Güney Asya’daki İslâmi Hareketlerin Mevcut Durumu

Paylaş:

“Asya Konuşmaları”nın on birincisine Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi İslâm Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü’nde (ISTAC) öğretim üyesi olan Prof. Abdullah Al-Ahsan konuk oldu. Her ne kadar sunum başlığı “Güney Asya’daki İslâmi Hareketlerin Mevcut Durumu” olsa da Profesör Ahsan kendi akademik serüveninden yola çıkarak genelde İslâm Dünyası, özelde ise Hindistan, Pakistan ve Bangladeş örnekleri üzerinden Müslümanların yeni dönem yol haritalarının muhtevası ve ilkeleri ile ilgili oldukça önemli tespitlerde bulundu.

Günümüz Müslümanlarının zihin dünyasında bazı meselelerin abartılı bir şekilde gündeme getirildiğini belirten Ahsan, bu bakış açısını “seçilmiş kavim” kavramı üzerinden açıkladı. İslâm coğrafyasında yaygın bir kanaat olarak siyonizmin hemen her sorunun baş sorumlusu olduğu tezine eleştirel yaklaşan Ahsan’a göre komplo teorilerine de kapı aralayan bu yaklaşımın sorgulanmasına ihtiyaç var. Dünyadaki bazı siyasi ve iktisadi gelişmeler şeffaftır, herkes tarafından bilinir; buna karşın bazıları da gizlidir ve genelde kapalı kapılar arkasında planlanır. Ancak bu önümüze çıkan her meseleyi komplo teorilerine bağlamayı gerekli kılmaz.

Tam da bu noktada Ahsan, Yahudilik tartışmalarından İslâm Dünyası için verimli bir tartışma alanı ortaya çıkarmaya çalıştı ve seçilmiş insan/millet/toplum fikrini gündeme getirdi. Birçok tarihî kaynakta ve Kur’an’da belirtildiği üzere Yahudiler kendilerinin seçilmiş bir topluluk olduğunu iddia eder. Bu düşünce akidevi anlamda Allah’ın bazı insanları diğerlerinden üstün yarattığı gibi Kur’anî olmayan bir düşüncenin de kabulünü gerektirir. Ahsan’a göre bu ne İslâm ne de Hristiyan akidesine uygun bir anlayıştır. Ancak bu konuya farklı bir açıdan baktığımızda Kur’an’da seçilmiş insan/toplum diye bir tabirin var olduğunu görürüz. Kur’an da bunu kabul eder ve bunların İsrailoğulları olduğunu bildirir bize. Bunda bir yanlış yoktur. Buradaki ana düşünce “Allah’ın emir ve yasaklarına uyan iyi bir insan nasıl olunur?” sorusuna cevaben İsrailoğullarının model bir toplum olarak tanımlanmasıdır. Bunların Allah’ın emir ve yasaklarına uyan, mütevazı, dünyada adalet peşinde koşan insanlar olması düşünülür. Ancak İsrailoğulları bu sorumluluğu yerine getiremediği için bir başka millet üzerinden Müslümanlar model bir toplum olarak ortaya çıkar. Ne yazık ki zaman içinde Müslüman topluluğun da model olma konumlarını sürdüremediklerini görürüz. Ahsan’a göre Müslümanların Kur’an’ın ortaya koyduğu bu model toplumu inşa etme sorumluluğu vardır.

Sunumun devamında model bir Müslüman topluluğun, özellikle modern dönemlerde, her coğrafyada farklı tecrübelerle inşa edilmeye çalışıldığını dile getiren Ahsan, Hindistan tecrübesi üzerinden kendi iddialarını ortaya koydu. Ahsan’a göre, bir model toplum inşa etmeyi amaçlayan İngiliz emperyalizmi de ilahî bir dine dayanmasa da liberal bir ideal toplumu 19. yüzyıl boyunca Hindistan’da inşa etmeye çalışır. İngiliz emperyalizminin ideal liberal düzeni içinde özellikle yüzyılın sonuna doğru Müslümanlar Seyyid Ahmed Han liderliğinde eğitimi ön plana çıkarmaya çalışırlar. Ancak dönemin siyasi atmosferi gereği bu ilk hareketler İngiliz emperyalizminin etki alanında kalır.

Hindistan’daki Müslümanların diğer coğrafyalara nazaran farklı sorunları mevcuttur. Başta dil olmak üzere dinî ve kültürel alanlarda Müslümanlar kendi çözüm önerilerini Hint toplumuna anlatamazlar. Müslüman düşünürler mevcut Hindu toplumu ile iletişime geçmeye çalışsalar da bunu başaramazlar. Tam da böyle bir aşamada Muhammed İkbal, Pakistan fikri ile ortaya çıkar. Ahsan’a göre İkbal gibi evrensel iddialara sahip bir düşünürün ulus-devlet modelini ortaya atarak partikülarist bir tavır sergilemesi bir çelişki değildir. Burada İkbal’in asıl derdinin model bir topluluk/toplum inşa etmek olduğu iddia edilebilir.

İkbal’den sonra Mevdudi geç kolonyal dönemin bir ürünü olarak ortaya çıkar. Bu dönemde ulus-devlet siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel eylemlerin kurucusu olur ve toplumu şekillendirmeye çalışır. Bir anlamda Müslümanların bu toplumda değiştirmeye çalıştığı her şeyi devlet değiştirmeye girişir. Bu sebeple bu dönemde kurucu bir fikir olarak İslâmi devlet tartışmaları başlar. İlginç bir şekilde Mevdudi ilk başta Pakistan’ın bağımsızlığını desteklemez. Daha sonra bu tecrübeyi İslâmi devlet düşüncesini geliştirebileceği bir örnek olarak görür. Ancak zaman içinde Pakistan eliti Müslümanların İslâmi devlet düşüncesi ile uzlaşamaz. Böylece önemli bir işbirliği alanı da ortadan kalkmış olur. Pakistan İngiliz tecrübesinden elde edilen askerî ve bürokratik bir devlet yapısına bürününce sonuç içinden çıkılmaz bir hal alır. Diğer model toplum ise Bangladeş örneğinde yaşanır. Ne yazık ki Bangladeş’in bağımsızlığı özellikle dış basın tarafından abartılarak bazı ayrımlar körüklenir. Pakistan tecrübesi ile benzer bir şekilde Bangladeş’te de zaman içinde devlet ile Cemaat-i İslâmi birbirinden ayrılır.

Sonuç olarak Hint-Alt Kıtası tecrübesinde model bir toplum ortaya koyma çabasının şu ana kadar tam anlamıyla başarılı olamadığını belirten Abdullah Al-Ahsan’a göre İslâm coğrafyasının farklı bölgelerinde halen model bir toplum inşa etme çabaları devam ediyor. Türkiye’yi de bu anlamda özel bir yere koymak gerektiğini düşünen Ahsan, dışarıdan bakıldığında her ne kadar bazı sorunları olsa da diğer ülkelere kıyasla Türkiye’de kurulmaya çalışılan sosyal, siyasi ve iktisadi düzenin daha başarılı olduğunu söyleyerek sunumunu bitirdi. Program soru-cevap ile devam etti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir