık bir tanımlama ve tartışmaya muhtaç. Bir köylünün mahallesindeki imama giderek oy vermenin caiz olup olmadığını sormasını “siyasetin dinleştirilmesi”ne örnek olarak veren Sharkawi, diğer taraftan dinin sadece ibadât ve muamelâta indirgenmesini de “dinin sekülerleştirilmesi”ne örnek olarak veriyor. Ona göre siyasetin dinleştirilmesi, fetvaya gerek olmayan ve sadece aklî muhakemeyle halledilebilecek meselelerde dinî otoriteye başvurulmasıyla gerçekleşiyor. Fakat bu kategorilerin (din, sekülarite, akıl, siyaset, vb.) bizatihi kendilerinin sınırlarının geçişken olduğu düşünüldüğünde bir konunun fetvanın alanına girip girmediğinin değerlendirmesini kimin yapacağı, dolayısıyla dinî otorite ve otantisite meselesi ve kastedilen aklın mahiyetinin ne olduğu gibi birçok soru cevapsız kalıyor.Sharkawi konuşmasına Mısır’da devletin dinî alanı nasıl kontrol altına alıp kendi otoriter varlığını devam ettirdiğine değinerek devam etti. Özellikle Arap Dünyasındaki otoriter rejimlerin toplumu kontrol altında tutmak için yeri geldiğinde “dini devlet düzeyinde siyasallaştırdığı”nı, yeri geldiğinde de yönetim üzerindeki İslâmî taleplerin önünü almak için “toplum düzeyinde dini depolitize ettiği”ni ifade etti. Mısır’da rejim kendini İslâm’ın söz-cüsü ve savunucusu olarak sunuyor ve bunu Müslüman Kardeşler’e karşı bir araç olarak kullanıyor. Birçok İslâm ülkesinde sekülarizmin ve İslâmcılığın değişik biçimlerde mezcedildiği hibrid yönetim biçimlerinin varolduğunu belirten Sharkawi, Mısır rejiminin İslâmî-seküler damarları ilginç şekilde kullanarak kontrolü sağladığını; rejimin kullandığı İslâmî enstrümanların muhalif Müslüman Kardeşler’i, seküler enstrümanların ise Muhammed Baradey gibi seküler muhalefet figürlerini hedef aldığını kaydetti. Mısır toplumu dindar bir toplum olduğu için devletin ancak İslâmî bir dille varlığını ve seküler politikalarını meşrulaştırabildiğini savunan Sharkawi, mevcut rejimin kendi bekası için dayandığı kurumsal stratejileri de şöyle sıraladı: 1952 devriminden sonra İslâmî kurumların, özellikle Ezher Üniversitesi’nin ve vakıfların devletleştirilmesi, Mısır müftüsünün devletçe atanması, seküler bir parti sistemi (ve “seküler”in tanımını esnek tutarak genişletmesi ve böylece hiçbir İslâm referanslı partinin kurulamaması ve yasal olarak sisteme dâhil olamaması), seküler grupların mobilizasyonu, Müslüman Kardeşler’in gücünü azaltmak için Sûfîler ve Selefîler gibi bazı depolitize İslâmî gruplarla işbirliği ve Kıpti Kilisesiyle işbirliği.Pakinam Sharkawi’nin kavramsal olarak zengin sunumu, sekülarizm ve Mısır odaklı sorulara verdiği cevaplarla devam etti. Dinin siyasetin üstünde olduğu argümanının Mısır’da dini dışarıda tutmanın aracı olarak kullanıldığına ve İslâm referanslı muhalefetin önünü almak için bazı İslâmî prensiplerin ve kurumların devlete eklemlendiğine vurgu yaptı. İslâm Dünyasında devletin hibrid modellerle dini kontrol altında tuttuğuna, bu fasit daireden çıkabilmek için de demokrasi idealine gerçek bir değişim umudu olarak sarıldıklarına vurgu yaparak konuşmasını sonlandırdı.