İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz: Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin tertip ettiği Tezgâhtakiler toplantı serisinin Şubat ayındaki ikinci konuğu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Kara’ydı. Yoğun bir katılımın gerçekleştiği toplantıda, Kara’nın düşünce tarihi bakımından şerh ve haşiyeleri konu edindiği İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz: Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not adlı kitabı üzerine konuşuldu.
Metin merkezli medeniyet tasavvuru, modern dünyanın vahyi öteleyip aklı önceleyen dünya görüşüyle karşılaşıncaya kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Fakat bu karşılaşmadan sonra Müslümanların dillerini ve zihniyetlerini muhafaza eden en önemli unsur olan klasik eserlerle kurulan irtibat giderek zayıflamıştır. Kara, bu zayıflama sürecinde Osmanlı ilim geleneğini oluşturan eserlerden şerh ve haşiyelerin tasfiye edilmesinin önemli bir rolü olduğunu belirterek konuşmasına başladı. Mezkûr tasfiyenin XIX. yüzyılda devreye girerek müfekkirlerin tarih içinde geriye doğru ilmî sürekliliği takip etmesini son derece zorlaştırdığını söyleyen Kara, İslâm ilim mirasının zenginliğini yansıtan şerh ve haşiyelerin tasfiyesinde ulemanın rolünün çok az olduğunu vurguladı. İslâmî ilimlerin hâlihazırdaki durumunun ve ne şekilde devam edeceğinin şerh ve haşiyelerle irtibatın yeniden gözden geçirilmesine bağlı olduğunu vurgulayan Kara, şu anda İslâmî ilimlerle meşgul pek çok kişinin yollarına nasıl devam edeceği hususunda kararsız olmasını da bu meseleye yönelik ilgilerinin zayıf olmasına bağladı.
Batı’daki tarih yazıcılığının en önemli güzergâhlarından biri olan Annalesekolüne mensup araştırmacıların kitaplarla ve kitapların telif yöntemleriyle ilgilendiğini belirten Kara, Türkiye’de hâlâ bu tarzda ilmi çalışmalar yapılamadığını söyledi. Batı medeniyetinin metin merkezli çalışmalar yapan birçok akademisyen tarihçi yetiştirdiğini, fakat ülkemizde eserlerin bu yönüyle meşgul tarihçilerin maalesef bulunmadığını ifade etti. Kara, ayrıca tarihçiler için kitapların telif tarzının ve tekniğinin çok önemli olması gerektiğini, bu vesileyle ilimlerin gelişim aşamasının görülebileceğini de vurguladı. İslâm geleneğinde şerh ve haşiye türü eserlerin ilmî eğitimin merkezinde durduğunu belirten Kara, bu metinler üzerinden eserler arasındaki irtibatı tespit etmenin mümkün olduğunu ifade etti. Şerh ve haşiyelerin farklı eksenlerde (kronoloji, coğrafya, mezhep, meşrep, tarikat vb. kıstaslarla) okunabilmesi imkânına dikkat çeken Kara, bir esere yapılan şerhlerin, o eserin ait olduğu ilmin tarihini belirleme anlamında son derece dikkate değer olduğunu belirtti. Bu minvalde, İslâmi ilimlerin tarihini yazma konusunda oldukça geri olduğumuzu söyleyen Kara, kitapların kendilerine has maneviyatının ise unutulan bir başka husus olduğunu hatırlattı.
Türkiye’de gerçek bir ilim ve fikir hayatının olmayışının şerhlerin hakikatiyle yüzleşilmemesinden kaynaklandığını ifade eden Kara, klasik Arapça dersinin ilahiyat fakültelerinin müfredatına dâhil edilmemesinin ne gibi sonuçlar doğurduğunun bir türlü anlaşılamadığını belirtti. Kara, üniversitelerdeki edebiyat veya tarih gibi bölümlerin klasik Türkçe açısından oldukça zayıf olmasının da yazma eserlerle irtibatsızlıkla alakalı olduğunu ifade etti.
Son birkaç yıldan beri açılmakta olan ilahiyat fakültelerinden bir kısmının klasik eğitim tarzını ve medreseyi model alması, bir kısmının da teoloji fakültesi olarak yoluna devam etmesi gerektiğini düşünen Kara, ilahiyatçılık mesleğinin yine ilahiyatçılar tarafından dönüştürülebileceğini söyledi. Diğer yandan, şerh ve haşiye meselesi çözülmeden Türkiye’de çağdaş düşünce tarihi yazılamayacağını vurgulayan Kara, Türkiye tarihi yazılmadan dünya tarihi yazılamayacağını, dünya tarihi yazmayan bir medeniyetin de esasen medeniyet sayılamayacağını belirterek konuşmasını nihayete erdirdi.