Buhara Bursa Bosna: Şehirler/Sûfîler/Tekkeler

Paylaş:

TAM bir kitap bir yazar programında Mustafa Kara’nın 40 yıllık emeğinin mahsulü olan üçlemesinin son kitabı Buhara Bursa Bosna Şehirler, Sûfîler, Tekkeler kitabı konuşuldu.

Üçleme 70’li yıllardan bu yana kaleme alınan makalelerin bir araya getirilmesi talebi üzerine hazırlanmış. Mevcut makaleler muhtevalarına göre tasnif edilerek kitaplara alınmış ayrıca yeni makaleler eklenmiş. Kara son kitabı hariç diğer eserlerinin dostları tarafından isimlendirildiğini Buhara Bursa Bosna kitabının isim babasının ise kendisi olduğunu ekliyor. Üçlemenin ilk kitabı Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, ikinci kitabı Dervişin Hayatı Sûfînin Kelamı, üçüncü kitabı ise Buhara Bursa Bosna. Her kitabını bir dostuna, bir gönül insanına, bir hocasına ithaf eden Mustafa Kara bu son eserini de Turgut Cansever’e ithaf etmiştir.

Buhara Bursa Bosna kitabında bölümler şehir merkezli bir düzende yer alıyor. Medeniyet konusuna girince ister istemez şehre de giriyorsunuz diyor Kara. Ona göre derviş şehir ilişkisi, bazı şehirlerin kurucularının dervişler olması mühim. “Şehir ve medeniyet ilişkisini geliştirilince bu makaleler ortaya çıktı, bize düşen bunları belli tasniflerle bir araya getirmekti” diye ekliyor.

İslâm medeniyeti ve şehir meselesi Mekke’den başlanarak ele alınan eserde birinci bölüm başlığı olarak Türk cumhuriyetlerinde kullanılan bir tekerleme seçilmiş: “Mekke’de Muhammed Türkistan’da Ahmet”. Bu bölüm Hz. Peygamberi ve Mevlîd’leri merkeze alan bir bölüm. Burada Kara tarafından yayına hazırlanan üç Mevlîd metni yer alıyor. Bunlardan biri Bursa’da bir Kadirî tekkesi şeyhi Abdülkadir Necib Efendi’nin Mevlîd’i, ikincisi Bursalı Âkif’in Mevlîd’i veya Kadınlar Mevlîd’i, üçüncüsü ise Mehmet Şemseddin Mısrî’nin Mesarr-ı Şemsî isimli Mevlîd’i. Mustafa Kara, Mehmet Şemseddin Mevlîd’inin Bursa’da yazılıp Kastamonu’ya gidişine dikkat çekerek bu konunun araştırılması gerektiğinin altını çiziyor.

İkinci bölüm Buhara ve Kurtuba’dan Konya’ya uzanıyor. Mevlânâ ve Mevlevîlik, İsmail Dede Efendi, Arif Nihat Asya bu bölümde müstakil makalelerle yer alıyor. Son makalede Buhara-Bursa-Bombay hattında Rabbanî Müceddidî ekolü ve bu ekolün Bursa’daki ilk temsilcilerine de yer veriliyor.

Bursa, Bakü, Babüssaade üç B formülünün başka şehirler üzerinden ifade edilişi ve kitabın üçüncü bölümü. Burada Bakü’yü zikretme sebebimiz Seyyid Yahya Şirvanî’nin yanında yetişen Aydınlı Dede Ömer Ruşenî diyor, Kara. Ruşenî, Aydınî demek. O Bursa üzerinden on beşinci yüzyılda Bakü’ye gidiyor. Orada Seyyid Yahya Şirvanî yanında yetişiyor, sonra Tebriz’e gidiyor orada dergâhını kuruyor ve orada vefat ediyor. Kara bu bağlantıyı zikrettikten sonra bir tavsiyede bulunuyor “Biraz edebiyata ilgisi olanlar Dede Ömer’in şiirleriyle, onun Türkçesiyle tanışsın”.

Kara, 2010’da İstanbul’un kültür başkenti olması münasebetiyle Sinan Paşa makalesini kaleme almış, bu makalede İstanbul’un tasavvuf tarihindeki yerini tarikatlar ve şahıslar üzerinden değerlendirmektedir. Kara’ya göre İstanbul’da bulunanlar Mehmet Emin Kerkükî’yi mutlaka tanımalı. Zira o, İstanbul’u aydınlatan büyük insanların mimarıdır. Senih Efendi, Ali Behçet Efendi ise on dokuzuncu yüzyılın yıldızlarıdır. Bu yüzyılda İstanbul’u aydınlatan bu insanların mühim bir kısmı Nakşî-Mevlevî. Hepsinin feyiz kaynağı ise Mehmet Emin Kerkükî’dir. Kerkük’ten Bursa’ya Bursa’dan İstanbul’a gelmiş, siyasi karışıklıklar olunca III. Selim döneminde tekrar Bursa’ya gelip dergâhını açarak irşat faaliyetlerine devam etmiştir. Bu nedenle adı bazı kitaplarda Bursevî olarak zikredilmektedir.

Dördüncü bölüm Urumeli’ne uzanır. Bu eserde Buhara bütün bir Asya, Bursa Anadolu ve Ortadoğu, Bosna da Avrupa demektir. Kara’nın ifadesiyle Buhara Bursa Bosna kültür coğrafyamızdır ve bu coğrafyayı biz hem ayakla kat ediyoruz hem gönlümüzle. Bosna’da Buharalı insan var, Buhara’da Bosnalı, Bursa’da hem Bosnalı hem Buharalı var. Bu nedenle bu bölüme Mehmed Âkif de giriyor. Âkif’in annesi Buharalı babası Kosovalı.

Eserin beşinci bölümünde Kastamonu-Kahire-Kaşgar çizgisinde mühim şahsiyetler ele alınmaktadır. Yakuphan Kaşgarî en önemli simalardan biri. Yakuphan Kaşgarî İstanbul’da Kuşadalı’nın halifesi Tevhid Bosnevî’den feyz almış ve Şabanî hilafetini Hindistan’a taşımış. Kaşgarî’nin özelliği hem diplomat hem Fusûs şârihi oluşu. Kaşgar’daki emirliğin temsilcisi olarak İstanbul’a gelmiş, o aynı zamanda bir derviş. Musiki sahasında bilinen bir isim olan Abdülkadir Töre de onun oğludur.

Altıncı bölüm “Tekke, Tarikat, Tasavvuf” başlığını taşıyor. Bölümün sorularından biri: Tekkelerin kapatılışına şeyh efendiler itiraz etti mi? 1925’te tekkeler kapatıldı, peki tekkeliler ne yaptı? O dönemde vasat müsait değil, pek bir şey yaptıkları görünmüyor diyor Kara. Bununla birlikte Bursa’daki Niyazi Mısrî hazretlerinin kurduğu dergâhın son şeyhi Şemseddin Efendi divanında 1925’ten sonraki sıkıntıları bir tekke şeyhi olarak açık bir şekilde anlatmaktadır. 35 yıldır Mehmet Şemseddin Efendi ile ilgili çalışmalarını sürdüren Kara, kitapta bu divandan da 5-10 şiire yer veriyor.

Son bölüm olan “Şehirler ve Dervişler”de yaşadığımız şehirlerin tarihî dokusunun elimizden kayıp gidişi ele alınıyor. Kara, bu kaybedişe direnilemediğini söylüyor ve ekliyor bunun bir tsunami gibi ciddi düzeyde tahripkâr olduğunun farkına varılmalı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir