Parçalayan Milliyetçilik(ler)
Milliyetçilik Konuşmalarının üçüncü konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Ferhat Kentel oldu. Kentel, “Türkiye’de milliyetçilik nasıl öğreniliyor ve pratiklere aktarılıyor?” sorusuna cevap verebilmek için önce “ne öğreniliyor” sorusuna cevap bulmak gerektiğini belirterek başladığı konuşmasında, Türk olmanın kitaplardan öğrenildiğini ve böylece kişisel yorumların dışında bir kurgu inşa edildiğini ifade etti. Buna göre, modern zamanlardan Osmanlı’nın dağılışına ve oradan da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna dek sürekli değişen bu kurgu sürecinde, Türklüğün inşası önem kazandı ve özellikle belirli bir tür Türklük anlatılmaya çalışıldı. Ancak bu anlatılan Türklük de sabit bir içeriğe sahip olamadı.
Birçok farklı yoruma rağmen, Türk ulusal kimliğinin inşasında iki temel kanal olduğunu düşünen Kentel, bunlardan ilkinin Fransız milliyetçiliğini örnek alan ve toprak esasına dayandığı için farklı unsurları kapsayabilen bir anlatı; diğerinin ise, ırkçı ve ötekini dışlayıcı bir anlatı olduğunu belirtti. Kentel’in Mahmut Esat Bozkurt’u örnek olarak verdiği ikinci anlatıya göre Türkler, kökenleri Orta Asya’da olup Anadolu’ya göç etmiş bir ırktır. Bu ikinci anlatının teorik kökeninde –Fransız milliyetçiliğine nazaran kültüre daha çok göndermede bulunan– Alman milliyetçiliği bulunmaktadır. Bu anlatının ortaya çıkmasında, Osmanlı ordusunda görev almış Alman subayların etkisi, Kentel’e göre, bir başlangıç teşkil etmektedir. Dolayısıyla, çöküş sürecindeki bir devletin ve dağılmakta olan bir toplumun mensuplarının psikolojisi, yenilen toplumların yenenler karşısındaki pasif konumunu bir kez daha temsil etmekte ve dışlayıcı milliyetçiliğin nedenlerini ortaya koymaktadır. Kentel’e göre bu iki anlatının etkisiyle Türk milliyetçiliği, aslında oldukça zayıf olması gerekirken, –her yöne çekilebilir olması dolayısıyla– herşeyden güç toplayabilen bir strateji halini almıştır.
Kentel, François Georgeon’un Şevket Süreyya Aydemir okumalarına dayanarak Aydemir’in Suyu Arayan Adam’ındaki genç Türk subayının, dağılmakta olan Osmanlı Devleti’ne karşı bir Türk gencinin durduğu yeri temsil ettiğini belirtti. Bu genç, büyük bir imparatorluğun topraklarını gösteren bir haritanın karşısında hem gurur duymakta hem de sorumluluk yüklenmektedir. Lakin yapılan savaşlar nedeniyle bu gencin karşısına haritalar sürekli değişerek çıkmaktadır. İşte bu ortamda, ilk önce, Turancılığın izlerini taşıyan, Batı’dan kopup Doğu’ya doğru kayan bir harita hayal ediliyor. Sevr dönemine gelindiğinde ise, Anadolu’nun küçük bir kısmını, Ankara ve çevresini içeren, kuraklığı temsil eden ve sarı renkle gösterilen bir bölge Türklere kalıyor.
Bugün de karşımıza büyük Erme-nistan’ı ya da Kürdistan’ı gösteren yahut Doğu Anadolu’yu İsrail’e dâhil eden haritalar çıktığını ifade eden Kentel, insanların vatan mefhumuna sahip olabilmesi için bir haritaya ihtiyaç olduğunu ve bu haritanın da hiçbir zaman sabit kalamadığını ortaya koydu. Günümüzden de örnekler veren Kentel, gerçek ya da hayalî tehditler neticesinde haritanın, insanların zihinlerinde dahi olsa hâlâ değiştiğini belirtti. Böylece, zayıf bir milliyetçilik kurgusu inşa edilirken, paradoksal bir şekilde, kendini yeniden üretebilen güçlü bir milliyetçilik stratejisinin ortaya konduğu tespitinde bulundu.
Eskiyi ve gelenekseli tanımlayıp sınıflandırarak yeniyi ve moderni ortaya koymaya çalışan tepeden inmeci kopuş teorilerine rağmen bir de sürekliliğin olduğunu belirten Kentel’e göre insanların tarih boyunca bir şeylere inanmaları bu sürekliliğin bir unsurudur. Modern toplumların da, geleneksel toplumlarla aynı şeylere olmasa da, onlar gibi inanmaya devam ettiğini belirtti. Dolayısıyla modern milliyetçiliğin de kendi mitolojisi, kendi inandığı ötekiler ve düşmanlar, süregelen inanç çerçevesinin içeriğini oluşturmaktadır. Bu anlamda Aydemir’in anlattığı hikâye, haritayı değiştirecek tehditler ya da Sevr sendromu denen şey, bir inanç hikâyesini teşkil etmektedir. Kentel’e göre milliyetçiliği güçlü kılan da, bu inanç silsilesi içerisinde yer alan unsurlardır.
Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Kentel, Fırat Genç ve Meltem Ahıska ile birlikte gerçekleştirdikleri Parçalayan Milliyetçiliklerbaşlıklı araştırmaya değindi ve somut verilerden hareketle örnekler verdi. Çalışmada Michel De Certeau’nun Gündelik Hayatın Keşfi’nde ortaya koyduğu taktikler ve stratejiler modelinin esas alındığını belirten Kentel, milliyetçiliği bir strateji olarak gördüklerini söyledi. Buna göre milliyetçilik, burası ve ötesi diye sınırlar tanımlar ve bu anlamda bir mekâna tekabül eder. Böylece milliyetçilikler, insanların gündelik hayatlarında tüketilirler ve her tüketildiklerinde yeni bir şey olarak tekrar üretilirler.
Söz konusu araştırma kapsamında Türkiye’nin farklı yerlerinde yapılan görüşmelere göre insanların gündelik hayatlarında karşılaştıkları çıplak gözle görülebilen farklılıklar ile ilişkilerinin önemli olabileceği şehirleri seçmektedir. Mesela turistlerin bulunduğu Antalya’da yabancılarla karşılaşıldığında Türklüğün ne anlama geldiğini, sınır şehir olan Kars’ta sınır-olmanın yarattığı metaforu veyahut Maraş’ta Aleviliğin ve Diyarbakır’da Kürtlüğün ne anlama geldiğini ve Orta Anadolu’da Konya gibi şehirlerde muhafazakârlığı anlayarak, kendisi de bir şeyler anlatabilen şehirlerde milliyetçilikle nasıl evlenildiğini açıklamaya çalıştıklarını belirtti.
Kentel, milliyetçilik teorisinin bütünleştiricilik iddiasına rağmen, birilerinin eline geçtiğinde güvensizlik halinin giderilmesi için kullanıldığını ve kullanan kişinin o andan itibaren başkalarından koptuğunu belirttikten sonra, Hrant Dink’in öldürülmesinin de bu çerçevede düşünülmesi gerektiğini ifade etti.