2012 Türk Dış Politikası Değerlendirmesi

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi 2012’yi “2012 Türk Dış Politikası Değerlendirmesi” paneliyle uğurladı. 26 Aralık günü düzenlenen panele İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. İlter Turan, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Hasan Ali Karasar, İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Hasan Kösebalaban ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ve aynı zamanda Star gazetesinin dış haberler koordinatörlüğünü yürüten Nuh Yılmaz katıldı. Tecrübe ettiğimiz üzere 2012 dış politika açısından güvenlik eksenli bir yıl oldu. 2011’de “Arap Baharı”nın gölgesinde kalan Avrasya-Rusya ve Avro-Atlantik hattı ilişkileri bu yıl daha bir ön plana çıktı ve panelde enine boyuna tartışıldı.

Prof. Dr.İlter Turan2012 yılı Türk dış politikasını AB ve ABD ilişkileri açısından değerlendirdi. Öncelikle dış politikanın devamlı bir süreç olduğunu ve sadece kısa bir zaman dilimi dikkate alınarak yapılacak herhangi bir değerlendirmenin çok sağlıklı olmayacağını vurgulayan Turan, 2012’de Türkiye-ABD ilişkilerinin daha önceki dönemde belirlenen gelişme çizgisinde seyrettiğini belirtti. Türkiye-AB ilişkilerinde ise 2012’de her iki tarafta da bir ilgi azalması olduğunu, buna rağmen Türkiye’nin son yıllarda gösterdiği dinamizmin, AB ülkelerinde yaşayan Türk nüfusun mevcudiyetinin, ticari ilişkilerin ve ortak güvenlik kaygılarının iki taraf arasındaki bağları koruduğunun da altını çizdi.

Bilindiği gibi Güney Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığını yaptığı süreçte Türkiye, AB ile ilişkilerini mümkün olduğunca aza indirgeme kararı almıştı. Ancak ilişkilerin rafa kaldırılması veya geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görmesi iki taraf açısından da istenen bir durum değildi. Bu bağlamda ilişkilerde üyelik için gerekli fasılların kapatılması açısından aşama kaydedilmese de vize muafiyeti gibi konularda görüşmeler sürdürüldü; her iki taraf da pozitif gündem tasavvuru ile hareket etti. Geçtiğimiz yıllarda askıya alınan fasıllar hususunda Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerine dikkat çeken Turan, eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki şahsi tutumunu hatırlattı ve François Hollande döneminde Fransa’nın tutum değiştirme ihtimalinin olduğunu belirtti. Turan, 2012’de Birlik içerisinde yaşanan finansal kriz nedeniyle AB’nin Türkiye’yi gündeme almasının zorlaştığını düşünenlerin aksine, ilgi başka yönde iken pozitif gündem oluşturup yol almanın daha kolay olduğunu öne sürdü. İleriye dönük değerlendirmesinde ise Turan ilişkilerde bir hareketlenme olduğunu, 2013’te de bu hareketlenmenin devam etmesini beklendiğini belirtti.

Türkiye-ABD ilişkilerini değerlendirirken Turan, tarafların birbirine bağlılık için nedenleri olduğunun ve ilişkilerin karşılıklı fedakârlıklarla yürütüldüğünün üzerinde durdu. Her iki tarafın Ortadoğu konusundaki görüşlerinin örtüştüğünü, ancak Irak’ın iç siyasetindeki sorunlar, İsrail ile ilişkiler ve Ermeni meselesi gibi konuların halen ikili ilişkilerde bir sorun teşkil ettiğinin de altını çizdi.

Panelde tartışılan bir diğer konu Türk dış politikasının Avrasya boyutuydu. Doç. Dr. Hasan Ali Karasarkonuşmasına Anadolu-Avrasya ilişkilerinin anlaşılabilmesi için tarihî bir çerçeve çizerek başladı ve Osmanlı-Rus savaşları gibi belli başlı kırılma noktalarına dikkat çekti. Karasar’a göre 2012, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerinin kurumsallaştığı ve resmî platformlara taşındığı, özellikle ekonomik alanda ilişkilerin çok iyi seyrettiği bir yıl oldu. 2012 yılı boyunca Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ile karşılıklı resmî ziyaretler gerçekleştirildi. Rusya ile ilişkileri değerlendirirken Suriye konusunda iki taraf arasındaki fikir ve tutum farklılığına da değinen Karasar, geçtiğimiz aylarda yaşanan uçak indirme hadisesini hatırlattı. Bu olayın beklenenin aksine kriz yaratmadığını, sonrasında yapılan görüşmelerin de olumlu geçtiğini belirtti. İlişkilerin geleceği konusuna da değinen Karasar, BDT ülkeleri ile Türkiye arasındaki idari farklılıklara dikkat çekti. Türkiye son yıllarda Ortadoğu’da baş gösteren rejim değişikliklerine verdiği destekle demokrasi taraftarı imajını pekiştirmiş durumda. Bu noktada akıllara gelen soru, sözkonusu ülkelerde ortaya çıkması muhtemel devrimlere Türkiye’nin nasıl tepki göstereceği. Karasar’a göre Türkiye, uluslararası toplumun da yardımıyla gelişebilecek demokratikleşme hareketlerine destek verebilir ve ekonomik ilişkileri oldukça iyi düzeyde olan bu ülkelere karşı siyasi tavrını değiştirebilir.

Dış politika açısından geçtiğimiz yılın en önemli olayı şüphesiz ki “Arap Baharı” oldu. Özellikle Suriye’de devam eden iç savaş nedeniyle Ortadoğu, Türk dış politikasının halen en çok üzerinde konuşulan konusu. Türkiye son yıllarda diplomasiye dayalı dış politikanın önemini sürekli vurgulamakta ve komşularla sıfır sorun politikası ile hareket etmekteydi. Nuh Yılmaz’a göre “Arap Baharı”ndan sonra dış politika anlayışında bazı öncelik değişiklikleri yaşandı. Türkiye yumuşak güce dayalı mevcut dış politikasını belli ülkelerle sürdürmeye çalışsa da bazı ülkelere karşı sert gücün gündeme gelmesi ihtimaller arasında. Örneğin Esed rejiminin kimyasal silah kullanması gündeme gelirse, İsrail ve ABD’nin askerî güç yollaması kuvvetle muhtemel. Böyle bir durumda Türkiye’nin de güç kullanması gündeme gelebilir. Diğer yandan Suriye’deki kriz başka ülkelere sıçrayabilir ve Türkiye’nin bu ülkelerle olan ilişkilerini etkileyebilir. Bir diğer muhtemel sorun ise bölgedeki gelişmelerin Türk iç siyasetine yansımaları. Yılmaz’a göre eğer Suriye’de rejim düşerse yeniden yapılanma konusunda sıkıntılar yaşanma ihtimali oldukça yüksek. Siyasi dengeler mezhep üzerinden yeniden oluşturulacak ve bu esnada etnisite ve mezhep tartışmaları gündeme gelecektir ki Yılmaz’a göre bu tartışmaların Türk iç siyasetinde yankı bulması kaçınılmaz. Yine Tunus ve Mısır’da yeni anayasa hazırlanması sürecinde Türkiye sözkonusu ülkelere destek vermek durumunda kalabilir ve bu esnada yaşanan kavram tartışmaları Türk iç siyasetine de yansıyabilir. Özetle 2012’yi son derece dinamik bir yıl olarak değerlendiren Yılmaz’a göre birkaç yıl içinde kurulacak yeni bölgesel düzen önümüzdeki on yılları etkileyecektir.

Son iki yıldır Arap ülkelerinde yaşanan değişimler bölgenin tamamını ilgilendiriyor olsa da Ortadoğu’da Arap olmayan aktörler, yani İran ve İsrail, Türk dış politikası açısından önemini koruyor. Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerinin geçmişteki durumunu özetleyerek konuşmasına başlayan Yrd. Doç. Hasan Kösebalaban,daha sonraArap Dünyasında meydana gelen değişiklikler çerçevesinde İran ve İsrail ile ilişkilerimizin son dönemdeki gidişatını değerlendirdi. Kösebalaban, 2003’te ABD’nin Irak’a girmesiyle devrilen Saddam rejiminin yerine Şii-Arap bir iktidarın geldiğini hatırlattı. Ortadoğu’da Şii-Arap iktidarın İran açısından oluşturduğu avantajın altını çizerken “Amerika’nın Irak’ı altın tepsi içinde İran’a sunduğu” yorumunu yaptı. İran’ın güçlenmesinin Türkiye’nin bu ülkeye yönelik dış politikasını yeniden gözden geçirmeye sevk ettiğini söyleyen Kösebalaban, bunun etkisiyle Türkiye’nin İsrail ve Suriye’ye bakış açısını da değiştirdiğini belirtti. Kösebalaban, İsrail konusunda Türkiye’nin izlediği politikayı sadece insan hakları ve Filistin meselesi üzerinden değerlendirmiyor, Ankara’nın oldukça realist bir politikayla İsrail’i karşısına alarak Arap kamuoyunun desteğini arkasına almayı başardığını düşünüyor. 2007-2011 yılları arasında Ortadoğu’da müzakereci ve arabulucu rolü üstlenen Türkiye, 2011’den bu yana realist bir politika izleyerek Ortadoğu’da İran’ın güçlenmesine ve “Arap Baharı”yla değişen dengelere ayak uydurmaya çalışıyor. Bu noktada Türkiye, İsrail ile siyasi ilişkilerini kesip ekonomik ilişkilerini sürdürerek durumdan zarar görmeden çıkmaya çalışıyor. Konunun Amerika boyutunu da ele alan Kösebalaban, iki ülke arasındaki gerilimin Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkileyeceği yönündeki öngörülerin boşa çıktığını düşünüyor. Nitekim eskiye nazaran ABD, dış politikada İsrail’den daha bağımsız hareket ediyor ve bu da Türkiye’nin işine yarıyor. Kösebalaban 2012’ye dair genel bir yorum yaparak Türkiye’nin doğalgaz ve enerji kaynakları açısından Rusya ve İran’a bağımlı olduğunu, öte yandan Suriye meselesinde görüldüğü gibi kendi askerî güvenliğini sağlamada Batı’ya muhtaç bir görüntü çizdiğini, her iki durumun da imajımız açısından olumlu olmadığını vurgulayarak konuşmasını tamamladı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir