Osmanlı Öncesi Anadolu Kronikleri III Rahatu’s-Sudur Ayetu’s-Sürur

Paylaş:

1957 yılında Farsça aslından Türkçeye Tarih Kurumu öncülüğünde Ahmed Ateş tarafından kazandırılan iki ciltten müteşekkil Râvendî’nin Selçuklu hanedanını anlatan Rahatu’s-sudûr ayetu’s-sürûr adlı eseri Marmara Üniversitesi’nden Harun Yılmaz’ın sunumu ile tartışıldı.

Yılmaz, öncelikle Râvendî hakkında dinleyicileri bilgilendirdi. Müellif, ulema ailesine mensup biri… Büyük Selçuklular’ın dağılma sürecinde yaşamış ve hanedanın Irak kolundan Tuğrul’un gözde nedimleri arasında bulunmuş. Râvendî eğitimini dayısından almış. Yılmaz, yazarın bu konuya sıklıkla değindiğine dikkat çekiyor. Ayrıca dayılarının güzel yazı yazma sanatını sultana ve saray çevresine öğretmelerinin Râvendî’nin sarayda kalmasında etkili bir vesile olabileceği kanaatinde.

Saray çevresinde vakit geçirmesi birçok âlimle irtibat kurmasına yol açıyor. Sultan Tuğrul’un elçilik görevlerinde bulunuyor ve 1189 yılında ülkede çıkan siyasî karışıklıklar sonrasında sarayla irtibatı kesiliyor. Râvendî bu olaylardan sonra zengin bir ailenin himayesine giriyor. Harzemşahlar’ın bölgeye hakimiyetinden sonra uzlete çekilen yazar, Konya’da Keyhüsrev’in yanına gelene kadar sarayla irtibat kuramıyor. 1203 yılından sonra da eserini yazmaya başlıyor. Yılmaz’a göre, Âl-i Selçuk ve Keyhüsrev’e ithaf edilen eserin iki farklı yazılış amacı olabilir. Bunlardan ilki –yazarın kitapta beyan ettiği gibi– öldükten sonra arkada kalıcı bir eser bırakma endişesidir. Satır aralarından okunan ikinci amaç ise, hayatta maddî-manevî kazancının tamamını Selçuklular’dan elde eden birinin, geçmişte yaşadığı izzet ve ikramı tekrar geri kazanma isteğidir. Eser üslup ve metot açısından şiirler ve darbımesellerle dili ağırlaşan muhtasar bir üsluba ve düzenli bir yapıya sahip. Yazar, sultanları anlatmaya başlamadan önce onların doğum tarihlerini veriyor. Daha sonra kaç yıl hükümdarlık yaptıklarını, vezirlerinin ve hâciplerinin kimler olduğunu aktarıyor. Bu bilgilerin ardından Râvendî, sultanların fiziksel özelliklerinden, kişiliklerinden ve ahlâklarından bahsediyor.

Öte taraftan, müellifin sarayda bulunması ve Selçuklu Sultanı Tuğrul’a yakın olmasından dolayı kitabın kaynak değeri oldukça yüksek. Irak Selçukluları’nın 1194’teki yıkılışını anlatarak son bulan eserin muhtevasına bakıldığında siyasetnâme ve nasihatnâme literatürü açısından dikkate değer bilgiler karşımıza çıkıyor. Eser kendisinden önce yazılanlardan istifade ettiği gibi, Tevârih-i Âl-i Selçukgibi sonraki dönem kitaplara da kaynaklık ediyor. Muhteva açısından dikkate değer bir diğer nokta, özellikle İslâm siyaset düşüncesi çalışmalarında önplana çıkan bazı lakapların ve unvanların kitabın tarih kısmında zikrediliyor olmasıdır. Eser, Âl-i Selçuk hakkındaki değerlendirmeleri, savaş sanatı ve tekniği hakkındaki görüşleri, satranç, ok atmak, güzel yazı yazmak, sultanın ordusuna nasıl davranması gerektiği, onların avları, eğlenceleri ve içki gibi bahisleri de içinde barındırıyor. Ayrıca her bir bölümün ve kitabın sonunda yazar, Keyhüsrev’in önceki sultanların hayatlarından ve yaptıklarından neleri kendisine ders olarak alması gerektiğine de değiniyor.

Yılmaz eseri, hayatta kazandığı her şeyi Selçuklular’a borçlu olan bir adamın, yani Râvendî’nin eski günlerine dönme arzusunun bir sonucu olarak değerlendiriyor. Bununla birlikte, kitabın orijinalitesinin diğer siyasetnâme ve nasihatnâme türündeki eserlerle karşılaştırmalı bir çalışmayla ortaya konabileceğinin de altını çiziyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir