Aşırılıkçılığa Karşı İbn Teymiyye (Ibn Taymiyya against Extremisms)
İslâm düşünce tarihinde klasik sonrası dönemde selefî düşüncenin en önemli temsilcisi olarak kabul edilen İbn Teymiyye’nin şöhreti, Batılı İslâm araştırmalarında genel olarak 20. yüzyılda İslâm dünyasının farklı bölgelerinde “cihad” fikri etrafında gelişen İslâmî hareketlerin, özel olarak ise 11 Eylül sonrasında varlığından haberdar olunan el-Kaide’nin “fikir babası” olarak yaftalanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yafta sebebiyle çoğu zaman “aşırılığın teorisyeni” olarak da görülen İbn Teymiyye hakkındaki bu algının ne oranda gerçeği yansıttığı sorusu, Mayıs ayında Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Dîvân Toplantıları’na konuk olan Yahya Michot tarafından ayrıntılı bir şekilde ele alındı.
Hartford Seminary’de (Connecticut, U.S.) İslâm araştırmaları ve Müslüman-Hristiyan ilişkileri alanında çalışmalarını sürdüren ve akademik çevrelerde daha ziyade İbn Sînâ ve İbn Teymiyye hakkında kaleme aldığı eserleriyle tanınan Yahya Michot, yeni yayınlanan kitabı Against Extremisms’ten (Albouraq Editions, Beyrut 2012) hareketle kurguladığı konuşmasında İbn Teymiyye’ye dair Batılı algının üç noktada toplandığını belirtti: (a)Dâru’l-harb/küfür-dâru’l-İslâm ayırımına eserlerinde çok belirgin bir yer vermesi. (b)Herkesi tekfir etmesi. (c)Zalim yöneticiye isyanı ve zalim yöneticinin öldürülmesini caiz görmesi.
İbn Teymiyye ile ilgili birinci suçlama dolayısıyla meşhur Mardin Fetvası’na değinen Michot, 2010 yılında Mardin’de toplanarak bu fetvayı yeniden ele alan ve İbn Teymiyye’nin fetvasının cihad hareketleri tarafından yanlış anlaşıldığını, bu yanlış anlamanın arkasında da fetvanın orijinalindeki yanlış okumaların bulunduğunu ileri süren ilim adamlarını eleştirerek bu yaklaşımın da İbn Teymiyye’yi cihad hareketlerinin aşırı yorumundan bir başka aşırılık, yani pasiflik yönünde yorumlamak anlamına geldiğini belirtti. Fetvanın elimizdeki yazmalarının farklı okumalara olanak tanıdığına işaret eden Michot, İbn Teymiyye’nin bu fetvayla Mardin’i, salt dâru’l-harb/küfr veya dâru’l-İslâm olarak nitelemeyip onu her iki dârdan da özellikler taşıyan üçüncü bir kategoriye (mürekkeb) yerleştirdiğini ve fetvadaki “İslâm şeriatından çıkanların öldürülmesi” ifadesinde kastedilenlerin gayrimüslimler değil, İslâm’ı yeni kabul etmiş olan, ancak İslâm şeriatının gereklerini yerine getirmeyen Moğollar olduğunu vurguladı.
İbn Temiyye’nin zannedildiğinin aksine güçlü bir sûfî geleneğin parçası olduğuna işaret eden Michot, Hallâc-ı Mansur’dan Abdulkâdir Geylânî’ye kadar Hanbeli mezhebi içinde bir sûfî damarın bulunduğuna ve İbn Teymiyye’nin de eserlerinde bu yaklaşımın izlerinin yoğun bir şekilde mevcut olduğuna dikkat çekti. Michot, İbn Teymiyye’nin eserlerinden yaptığı iktibaslarla onun İslâm’ın aşırılıkları hoş görmeyen bir “orta yol” dini olduğu, farklı mezhep ve meşreplere saygı ve hoşgörü göstermenin gerekliliği, aşkın ve sevginin dinin özünü oluşturduğu yönündeki görüşlerini dinleyicilere aktararak, herkesi tekfir eden acımasız bir insan olduğu şeklinde çizilen portresinin gerçeği yansıtmadığının altını çizdi.
Son olarak İbn Teymiyye’nin zalim yöneticilere isyan etmeyi teşvik ettiği ve bu tür yöneticilerin öldürülmesine cevaz verdiği yönündeki modern algıyı ele alan Michot, İbn Teymiyye’nin bu konudaki fetvasını İslâm topraklarını işgal eden Moğollara karşı verdiğini, dolayısıyla bu fetvadan hareketle 20. yüzyılda bazı İslâmî hareketlerin yerel yöneticilere karşı başlattıkları isyanların meşrulaştırılamayacağını ifade etti.