Geçmişten Günümüze Çinli Müslümanlar
Çin Konuşmaları’nın dördüncüsünde Harvard Üniversitesi’nde doktora çalışmalarını sürdüren Hale Eroğlu Sağer, Çince konuşan Müslümanları ele aldı. Sunum boyunca Çinli Müslümanların Çin kültür havzası içinde varlıklarını koruma mücadeleleri ve bu kültürle girdikleri ilişkiler çeşitli örneklerle tartışıldı.
Genel olarak Çin’deki Müslümanların “Uygurlar” olarak tanındıklarını; ancak bugün Çin’de Moğol, Tibet ve Han olan Müslümanların da varolduğunu belirten Sağer, Çin’de yaşayan 55 etnik grubun 10 tanesini Müslümanların oluşturduğunu dile getirdi. Sağer’e göre Müslümanlar çoğunlukla Çin’in kuzeybatısında yoğunlaşırken Çince konuşan Müslümanlar Çin’in dört bir yanına dağılmıştır. Gansu, Ningxia ve Yunnan eyaletlerinde yoğun olarak yaşayan Çinli Müslümanlar özerk bir bölgeye sahiptir: Ningxia Hui Özerk Bölgesi. Müslümanların tarihsel olarak Çin’in siyasî hayatında ve kültüründe etkili olduklarını dile getiren Sağer, Müslümanların 19. yüzyılın ikinci yarısındaki isyanların birinde Yunnan’da Sultan Süleyman ismiyle de bilinen Huî general Du Wenxiu liderliğinde Panthay Devleti’ni kurduklarını dile getirdi.
İslâm’ın yayılışının ilk yıllarında
ticarî, askerî ya da siyasî amaçla Çin’e gelen Müslümanlar Çin’de uzun süre kalarak yerli halkla ilişki kurmuşlardır. Çinlilerle evlenip kendi çevrelerinde camiler inşa ederek küçük topluluklar halinde yaşayan Müslümanlar, zaman içinde büyüyerek Çin hanedanlarının yakın çevresinde de görevler almışlardır. Düşünce olarak da İslâm’la bağlarını sürekli güçlü tutmaya çalışan Çinlilere göre doğruluğu ispatlanmamış olsa da Hz. Muhammed’in amcası Sa‘d b. Ebi Vakkas’ın türbesi Guangzhou’da bulunmaktadır.
Tang Hanedanlığı’ndan sonra Çin’i ele geçiren Moğol hükümdarların İslâm coğrafyasının farklı bölgelerinden Müslümanları Çin’e getirip görevlendirdiğini belirten Sağer, bu geleneğin sonraki hanedanlar tarafından da sürdürüldüğünü söyledi. Böylece Müslümanlar imparatorluğun içinde önemli görevlere gelebilmekteydi. Örneğin Çinli bir tarihçiye göre Avrupalılardan önce Amerika kıtasını keşfettiği iddia edilen komutan, Müslüman bir Çinli olan Zheng He’dır.
Ming Hanedanlığı dönemine gelindiğinde Müslümanların Çin’e
adapte olmaya başladıklarını ifade eden Sağer, bu dönemde Çinli Müslümanların asimile olmaya başladıkları tezine ise katılmadığını dile getirdi. Sağer’e göre bunun sebebi asimilasyon tezinin en önemli argümanı olan “Çinlileşme” kavramının zorluğu ve karmaşıklığıdır. Çin’in çok büyük bir coğrafyada yaşayan, aralarında dil ve kültür farklılıkları bulunan insan topluluklarından oluştuğunu ve “hangi Çin?” ve “nasıl bir Çinlileşme?” sorularına kolaylıkla cevap verilemeyeceğini ifade etti.
Sunumun bundan sonraki bölümünde adaptasyon tezini doğrulayacak bilgileri dinleyicilerle paylaşan Sağer, çeşitli fotoğraf ve görüntülerle Çinli Müslümanların Çin’-
deki sosyal ve kültürel hayatın içinde nasıl varolduklarını açıklamaya çalıştı. Özellikle mimari ve kaligrafi üzerinde duran Sağer, Çin mimarisi ile yapılan camilerin ve bazı İslâmî kavramların Çin karakterleri ile nasıl yazıldıklarına dair ilginç örnekler verdi. Çinli Müslümanların inşa ettikleri camilerin birçoğu genel şehir mimarisinin dışına çıkmayacak şekilde planlanmış ve bazı sembollere de İslâmî yorumlar getirilmiştir. Sağer’e göre Çinli Müslümanlar yoğun bir şekilde Konfüçyanizm ile etkileşim halindedir ve bunun en önemli örneği Arapça kavramları Konfüçyen metinlerden elde ettikleri kavramlarla Çinceye çevirmeleridir. Etkileşimin bir diğer göstergesi de Konfüçyanizm’in hem etik hem de kozmolojik anlatısının İslâm’ın özü ile çelişmediğine dair tezlerin dönemin Çinli Müslüman âlimleri tarafından vurgulanmasıdır.
Çinli Müslümanların homojen bir etnik grup olmadığını dile getiren Sağer, etnik ayrımın Müslümanlar için tarihsel olarak kullanılan “Hui” kelimesinin Çin Halk Cumhuriyeti tarafından sosyal mühendislik projesi olarak tanımlanmasıyla oluştuğuna dikkat çekti. 20. yüzyılın başında milliyetçilik düşüncesi ile başlayan etnik aidiyet sorunu Müslümanların Çin’in beş ana etnik grubundan (Mançu, Moğol, Han, Müslüman, Tibet) hangisine ait olduğu sorununu gündeme getirmişti. Hem Han hem de Müslüman Çinliler için “Hui” kelimesini etnik bir aidiyet olarak kullanmak, aslında onları homojen hale getirmek amacını da güdüyordu. Bunun dışında, İslâm coğrafyasında eğitim aldıktan sonra Çin’e gelip Çin’de yaşanan İslâm’ı gerçek İslâm olarak görmeyen modern akımlar da geleneksel akımların yanında varlığını sürdürmektedir. Bu ayrımı Çinli Müslümanların çok vurgulamadığını dile getiren Sağer, Ningxia gibi Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölgelerde bu akımların farklı camilere gittiklerini dile getirdi.
Sonuç olarak Çin’deki Müslümanların aslında Çin gibi çok büyük bir coğrafyada çok farklı kültürlerle beraber varlığını sürdürdüğünü ifade eden Sağer, Çin’de yaşayan Müslümanlarla ilgili kendi çektiği fotoğraf ve görüntüleri dinleyicilerle paylaşarak sunumunu tamamladı.
KAM Ortadoğu Konuşmaları