Osmanlı Dönemi Tercüme ve Şerh Geleneği (XIII-XIX. Yüzyıl)

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi ve Sanat Araştırmaları Merkezi’nin birlikte düzenlediği toplantıda Sadık Yazar, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda 2011 yılında tamamladığı “Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği” başlıklı doktora tezi çerçevesinde bir sunum yaptı.

Konuşmasına tez başlığıyla ilgili birkaç hususa dikkatleri çekerek başlayan Yazar, Osmanlı döneminde Azerbaycan’dan Balkanlar’a ve Anadolu’dan Mısır’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada Batı Türkçesiyle eser üretimi yaygın olduğundan “Anadolu sahası” tabirini Batı Türkçesinin bir temsilcisi olması hasebiyle kullandığını ifade etti. Gerek kavramsal olarak gerekse literatür bağlamında “şerh” ve “tercüme” kelimeleri birbiriyle paralel çizgide oldukları için çalışmasında yalnızca tercümeyi veya şerhi değil her iki kavramı da ele aldığını belirtti. Diğer bir gerekçe ise, kavram olarak bu kelimelerin birbirinin yerine kullanılması, hatta çalışma yapılan döneme ait bazı tercümelerin şerh niteliği taşıyabilmesidir. Yekta Saraç’ın kaleme aldığı ve Kültür Bakanlığı’nın yayınladığı dört ciltlik Türk Edebiyatı Tarihi’nde yer alan “Şerhler” makalesinin teze ilham kaynağı teşkil ettiğine değinen Yazar, daha sonra tezinin amacı, yöntemi ve kaynakları hakkında bilgi verdi.

Çalışmasına çevrimiçi veri tabanlarını, biyografik/bibliyografik kaynakları ve yazma kütüphanelerinin kataloglarını tarayarak başladığını ifade eden Yazar, eser ve müellif isimlerinden hareketle kapsamlı bir liste oluşturduktan sonra bahsedilen tercüme ve şerhlerin nüshalarını görme gereği duyduğunu belirtti. Özellikle Süleymaniye Kütüphanesi’nde yoğun bir çalışma yürüttüğünü belirten Yazar, eserin nüshasını görmemenin doğurabileceği muhtemel hatalardan kaçınmak için Konya, Kastamonu, Çorum ve Diyarbakır’daki kütüphanelerdeki yazmaları da görmeye çalıştığını söyledi. Yazar, bu araştırmalar esnasında adında “şerh” veya “tercüme” kelimeleri geçmeyen fakat içerik itibariyle şerh veya tercüme niteliğindeki eserlerle de karşılaştığını zikretti.

Yazmaların listesini tamamladıktan sonra onları tasnif etme gereği duyduğunu belirten Yazar, çalışmaya başlarken asıl ilgisinin edebi tercüme ve şerhlere yönelik olması nedeniyle ortaya çıkan listeyi edebi ve edebiyat-dışı tercüme ve şerhler diye ayırdığını söyledi. Yazar, tezi, (Osmanlı Devleti’nin kurulduğu) XIII. yüzyılın sonları ile (Batı kaynaklı tercümelerin bütün ilim alanlarına yayılmaya başladığı) XIX. yüzyılın başları arasındaki tarihsel dönemle sınırlandırdığını ifade etti.

“Tercüme ve Şerh Geleneği Hakkında Genel Bilgiler”, “Edebi Tercüme ve Şerhler” ve “Edebiyat Dışı Tercüme ve Şerhler” şeklinde üç bölüme ayırarak tezi hazırlayan Yazar, çalışmasında şerhle ilgili temel kavramlara ve Batı edebiyatındaki şerh geleneği gibi konulara yer verdikten sonra Klasik Türk Edebiyatı’ndaki şerh geleneğinden söz etmektedir. Ona göre bu gelenek XV. yüzyılda başlasa da, XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşmıştır. XVIII. yüzyıl ise yaygınlığın zirve noktası olmuştur. Yazar, tezinde edebi tercümeleri tanıtırken eser ve müellifi hakkında bilgi verdiğini, fakat edebiyat-dışı tercümelerden bahsederken yalnızca eser ve müellif adı verip eserin bulunduğu kütüphane veya derlendiği kaynağa gönderme yapmak suretiyle bir liste yaptığını ifade etti.

Tercüme meselesinden bahsederken tarihsel olarak Abbasiler dönemindeki, Toledo okulundaki tercümelere, genel olarak Türklerdeki, Uygurlardaki, Mısır’daki ve Çağatay sahasındaki Türkçe tercümelere ve Osmanlı dönemi tercümelerine değinen Yazar, Anadolu sahasındaki ilk tercümelerin beylikler zamanında yapıldığını ilave etti. Yazar, bu dönemde kaleme alınan eserlerin neredeyse tamamının tercümelerden oluştuğunu ve hem edebi geleneğin hem de Türkçenin tekâmülünde tercümelerin önemli katkılarının olduğunu belirtti.

Osmanlıların hamiliğindeki tercüme geleneğinin daha sonraları başladığını ve II. Murad zamanında tercümelerde bir artış olduğunu aktaran Yazar, bu dönemlerde siyasetname türündeki eserlerin tercümesinde bir yoğunluk olduğunu söyledi. Fatih’ten itibaren tercüme geleneğinin yerleştiğini, bazı eserlerin (Leylâ ile MecnûnEsmâ-ı Hüsnâvb.) tercüme edilmesinin moda halini alabildiğini zikretti. Yazar, Osmanlı tercüme geleneği ile ilgili pek çok ayrıntının tezinde yer aldığını belirttikten sonra bazı tercüme şekillerinden ve yöntemlerinden bahsederek sunumunu tamamladı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir