Mimarlık ve Hafıza

Paylaş:

SanatHafıza toplantı dizisinin üçüncü oturumunda Aralık ayı boyunca konuyla ilgili dört sunum yapan Prof. Dr. Bülent Tanju’yu ağırladık. Bülent Tanju’nun sunumların ilki “Mimarlık ve Hafıza” üzerineydi.

Tanju, konuşmasına Türkiye’de ve dünyada hafızanın mimarlık içinde ve diğer alanlarda kullanımında belirli bir ortaklık olduğu iddiası ile başladı. Türkiye kültür tarihinde hafıza kavramının kullanımını tartışmak için mimarlık alanının uygun bir zemin olduğunu iddia eden Tanju, Deleuze dolayımında hafıza ve mimarlığı ele alan konuşmasında Deleuze’ün, Bergsonculukadlı eserinden yola çıkarak, Bergson’a göre zaman ve mekân kategorilerini birbirinden bağımsız iki unsur olarak ele alamayacağımızı belirtti. Oysa mimarlık bilgisi büyük oranda zamandan arındırılmış mekân üzerine kurulmuştur. Tanju’ya göre, Deleuze ve Bergson’un getirdiği yeni açılımlar birkaç istisna dışında mimarlık düşüncesine tahvil edilememiştir.

Bülent Tanju, Deleuze’ün kitabı hakkında konuşmaya şu hayatî noktadan devam etti: Batı felsefesi kendi sorunsalını teklik ve çokluk üzerinde kurmuştur, halbuki Bergson âlemi tekliğe indirgenmeyen ve basitçe tikellerin teşekkülünden müteşekkil bir çoğulluk şeklinde de anlaşılmayan bir çoğulluk şeklinde kavrar. İki tikel nesne her zaman iki ayrı mekân-zamanı kaplamaları hasebiyle hiçbir zaman birbirinin tekrarı ve aynı değildir.

Bergson Madde ve Bellekeserinde maddeyi hafızasız varlık diye, maddenin değişimini ise nicel değişim şeklinde, yani türsel bir farklılık yaratmayan süre içindeki transformasyon olarak tanımlar. Örneğin bir kayanın dağılması, değişmesi nicel bir farklılaşmadır. Oysa organik canlıların değişimi, yani hafızanın yaptırdığı namütenahi nitel farklılık üretmektir. “Hafıza alanında üretilen ürünlerde bir ‘kesinlik yoksunluğu’ vardır” der Bergson. Fakat bu kesinlik yoksunluğu pozitivist anlamda kullanılan bir kavram değildir, bilakis her tikel duruma uygulanacak bir üst modelin olmadığını, böylece her tikel durum ve aktüel oluşta yeniden revize etmemiz gereken üst modellerin hafıza alanında var olduğunu iddia etmektedir.

Tanju’ya göre, Deleuze’ün buradan hareketle hafıza üzerine bir ontoloji geliştirdiğini söylemek mümkündür. Şimdi tüm bir geçmişi ve tüm bir geleceği içerisinde taşır. Bu anlamda şimdi geçmiş ve geleceğin sıkıştığı bir noktadır. Bu birikme noktasında gelecek, tüm geçmişlerin ihtimalleriyle birleşerek şu ânın virtüelliğinden edimselleşir. Bu edimselleşme süreci sayısız potansiyeller içerisinden gerçekleşen bir imkândır. Tüm geçmiş şu anda sıkışmış halde bulunduğundan aslında hafıza derken süreyi anlamak da mümkündür. Bu ânı ve geleceği aynı zamanda nitel olarak kavramamızı sağlayan geçmişin tüm birikimidir ve tüm geçmiştir, hafızadır. Tüm geçmişin sıkıştığı şu andan geleceğin, gelmekte olanın ön hazırlığı olan geçmişin hafıza ile ne kadar bağlantılı olduğu görülebilir.

“Mimarın yaptığı tikel nesne sürenin etkisiyle dönüşür, mimarın öngöremeyeceği bambaşka bağlamlarda bambaşka şekillerde kullanılır ki mimarlar aslında bundan pek hoşlanmazlar,” diyen Tanju konuşmasına Deleuze felsefesinin zaman ve mekânı birbirinden kategorik olarak ayırmadığını ifade ederek devam etti. Evreni böyle kavrayınca, süre belki de zaman ve mekânın bir arada olduğu bir hal şekline girer. Süreyi kavramak bize şu çıkarımları verir: Birincisi hiçbir şey sabit değildir, her şey oluşa tabidir ve bu anlamda hiçbir eser nihai anlamıyla bitmiş değildir. Bunun gibi hiç değişmeyen sabit bir formdan da bahsedilemez. Öyleyse kağıt üzerindeki proje asla bitmiş değildir. Sabit bir forma inanınca, o formun her dönüşümü ancak bir deformasyon olarak anlaşılabilir. Deform ve reformdan ziyade ‘transform’a işaret eder bu felsefe.

Bu hat üzerinden hareket eden Bülent Tanju siluet tartışmalarında sabit, donmuş bir İstanbul siluetini savunmanın anlamsız olduğunu ifade etti. Şehirde yaşayan herkesin katılımıyla gerçekleşecek ve süre içinde evrilecek, o virtüeliteden çıkacak yeni yeni İstanbul siluetlerine açık olmak gerektiğini söyleyen Tanju, bugün içinde bulunduğumuz şimdileri çoğaltacak ve zenginleştirecek eserler üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini belirtti.

Mimarlıkla alakalı sıkça kullanılan donmuş müzik tabiri, saf zamansal olan müzik ile salt mekansal olan mimarlığı zıt kutuplara yerleştirir ve bu konumlandırma mimarlık açısından bir an evvel kurtulmamız gereken bir yargıdır, Tanju’ya göre. İkinci klişe, “Bir sanat eseri tamamlandığında ona ne bir şey ekleyebilirsiniz ne de bir şey çıkarabilirsiniz”dir. Oysa her şey bitmemiş ve kusurludur, diyen Bülent Tanju bu iki klasik tanımı mimarlık alanında unutmakta yarar gördüğünü ifade etti.

Sunum toplumsal hafıza, öznellik, kusurluluk, dil ve bu kavramların Deleuze üzerinden mimarlık bağlamındaki yeri üzerine sorular ve tartışmalarla devam etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir