Müzelerde Eğitim Etkinlikleri
Müze eğitimi dediğimiz zaman ne anlıyoruz? Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde öğretim üyesi olan konuğumuz Kadriye Tezcan Akmehmet bu soru ile konuşmasına başladı. Kendisiyle “Sanat Tarihine Mümkün Bakışlar” dizimizin on ikinci oturumunda sanat tarihi disiplininin depoları olma vazifesi gören müzelerin biriktirdiklerinin insanların eğitimlerine nasıl ve ne derece etkin katkılar sağlayabileceğinin peşine düştüğümüz bir konuşma gerçekleştirdik.
“Müze eğitimi dediğimiz zaman ne anlıyoruz?” sorusu, müze etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirilen her bir programı, okul gezilerini, konuşma dizilerini cevap olarak düşündüğümüz halde, düzenlenen sergilerin de bu soruya verilecek cevaplardan biri olabileceğini hiç düşünmediğimiz gerçeğini ortaya çıkarmasıyla ilginçti.
Aslında bu çalışmaları bir anlamda kişilerin müzelere giriş çıkışlarını artırmak ve bir yakınlık kurma gayreti olarak okumak da mümkün. Nihayetinde, müzelerin görevi koruma ve araştırmanın ötesinde iletişim de sağlamak. Kendinden haberdar etmek, elindekileri toplum yararına sunmak, bir anlamda koleksiyon merkezli yaklaşımın yerini izleyici merkezli yaklaşımların almasıyla paralel bir gelişme.
Konuğumuz müze eğitiminin tanımını şu şekilde verdi: Müze nesneleri ve koleksiyonları aracılığı ile izleyicilerin gelişimine ve yaşam boyu eğitimine katkıda bulunma; yani bireylerin öğrenmesinde müze nesnelerini aracı kılmak. Böylelikle bireyin bilgi, beceri, tutum, inanç ve düşüncelerinde değişimi sağlamak.
O zaman izleyici gruplarının değişkenliğine bağlı olarak farklı kişi ve gruplara yönelik çalışmalar gündeme getirilmeli, elde mevcut koleksiyonların yorumuna gidilmeli ve nasıl aktarılacağına kafa yorulmalı, farklı yaş gruplarına farklı öğrenim modelleri geliştirilmeli.
Etkin bir eğitim aracı oldukları yadsınamayacak müzeler bu doğrultuda sergiler düzenlemekte (ki temel iletişim işlevini gerçekleştirdiği alandır), eğitim programları gerçekleştirmekte (ki farklı işbirlikleri sağlanarak yol alınabilir) ve de yayınlar yapmakta (ki bunlar artık sadece sergi katalogları ile sınırlı değildir).
Bu eğitimlerin işlerlik kazanabilmesi için müzelerin bu durumun farkında olmaları, eğitim politikaları oluşturmaları, bu iş için bölüm açmaları ve uzman kişiler istihdam etmeleri gerekmektedir.
90 sonrası yıllar müze eğitiminin ayrı bir alan kabul edildiği yıllardır ve her bir müzede eğitim bölümleri kurulmaya başlanır ya da en azından eğitim çalışmaları başlatılır. Daha önceleri müzelerin halka açıldığı zamanlarda müzeler ve eğitim misyonları birlikte düşünülmüştü. 19. yüzyılda ise doğrudan eğitim amacıyla pek çok müze kurulur. 20. yüzyılla birlikte sistemleşme başlar ve müze eğitiminde bilimsel yaklaşımlar önem kazanır. Yetişkinlere yönelik çalışmalar ise 50 sonrasını bulur. İletişim ayağı da bu tarihten sonra eklenir.
Konuğumuza göre maalesef Türkiye’deki müze eğitimi çalışmaları yeterli değil. İstanbul’dan ve Anadolu’dan sevindirici birkaç örnek dışında daha kat edilmesi gereken çok yol var. Önce bir durum tespiti yapılması, ardından ne yapmak istiyorum, neye ihtiyacım var, nasıl ilişkiler kurabilirim diye doğru soruların sorulmasıyla müzeler çok kolay yollarını çizebilirler. Bir de gönüllülük oluşturulabilse. Bu noktada Kadriye Tezcan Akmehmet, Yıldız Teknik Üniversitesi Müzecilik Bölümü’nün, gönüllü gruplarla birlikte 2003-2010 tarihleri arasında Arkeoloji Müzesi’nde tarih öğretimi konusunda yaptıkları bir pilot çalışmadan bahsetti. Önce ihtiyaçları belirlemiş, ardından hem öğretmenlere hem gönüllülere hizmet içi eğitim verilmiş, ortak değerlendirmeler ve çocuklardan alınan geri dönüşlerle projeyi sürekli geliştirmişler. Yaşadıkları bu ciddi tecrübe ile, niyet ve isteğin önemini, her zaman yapılabilecek çok şey olduğunu görmüşler.
Yalnız, standartların oluşturulması, daha üst düzeyde düzenlemeler gerektiği de aşikar. Uluslararası kurumlara (ICOM gibi) üyelik bu standartları biraz sağlasa da yeterli değil. Kısa vadeli projeler anı kurtarıyor. Müze eğitimleri ise uzun vadeli çalışmalar olmak durumunda. Uzun aralıklarla geri dönüşlerin takibi yapılarak yeni hedefler çizilmesi gerekli.
Dinleyicilerden birinin paylaştığı 1936 tarihli dünyada koruma amaçlı ilk laboratuarın Topkapı Müzesi’nde açıldığı bilgisinden (ki çoktan kapatıldı) bugüne geldiğimizde artık koruduğunun ne olduğunu bilmeyenler ile envanter çalışmalarının hâlâ beklenen düzeye erişememesi sorunları göz önüne alındığında, müzelerin neyi koruduğunu bilmeden neyin eğitimini vereceği sorusu manidar. Burada, öncelik kavgasına girmeden herkesin kendi yapabileceklerinin peşine düşmesi ile bir gün bir yerde mutlaka buluşulacağı temennisi ile programımızı nihayete erdirdik.