Entelektüeller Sosyolojisi

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Entelektüeller” toplantı dizisinin ikinci oturumunda Hüsamettin Arslan’ın katılımıyla entelektüelin neliği ve niteliği, sosyal bilim literatürüne girişi, üniversite bünyesinde tartışılır hale gelmesiyle birlikte bir bağlama kavuşup alt-disiplin olarak incelenmesi tartışıldı.

Modern bir tipoloji olan entelektüelin doğuşu, zaman-mekân içerisinde kazandığı nitelik itibariyle sol tandanslı bir karaktere sahiptir. Zira entelektüelin ortaya çıkışını hazırlayan şey Ortaçağ diye dönemselleştirilen zaman dilimindeki kurumlara keskin bir karşı çıkma olgusudur. Entelektüelin müesses düzeni temsil eden kilise, din ve imparatorluk devleti gibi kurumlara karşı çıkıştan, “bir tür savaş ilanından” doğduğunu söyleyen Arslan, bu muhalif durumun tabiatı itibariyle entelektüele sol bir hüviyet verdiğini, kendine has üslubuyla anlattı. Entelektüel kimliğin solculara ait olduğu ifadesi ve “solcu olunmadan entelektüel olunamaz” tezi özellikle 1980 darbesinden sonra Türkiye’de de ciddi anlamda yaygınlaşmıştı.

Arslan’a göre modern entelektüellik geleneğin reddinden doğmuştur ve entelektüel toplumun marjininde/kenarında yer alır. Entelektüelin toplumun marjininde yer almasından dolayı gelenek ile kurduğu ilişki eleştirel bir tona sahiptir ve bu ton geleneğin tamamen reddine kadar varan bir tarza dönüşebilir. Arslan, entelektüeli toplumun normlarını pozitif anlamda çiğneyen ve toplum için “iyi bir şey” üretmiş kişi olarak görmektedir. Toplumun geleneğinden kopmuş insanları aydın olarak tanımlayan Arslan, Türkiye’de “aydın” ve “entelektüel” kavramlarının birbirinin yerlerine kullanıldığını ifade etti. Aydınlanma çağının bir ürünü olan, kendisinden önceki düzenin kurumlarına karşı çıkan, geleneğin ve vahyin ışığını reddeden; aklın ışığında aydınlanmış kişiye aydın denildiğini aktaran Arslan, bu tanımı kabul etmediğini belirtti. Aydın kavramını kendisi dışındakileri karanlıkta farz ettiği için hakaret olarak algılayan Arslan, bu kavramdan ziyade zihin/intellect işi yapan anlamına gelen entelektüelkavramını yeğlediğini ifade etti.

Arslan, entelektüel kavramının Türkiye’deki kullanılışından çok farklı bir tanımı olduğunu belirtti. “Kafa emeğiyle kol emeğinin toplumda iş bölümü sonucunda ayrılmasından doğan fenomen. Eğer böyle bir iş bölümü olmasaydı entelektüellerin ortaya çıkması imkânsız olurdu.” Bugünden geriye dönüp bakıldığında 3 tip entelektüel olduğunu belirten Arslan bunları şöyle özetledi. (i)“Pagan” toplumların entelektüelleri: Kâhinler, Şamanlar ve Büyücüler; (ii)Ortaçağın entelektüelleri: Azizler ve Âlimler; (iii)Modern dönemin entelektüelleri: Başkalaşan bir dünyanın kafa emeğini kullanan kişi.

Entelektüeli ortaya çıkaran ya da onun etki alanını belirleyen tarihsel koşullar ve toplumsal bağlam nedir? Bu soruya cevap arayan Arslan’a göre, “Entelektüelin toplumda doğmasına yol açan şey kaos [kargaşa] ve belirsizliktir. Toplum hayatı kaotiktir ve entelektüel kaosu kozmosa [düzene] dönüştüren kişidir. Belirsizlik ürkütücüdür ve entelektüel, insanı ve toplumu belirsizliğin ürkütücülüğünden kurtarır ve güvenli hale getirir. Entelektüeli ancak bu şekilde tanımlayarak modernitenin entelektüel tanımının dışına çıkılabilir.”

Modern entelektüelin jakoben/tepeden inmeci olduğunu düşünen Arslan, jakobeni modern tiran olarak tanımladı. Ona göre, 20. yüzyılın entelektüel tipolojisi gelenekten süzüleni ve mevcut olanı reddeder. Bu haliyle de radikal, devrimci ve jakobendir. Türkiye’nin tarihinde bu tipolojinin çok yaygın olduğunu belirten Arslan, Zygmunt Baumann’ın “Devrimci entelektüel ölmüştür” ifadesine referansla mezkur tipolojiye alternatif bir grup olarak “yorumcu entelektüel” diye bir sınıfın çıktığını ifade etti.

Son olarak, içinde bulunduğumuz internet ve sosyal paylaşım âleminin yeni bir entelektüel prototipi doğuracağını söyleyen Arslan, bu yeni entelektüeli “tele-entelektüel” ya da “dijital-entelektüel” olarak tanımladı. Ona göre, bu yeni entelektüel tipin gelenekle ve hatta kitapla ilişkisi yoktur. Bu entelektüel tip, dünyayı bilgisayar ve internet gibi vasıtalar sayesinde alımlar ve dünyaya yine bu vasıtalarla seslenir.

Arslan’ın sevimli ve retorik ağırlıklı üslubuyla yaptığı sunum bazı noktalarda izaha muhtaç kaldı. İlk olarak, Arslan gelenek ve moderniteyi keskin bir gerilim üzerinden okumakta ve son üç yüzyılın zihinsel faaliyetlerini bu gerilime indirgemektedir. Arslan’ın çizdiği modernite ve gelenek karşıtlığı, modernite kritiklerinin Ortodoks bir yorumu ve sık başvurulan amentüsü haline gelmiştir. Elbette modernliğin genlerinde gelenek ile bir karşıtlık vardır. Zira modernizmin en çok vurguladığı şey yeni olandır; gelenek kelimesi ilk önceye, eskiye daha doğrusu eskiden gelene delalet etmektedir. Ancak gelenek ile modernite ya da eski ile yeni arasına ayırıcı ve onları farklı kılan bir çizgi çizilemez. Her yeni bir ölçüde eski ile anlamını yüklenir ve onunla bir ağırlık kazanır. Başka bir ifadeyle, gelenek (gelen-ek) donuk, durağan ve sabit olan ya da eskiye saplanıp kalan olmadığı; belirli bir akışa, zaman-mekân içerisinde bir harekete ve bu hareket dolayısıyla içermelere ve reddedişlere sahip olduğu için modern olanla ilişkisel bir karaktere sahiptir.

İkinci olarak, Arslan’ın da savunduğu anlatıda entelektüel grubun elindeki araç sadece akıldır. Ancak, akla dair olan bu indirgemecilik çeşitli sosyal dürtüleri ve maddi ihtiyaçları; zaman içerisinde belli bir patronaj sistemine ve çeşitli iktidar ilişkilerine dâhil ederek göz ardı etmektedir.

Üçüncü olarak, Arslan’ın anlattıkları esas alındığında, modern-Batılı bir tipoloji olan entelektüeli tedavüle koyan ya da bir anlamda onu tedavülden kaldıran toplumsal bağlam(lar) nedir? sorusu cevapsız kalır. 20. yüzyılın ilk yarısında akademi içinde sosyal bilim kavramlarıyla ele alınan entelektüel olgusunu ve tipolojisini, kendisini önplana çıkaran Batı sosyal bilim literatürünün geçtiği sosyo-politik evrelerden (Nazizim ve Faşizmin yükselişi, toplumsal krizler, İkinci Dünya Savaşı ve Batı’daki iç krizler), koşullardan, sunduğu gerekçelerden ve sınandığı tecrübelerden (Auschwitz’in, Hiroşima’nın, Gulag kamplarının varlığı) bahsedilmeden anlayamayacağımız gibi entelektüelin amel ettiği zihni faaliyetlere de bigâne kalırız. Yirminci yüzyılda hangi sosyal ve siyasal dönüşümler ya da altüst oluşlar yaşandı da entelektüel sosyal bilim literatüründe bir karşılık buldu? Batı-dışı toplumların ve anti-sömürgeci hareketlerin meydan okuması entelektüel kavramında ne tür yapısal değişikliklere yol açtı? Entelektüel, üniversite sisteminin bir sonucu olarak mı yoksa Aydınlanma değerlerinin başarıya erişememesi sonucunda mı Batı dünyasının kendi içerisindeki tartışmaların sonucunda ortaya çıktı? Bu soruların cevapları ancak entelektüelin yetiştiği toplumsal bağlama oturtularak elde edilebilir.

Son olarak, Arslan çoğu kere gelenekten ve geleneğin ışığından bahsetti ama geleneğin tanımını yapmadı. Geleneğin ışığına dair bir anlamsal ve kavramsal harita sunmadı. Bu tavır birçok modernite eleştirmeninin ortak retoriğidir. Zira sürekli sığınılan ve eleştirel argümanlar devşirilen geleneği tanımlamak ve anlamak için özellikle onu var eden temel dinamiğin din olduğunu söylemek yetmiyor. Kanımca geleneğin ışığıyla hareket etmek için ışığın menbaına teslim olmak, epistemik ve cismanî yüzümüzü Kabe’ye yönelip yeniden kurgulamamız gerekiyor.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir