Bektaşilik Sonrası Osmanlı’da Tarikat Politikaları

Paylaş:

Tez-Makale Sunumlarının Eylül ayı misafiri Muharrem Varol ile Marmara Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezi çerçevesinde Bektaşiliğin ilgası sonrasında Osmanlı Devleti’nin tarikat politikaları üzerine konuşuldu.

Tekke ve zaviyelerle ilgili literatürün genelde birbirinin tekrarı niteliğinde olduğuna dikkat çeken Muharrem Varol’a göre bu noktada iki metodolojik sorun gözlemlenmektedir: Tekke ve zaviye çalışanlar genelde ilahiyat formasyonludur. Hazırladıkları çalışmalarda arşiv belgelerinden yeterince yararlanmamaktadırlar. Ayrıca bu çalışmalar savunmacı bir refleksle yazıldığından tasavvufî hayat bağlamında tarikatlar ve şeyhler hakkında ideal tablolar çizilmekte ve tekke ve müntesiplerine yönelik eleştiri kapısı kapatılmaktadır. Bunların da ötesinde kitabî olmaktan kaynaklanan birtakım silsilevi, eserden esere aktarılan yanlışlıklar sözkonusudur. Bir diğer husus, 19. yüzyıl Osmanlı tasavvufî hayatına dair elimizde bol miktarda ansiklopedik bilgi kabilinden devasa çalışmalar bulunmasına rağmen, 1866’da kurulan ve 19. yüzyıl tasavvufî hayatı için önemli bir müessese olan Meclis-i Meşâyih’in ilk nizamnamesi bile henüz gün ışığına çıkarılmamıştır. Hem birinci hem de ikinci nizamnameye Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden ulaşan Varol, bu suretle daha önce birtakım otoritelerden –kaynağı sorgulanmadan– alınan kitabî bilgilerdeki bazı hataları tashih etme imkânı bulmuştur.

Dört bölümden müteşekkil tezin birinci bölümünde 1826’da kaldırılan Bektaşilik merkeze alınmakla beraber, devletin ayrı bir tehdit olarak gördüğü Halidiliğe de yer verilmektedir. İkinci bölümde Tanzimat’ın uygulamalarıyla tekkelerin nasıl bir değişime uğradığı ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde tekke-siyaset ilişkisi ve Meclis-i Meşâyih’in kurulmasına giden süreç incelenmektedir. Dördüncü bölümde ise Edirne-Yanya-Selanik örnekleri üzerinden 1826-1866 yılları arasındaki devlet-tekke ilişkileri irdelenmektedir.

Devlet ricalinin Bektaşîliğe –olumsuz– bakışını gösteren bir hikâye ile tezine başlayan Varol’a göre, devlet arşivleri incelendiğinde, aslında bu tip vakalar başat bir etkiye sahip değildir, ancak Bektaşilerin dine ve dinin ritüellerine karşı sergiledikleri lakayt tavırlar bu tarikatın yasaklanmasına giden süreçte devlet tarafından kullanılan meşrulaştırma araçları olmuştur. Dolayısıyla Bektaşiliğin kaldırılması doğrudan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile alakalıdır.

Öte taraftan, Bektaşilik meselesini çok önemseyen II. Mahmud, siyaset-din ilişkisi bağlamında ta cumhuriyete kadar süren bazı kalıplaşmaların da banisidir. Binaenaleyh din-siyaset ilişkisini anlamanın yolu II. Mahmud’un saltanat eserlerini iyi okumaktan geçmektedir. II. Mahmud, tebaasının Müslüman olmasını çok iyi kavramış bir hükümdardır. Takvim-i Vekâyi’nin her sayısında tekke ve zaviyelerle ilgili propaganda amaçlı yazılar vardır ve her sayıda II. Mahmud yaptığı bir tekke ziyaretini özellikle yayınlatır. Gazetede çıkan bu ve benzeri haberlerle devlet, Bektaşiliğin kaldırıldığı bir ortamda diğer tekkelere yakın durarak Sünni-Hanefi çizgide bir devlet yönetimi anlayışına sahip olduğunu halka göstermektedir.

Bu dönem üzerine yapılan çalışmaların çoğunda Bektaşiliğin kaldırılmasından sonra devlet tarafından ön plana çıkarılan tarikatların Mevlevilik ve Nakşibendilik olduğu söylenegelmektedir. Bu, kısmen doğru olmakla beraber eksik bir değerlendirmedir, çünkü bu iki tarikatın yanı sıra Hasarizade Tekkesi/Sadi Tekkesi-Süleyman Sudi Efendi, Aziz Mahmut Hüdayi Tekkesi-Ruşen Efendi, Keşfi Cafer Tekkesi-Yunus Efendi, II. Mahmud’un kendisine bağladığı önemli tekke merkezleri ve şeyhleridir.

Daha sonra Tanzimat’ın bazı uygulamalarından dolayı tekkelerle ilgili ortaya çıkan sıkıntılara değinen Varol, 1826 yılında kurulan Evkaf-ı Hümayun dairesinin, önemli gelirlere sahip tekkelerin gelirlerini zapt edip bir havuzda toplamaya başladığına ve fakat kontrollü bir şekilde aylıklara bağlayarak tekrar tekkelere verdiğine dikkat çekiyor. Son tahlilde Evkaf-ı Hümayun’un kurulması tekkelere yaramıştır: Çünkü pek çok tekke mensubu tekkesini tamir ettirmek, maaş almak vb. nedenlerle devlete başvurmaya başlar. Bu ekonomik bağımlılık tekkeleri devletin siyasî denetim mekanizmasına açık hale getirir ve Meclis-i Meşâyih’in kurulması bu sürecin bir uzantısıdır. Devlet böylece “destek siyaseti” tabir edilen bir siyaseti uygulayarak tekkelere birtakım hizmetler sunmaktadır.

Özetle; 1826 devletin tekkeleri modern anlamda daha çok denetim altında tuttuğu bir dönemin başlangıcıdır ve 1866’da kurulan Meclis-i Meşâyih ile bu durum kristalize hale gelir. Arşiv vesikalarının da yardımıyla bu süreçte meydana gelen olayları anlamaya çalıştığını söyleyen Varol, arşiv belgelerinin tekrarlana gelen yanlışları tashih etmede de faydadan hali olmadığının da altını çiziyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir