1660 İstanbul Yangınının Sosyo-Ekonomik Tahlili

Paylaş:

Kenan Yıldız’ın, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde hazırladığı “1660 İstanbul Yangınının Sosyo-Ekonomik Tahlili” başlıklı doktora tezi, Tez-Makale Sunumları programı çerçevesinde Nisan ayında dinlendi. Pek fazla çalışılmadığı için literatürde konuyla alâkalı bilgiye ulaşmanın güçlüğüne dikkat çeken Yıldız, doktora tezinde kadı sicilleri, atik şikâyet ve mühimme defterleri gibi muhtelif birincil kaynaklardan yararlanıyor.

İstanbul yangınları sosyal ve ekonomik bakımdan İstanbul ve Osmanlı’ya ciddi tesirleri bulunan yangınlardır. Yıldız’ın ifadesiyle, on beşinci yüzyıldan itibaren İstanbul’da şehrin çehresini değiştiren yüzlerce yangına şahit olunur. Neredeyse iki yılda bir büyük yangın çıkan İstanbul’da, 1569 Eminönü Yahudi Mahallesi ve 1633 Cibali yangınları bunlara iki örnektir. 1660 İstanbul yangını ise etkilediği alan bakımından en büyük yangındır. İstanbul’un üçte ikisi bu yangında yok olmuş; uzun vadeli tesirleri ise şehrin siluetini değiştirmiştir. Burada Fatih’in iskân politikasına değinen konuşmacıya göre, bu politika neticesinde İstanbul’da artan nüfus bugün suriçi tabir edilen yerlerde girift mahallelerin oluşumunu beraberinde getirir. Sık yapılaşmanın görüldüğü bu yerlerde çeşitli sebeplere binaen yangınlar çıkar. Yeni Camii civarında bulunan Mahallat-ı Yehud’da sık sık görülen yangınlar da bunlardandır. Tezin de konusunu teşkil eden 1660 Büyük İstanbul Yangını 4 Temmuz’da başlar. 49 saat kadar süren, üç koldan ( i.Ahi Çelebi Camii, Unkapanı, Beyazıt; ii.Tahtakale, Mahallât-ı Yehud (Yeni Camii çevresi), Kapalı Çarşı; iii.Hoca Ağa, Alayköşkü, Samatya) genişleyen yangın, sert poyrazın da etkisiyle yayılarak İstanbul’un üçte ikisini kül eder.

Yangınların sebeplerine bakıldığında, ahşaptan yapılmış içi tuğla olan ocaklar, bacaların temiz olmaması, kurumların tutuşması gibi faktörler görülür. Nitekim, kadılara gönderilen fermanlarda ocakların temiz tutulmasına dair buyruklar vardır. Yangına sebep olan diğer bir faktör “mücerred odaları” diye tabir edilen bekâr odalarıdır. İşsiz, bekâr, düzensiz yaşayıp halkın hoş görmediği alkol, tütün tüketimi gibi fiillerin yapıldığı evler yangın için en büyük risk sayılmaktadır. Bundan dolayı IV. Murad devrinde kahvehanelerle beraber mücerred odaları da yasaklanmıştı. Kışın mangal, ocak gibi gereçlerin kontrolsüzce kullanımı da yangınları tetiklemektedir.

Söndürme sisteminin bulunmadığı, yangın başlayınca sakaların taşıdığı su ve yeniçerilerin çevredeki evleri yıkmasıyla yangının yayılmasının engellenmeye çalışıldığı bu dönemde Yıldız’ın dikkat çektiği bir diğer husus, yangınlardan sonra Osmanlı’da etkin olan en önemli kurumun; eğitim, sağlık, konaklama bazen de ulaşım gibi kalemlerle sosyal hayatı tanzim eden vakıfların varlığıdır. Tez konusuyla ilgili olduğu ölçüde vakıf sistemine değinen Yıldız’ın bahsettiği üzere kiralarla hayatını sürdüren vakıflar toprak sahibi konumundadır. Vakıflar mülklerini icareteyn usulüyle kiralamaktadırlar. Buna göre bir mesken kiraya verilebilir, en yüksek miktarı veren kişi tasarruf hakkını elde eder. Kiralayan şahıs tarafından sözkonusu yer mülkiyete geçmemek kaydıyla sadece çocuklara miras bırakılabilir. Mülkiyete geçme riski taşıdığından eşe miras bırakılamaz. Kadı sicillerinden anlaşıldığı üzere masrafı kiracı kendi cebinden karşılar. Denklem uyarınca belli bi süre sonunda talip alacağını biriken kiralarla tahsil eder. Eğer bundan önce vefat ederse vakıftan alacaklı olur ve alacak mirasçılara intikal eder. İcareteynin ikinci ayağı mukataalı kiralama sistemidir. Bu sistem de aynı kurallara tabidir ama burada mesken kiralayanın mülkiyetine geçer. Bunlar vakıf açısından sermaye sağlama yollarıdır. Vakıf sisteminde önemli bir başka kavram “istibdal”dir. İstibdal bir şeyin bir şeye dönüştürülmesi demektir. Bir tarafta vakıf bir tarafta mülk vardır. Mülk, vakıf yerden daha üst seviyededir. Burada vakıfla mülkün yeri değişir. Ancak, Osmanlı toplumunda insanlar ahireti düşünerek vakf ederler. Vakıf mülke nazaran daha yaygındır.

Tezin ana konusuna gelince, Yeni Cami inşasının 1660 büyük İstanbul yangınıyla doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Yeni Cami’nin yapımına 1597’de başlanır, ancak yüksek maliyeti nedeniyle birinci kat pencerelerinin hizasından sonra yapıma ara verilir. Böylece, yapı uzun bir süre mezbelelik halinde kalır. Aşırı masrafı dolayısıyla ek vergilere sebep olan bu camiye İstanbul ahâlisi “zulmiye” adını vermiştir. Yangının ardından siyasette etkili olan Hatice Turhan Valide Sultan, Köprülü Mehmed Paşa’nın da tavsiyesiyle cami yapımını gündeme alır. O dönemde cami etrafı Mahallât-ı Yehud ile çevrilidir. Yangın Yahudi mahallelerini de küle çevirince hem yangından ötürü hem de yapılacak cami için cemaat sağlanmak istendiğinden 40 Yahudi evi Hasköy’e nakledilir. Büyük yangından 3 ay kadar önce Galata’da da yangın çıkmış, Galata’nın üçte ikisi yanmış ve buradaki mülkler Hatice Turhan Valide Sultan’a temlik olunmuştur. Hatice Sultan’ın mülkiyetine geçen bu mülkler daha sonra Eminönü’ndeki Müslüman vakıflarla istibdal edilir. Amaç aslında Yeni Cami çevresini genişletecek alan açma projesidir. Neticede Tahtakale’den Topkapı sınırlarına kadar olan Mahallât-ı Yehud, Balat ve Hasköy’e taşınır. Böylelikle şahit oluyoruz ki 1660 İstanbul yangını dolaylı olarak şehrin siluetini değiştirmiştir.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir