Matematiksel Nesnelerin Ontolojisi ile Doğaya İlişkin Matematiksel Bilginin Meşruiyeti Açısından Nefs el-Emr Nazariyesine Giriş

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Dîvân Toplantıları’nın Ocak ayındaki konuğu, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi İhsan Fazlıoğlu’ydu. Fazlıoğlu, nefsü’l-emrkavramının kelam, felsefe, tasavvuf ve mantıkta farklı kullanımlarının bulunduğunu, ancak meseleyi sadece matematiksel nesnelerin ontolojisi ve doğaya dair matematiksel bilginin meşruluğu açısından ele alacağını belirterek, klasik metinlerden hareketle bir kavram analiziyle sunumuna başladı. Fazlıoğlu, “nefsü’l-emr” terkibinin lafzen İbn Sînâ’nın eserlerinde ve daha ziyade “mahiyet” anlamında kullanıldığını, konunun ayrı bir başlık altında ilk kez Fahreddin Râzî tarafından işlendiğini ve kavram hakkındaki ilk eseri de Nasirüddin Tûsî’nin kaleme aldığını belirtti.

Bu noktada nefsü’l-emrhakkında eser veren kişilere değinen Fazlıoğlu, konu etrafında yapılan tartışılarla ilgili kısaca bilgi verdi. Fazlıoğlu’na göre, çoğunlukla fakih kimliğiyle bilinen ve hem Tûsî’nin arkadaşı hem de Kutbuddin Şîrâzî’nin hocası olan Şemsüddîn Kîşî’nin Tûsî’nin “akl-ı küll”üne yazdığı şerhten sonra nefsü’l-emr kavramı ontolojik ve mantıksal açıdan ele alınmaya başlanmıştır. Ardından, Semerkand ekolünün çalışmalarıyla Cürcânî konuyu yeniden ele almış ve böylece nefsü’l-emr kavramı etrafındaki araştırma ve tartışmalar derinleştirilerek matematik nesnelere ontolojik bir zemin bulma çabasına girilmiştir.

Fazlıoğlu, ayrıntılı bilgi vermek amacıyla Mehmed Emîn Şîrvânî’nin metninden bazı pasajlar okuyarak konuyla ilgili tartışılan kavram ve meseleleri ortaya koydu. Bu bağlamda aklın tecridile intizaameliyeleri arasında bulunan önemli farka işaret eden Fazlıoğlu, tecritte ulaşılan nihai şeyin eşyanın mahiyetine tekabül ettiğini, intiza ile elde edilenin ise daha çok formlardan ibaret olduğunu belirtti. Bu açıklamalardan hareketle Fazlıoğlu, nefsü’l-emr teorisinin aslında yargıların uzayıyla ilgili bir araştırma olduğuna vurgu yaptı. Fazlıoğlu’na göre asıl tartışma, vehmî oldukları için dış âlemle ilgili yakinî bilgi sağlayamayacağı düşünülen matematiksel kavram ve yargıların hakikat hakkında yol gösterici bilgi verebileceklerinin gösterilmesi konusunda olmuş ve tartışmanın kilit önermesi de “itibari olanın hakiki olanı açıklayabileceği” şeklinde ifade edilmiştir.

Nefsü’l-emr teorisinin teknik kısmında ise Fazlıoğlu, vehmî kavramlar ile bunlara dair ahkâm ve yargıların dış âlemi açıklamada birer “model” olarak kullanılamayacağı şeklindeki eleştiriyi ele aldı. Fazlıoğlu’na göre, nefsü’l-emr teorisi matematiğin doğayı açıklayabilecek bir enstrüman olup olmadığı sorusuna cevap bulmak amacıyla ortaya konmuştur. Konunun mihenk noktası, doğayı açıklamada matematiğe mi yoksa fiziğe mi başvurulacağı meselesidir. Nefsü’l-emr teorisini savunanlara göre, dış dünyada varolanlar vehmî kavramları zorunlu olarak gerektirdiği için bu kavramlarla ilgili yargılarımız da dış dünya hakkında güvenilir bilgi verirler. Çünkü vehmî kavramların dış dünyada varolanlardan sökülüp atılabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla nefsü’l-emr teorisi, aslında matematiksel bilginin değerine dair yapılan bir tartışmadır ve amacı da vehmî kavramlar üzerine inşa edilen yargıların dış âlem hakkında doğru ve yakinî bilgi verdiğini ortaya koymaktır.

Fazlıoğlu’na göre temel sorun “şeyin bilgisinin” nasıl elde edileceğiyle ilgili olmuştur. Zira bilgi her zaman “bir şey”in bilgisidir. Buna göre “mevcud” veya “varolan”, “farazi” ve “hakiki” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır: Salt farazî varlıklar itibari olmaları, intiza kaynaklarının dış âlemde bulunmaması, dış âlemde muvafık olabilecekleri bir gerçekliğin yokluğu ve bunlar üzerine inşa edilen yargıların herhangi bir şeye mutabık olmaması gibi özelliklerinden dolayı bize herhangi bir gerçeklik hakkında bilgi vermezler. Buna karşılık nefsü’l-emr teorisinin kapsama alanını oluşturan hakikî varlıklar ise, aynîve zihnîolmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Farazî varlıkların tersine, dış âlemde intiza kaynakları bulunduğu için bunlar salt itibarî değildir. Bu nedenle vakaya ne mutabık ne de muhaliftirler. Sahip oldukları bu özelliklerden dolayı zihnî-hakikî-mevcut hakkındaki yargılar dış dünyaya mutabık olabilmektedir. Başka bir deyişle, hem mahiyet hem de yargı açısından nefsü’l-emrde vakaya mutabıktırlar.

Böylece nefsü’l-emr teorisi ortaya çıktıktan sonra İslâm düşüncesinde kullanılan hakikatin alanı değişerek hem aynî hem de zihnî varlıkları kuşatır hale gelmiştir; oysa bundan önce hakikî olan sadece “aynî ve dış dünyada bulunan” anlamında kullanılıyordu. Fazlıoğlu’na göre, bu nedenle nefsü’l-emr teorisinin olgunlaşmasından sonra hakikat “dış dünyaya mutabık” şeklinde değil, “nefsü’l-emre mutabık” şeklinde tanımlanmaya başlamıştır. Nefsü’l-emr teorisiyle birlikte İslâm düşüncesinin kadim kültürlerden aldığı atıl unsurlardan kurtularak yeni bir tabiat felsefesi ortaya koyduğunu belirten Fazlıoğlu, konuyla ilgili klasik metinlerden farklı pasajlar aktararak sunumuna son verdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir