Menâkıb-ı Ebû İshâk Kâzerûnî

Paylaş:

TAM tarafından düzenlenen Menâkıbnâmelerserisinin altıncı programında Kâzerûniyye tarikatı piri kabul edilen Ebu İshak Kâzerûnî’nin menâkıbını anlatan Menâkıb-ı Kâzerûnî, Mustafa Kara’nın sunumu çerçevesinde tartışıldı. Kara, öncelikle Kâzerûniyye tarikatının 1100’lü yıllarda ortaya çıkması hasebiyle ilk tarikatlardan olduğuna dikkat çekti. Ana tarikatların kuruluşu tasavvuf tarihinde genellikle Selçuklular devrine rastlayıp Osmanlılarla birlikte gelişmişken Kâzerûniyye daha erken bir tarihte İran’da teşekkül eder. Tarikatın kurucusu kabul edilen İbrahim b. Şehriyar İran’da sahile yakın bir şehir olan Kâzerûn’da dünyaya gelir. İlk eğitimini orada alır. Tasavvufi terbiyesinde etkili olan ilk isim ise İbn Hafif Şirazî’dir. Annemarie Schimmel’in neşrettiği Sîretü’ş-şeyhi’l-ekber Ebu Abdullah İbnü’l-Hafif eş-Şirazî (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1955) isimli eser bu zat hakkındadır. Daha sonra Hüseyin Akkar ile tarikine devam eden İbrahim Şehriyâr, Kâzerûn’da dergahını kurar.

Tarikat ve kurucusu hakkında verdiği bu bilgilerden sonra menâkıbnâmenin özelliklerinden bahseden Kara’nın ifadesiyle menâkıbnâmenin yazarı, Ebu İshak Kâzerûnî’den sonra tekkenin üçüncü şeyhi olan Hatib Ebu Bekir Muhammed b. Abdülkerim’dir. Arapça olarak kaleme alınan menâkıbnâme önce Farsçaya daha sonra Türkçeye çevrilmiştir. Arapçası elimizde bulunmayan eserin Mahmut b. Osman Haki tarafından yapılan Farsça çevirisi Firdevsü’l Mürşidiye adını taşır. Çömezzâde Mehmet Şevki Efendi ise şiirler ilave ederek eseri Türkçeye çevirmiştir. Bu şiirler tasavvuf edebiyatı açısından dikkat çekicidir. Menâkıbnâme otuz babdan oluşur. Eser divan geleneğinde olduğu gibi münacat, naat-ı şerif ve sebeb-i telif kısımları ile başlar, ardından gelen otuz babın her birine manzum bir mukaddime ile giriş yapılır. Sebeb-i telifte zikredilen kutbu’l-afâk ifadesi sultanlar için de kullanılan hoş bir vasıf, Kara’nın özellikle vurguladığı üzere. Şeyhin isminden hareketle, Hz. İbrahim, peygamberler arasında nerede ise, Ebu İshak’ın da veliler arasında o konumda olduğuna inanılır. Esere bakıldığında ilk bablarda şeyhin doğumu, Kur’an eğitimini kimlerden aldığı, ilk tahsili hakkında bilgi verildikten sonra mescidini bina etmesi ele alınır. Bu noktada Kara’nın bilhassa işaret ettiği husus, bu mescidin ateşe tapanların olduğu bir coğrafyada bulunduğu için ciddi zarar gördüğüdür.

Altıncı bab “buk‘a-i şerifesin[i] beyan ederbaşlığını taşır. Buk‘atekke ile eş anlamlı olarak kullanılan bir kelimedir. İlk dönem Bursa camileri için de buk’a, mescid, imaret, tekke bazen de zaviye kelimeleri kullanıldığını hatırlatan Kara’ya göre burada önemli bir başka konu, mimaride ilk dönem Osmanlı camilerinin cami mi, zaviye mi olduğu tartışmasıdır. Buradan hareketle denilebilir ki, bir tek yapı farklı fonksiyonlar icra edebilir. Bununla birlikte, eserde mescid ve buk‘a kelimeleri ayrı bablarda zikredildiği için her iki yapının mevcut olduğu da düşünülebilir. Şeyhin yemesini, içmesini, giyinmesini konu edinen bab ise kültür tarihçileri için değerli veriler içermektedir; şeyin pamuklu kıyafetler giydiğine dair verilen bilgiler gibi. Yine, şeyhe tabi olup kendi ürettikleri pamuklu kıyafetlerden hediye etmek isteyen müridine şeyhin “Sen bize onun danesinden gönder biz kendimiz zira‘ edelim” yanıtı iktisat tarihi açısından önemli bir bilgi olarak okunabilir.

Menâkıbnâmeye göre Kâzerûniyye tarikatının en mühim özellikleri arasında kefere ile savaşmakyer almaktadır. Savaşçı gaziler diye de bilinen Kâzerûnî tarikatı mensupları bulundukları bölgede İslâm yeni yayıldığı için pek çok grupla mücadele etmek durumunda kalmışlardır. Şeyhin vasiyetinde kendi elinde ihtida eden 2400 kişinin adları ve kendisine suikast için atılan okun kabrine konulmasını istemesi bu bakımdan manidar görülüyor. Öte taraftan savaş temel bir özellik olmasına rağmen, dergah Müslim-gayrimüslim herkese hizmet vermektedir. Savaş dışında “Kâzerûnî dergahı” demek bütün “insanların limanı” demektir. Kâzerûn deniz kıyısında bir şehir olduğundan zaman içerisinde tarikat meşhur olur. Dergahın şeyhi denizcilerin de piri kabul edilir ve denizciler tarafından oraya adaklar gönderilir. Bu ilgi düşman kazanmalarına sebep olduğundan Şah İsmail zamanında birçok kişi öldürülerek tekke yok edilir.

Menâkıbnâmede şeyhin kerametleri bazı ayetlere yaptığı yorumlar, bölgede açılan 60 ribatı idaresi, tekkeye intisap etmek isteyenlere verdiği tavsiye ve ihtarları ele alındıktan sonra şeyhin müridlerine nasihatleri babında bir müridin günlük hayatını nasıl geçireceği yazılmış; günlük hayatlarında ibadet yapmaktan başka hangahın hizmeti olarak adlandırılan tekkeye ait bağ ve bahçe işlerine değinilmiştir. Bu işlerden elde edilen gelir tekkeye gelen misafirler için harcanır. Bu, tekkelerin sosyal fonksiyonunu açıklaması bakımından mühim bir bilgidir. Menâkıbnâmede şeyhin müridanı için verdiği nasihatler şeyhin dünya görüşünü vermesi bakımından dikkat çekicidir. Menâkıbnâme, şeyhin vefatı ve türbesine dair bilgilerle son bulur.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir