Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi
Kim ne bilür bizi ne soydanız
Ne bir zerre oddan ne hod sudanız
Bizim hususumuz marifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanız
Neslimizi sorarsan asl-ı Hû’danız.
Menâkıbnâmeler serisinin yedinci konuğu olan Hakan Erdem ile “Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi” üzerine uzun soluklu bir sohbet gerçekleştirildi.
Sunumunun başında menâkıbnâme ve tarih ilişkisi üzerinde duran ve bu bağlamda, Âşıkpaşazâde’nin Tevârih-i Âl-i Osman’ına dikkat çeken Erdem’in ifadesiyle, eser en eski kroniklerden biri sayılmakla beraber, türü itibariyle menâkıbnâmedir. Batı literatüründe hagiografi olarak adlandırılan ve azizlerin hikayesini anlatan bu edebi tür, bizdeki menâkıbnâmelerin karşılığıdır. Menâkıbnâmeler genel itibariyle azizlerin kerametlerini çok da düzenli olmayan bir tarzda, parça parça anlatır. Âşıkpaşazâde kendisi de ehl-i tariktir. Bu nedenle, menâkıbnâme formatında tarih yazar, azizler için kullanılan formatı siyasi liderler için kullanır. Bu (derviş) bakış açısıyla yazdığı için Osman ve Orhan Gazi derviş niteliğiyle karşımıza çıkar: Derviş Osman, Miskin Osman gibi.
Bu eser Osman ve Orhan Gazinin etrafındaki tarihi şahsiyetler hakkında da bilgi vermektedir: Bunlar abdallar, dedeler ve babalardır. Erdem’e göre burada verilmeye çalışılan mesaj, daha padişahlık ortada yokken, bu beylerin abdallar ve babalarla beraber olduğudur. Aralarındaki ilişki mükemmeldir, ancak devletin kurulup büyümesiyle bu ilişkinin bozulduğu zamanlar da görülür. Dolayısıyla, abdallar ve babalar o dönemde belli bir fonksiyonu icra etmişler ve onlar üzerinden anlatılagelenler bir zaman olayların izah edilme şekli olmuştur. Sonraları ise bu kültür, zaman içerisinde marjinalleşen insanların kültürü haline gelmiştir. Erdem’in vurguladığı diğer bir husus, bir halkın inancı hakkında bir şeyler öğrenmek, ancak kendi içinden biri tarafından anlattığı zaman mümkündür (bkz. Âşıkpaşazâde, Tevârih-i Âl-i Osman) ve bu tarz eserler cazibesini koruduğu müddetçe tedavülde kalmaktadır.
Abdal Musa’ya gelince, o, Osman ve Orhan’ın yakın çevresinde bulunduğu düşünülen bir abdaldır. Horasan’dan gelip Orhan Gazi ile Bursa’nın fethinde bulunmuştur. Adına yazılmış velâyetnâme dışında Abdal Musa hakkında bir şey bilinmemektedir. Günümüzde, bu velâyetnâmenin birkaç edisyonu mevcuttur.
İnanç tarihinin çok zor bir alan olmasından hareketle, belgelerde karşılaşılan birtakım bilgilerin araştırmacının kafasına uymaması durumunda ortaya çıkan sorunları Abdurrahman Güzel’in Abdal Musa Velâyetnâmesi isimli çalışmasından yola çıkarak ortaya koyan Erdem, yukarıda verdiğimiz orijinal metnin son satırındaki “asl-ı Hû’danız” bölümünü Güzel’in, “asl-ı Hoy’danız” şeklinde çevirmeyi tercih ettiğini ve böylece Abdal Musa’nın aslını Horasan’daki Hoy isimli bir Türk boyuna dayandırdığını belirtmektedir. Erdem’in buna binaen tespit ettiği sorunlar/yanlışlar şöyledir: (1) Hoy, Horasan’da değildir. (2) Hoy diye bir Türk boyu yoktur. (3) Kitabının inceleme kısmında asl-ı Hoy diyen Güzel, velâyetnâmenin çevirisinde asl-ı Hû demektedir. İnanç tarihi açısından çok önemli olan bu tercihle müellif “aslı” nereye dayandırmak istediğine dair görüşünü serdetmektedir. Zira asl-ı Hoy ile asl-ı Hû’nun çağrışımları birbirinden tamamen farklıdır.
Erdem’in Abdal Musa Velâyetnâmesiüzerine yaptığı incelemeye göre, on yedinci yüzyıldan kalma 12-13 sayfalık bu kısa metinde tarih malzemesi sayılabilecek bilgi bulunmamaktadır. Eserde tarihi olay niteliğinde sadece Rumeli fütuhatı zikredilir. Metne göre fütuhatı yapan Aydınoğlu Gazi Umur’dur, onu takdis eden de Abdal Musa’dır. Ancak bu bilgi gerçekle örtüşmemektedir, zira Gazi Umur’un böyle bir fütuhat girişimi yoktur.
Tarihi olaylar ve siyasi kültüre ait doyurucu bilgi içermeyen bu eserin inanç tarihi açısından değerine dikkat çeken Erdem, bu ve benzeri eserlerden yola çıkarak o dönemde insanların inançlarının kökenlerinin ve diğer inanç sistemleri ile alakalarının tespit edilebileceğini ifade eder. Erdem’in inanç tarihine dair elde ettiği bulgulardan bazıları şöyledir: Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili anlatılan bir hikayede tenasühe/reenkarnasyona dair ifadeler vardır; beyler ancak abdallar tarafından kutsanırlarsa yönetici olabilmektedir; abdalların beylere börk giydirmesi Hristiyanlıktaki taç giydirme merasimi ile benzeşmektedir; manevi otoritenin siyasi otorite üzerindeki hakimiyeti ve aralarındaki rekabetten doğan gerilim (manevi otoriteye karşı çıkanlar affedilmemekte ve bir şekilde cezalarını bulmaktadır); eski Hristiyan topraklarında asl-ı Hû’dan olmanın anlamına dair ipuçları; o dönemde yaşayan insanların çok da Ortodoks sayılabilecek bir İslâm inancına sahip olmadıkları; erken Osmanlı dünyası ve kimliği ve buna bağlı olarak o dönemde bu tarz eserlere olan ihtiyaç ve bunun sebepleri; rekabetin sadece manevi ve dünyevi otorite sahipleri arasında vuku bulmadığı, manevi saha içinde de erenler arasında bir üstünlük yarışının varlığı.
Öte taraftan, Erdem’e göre Abdal Musa Velâyetnâmesi’nde anlatılan hikayeler bilimsel şüphe ile karşılanmalıdır. Tarihçi için önemli olan husus kıssadan ziyade, kıssadan çıkacak hisse olmalıdır. Velâyetnâmedeki bilgilerin gerçekle örtüşmemesinden dolayı Abdal Musa diye bir kişinin yaşamadığı ve başka yerlerden bildiğimiz kerametlerin de ona atfedilmesiyle bir velayetnâmenin doğduğu görüşünü savunan Erdem, bu eserin ilk Osmanlıların kim olduklarına ışık tutması hasebiyle öneminin yadsınamayacağını, öne çıkarılan olay ve kişilerle de neyin anlatılmak istendiğine yoğunlaşılması gerektiği kanaatinde.