Dış Politika Enstrümanı Olarak Uluslararası Silah Ticareti: Osmanlı-Almanya Örneği (1876-1914)
Şubat ayı Tez-Makale Sunumları programının misafiri Birmingham Üniversitesi’nde tamamladığı “Arms Trade in the Shadow of Personal Influence: German Style of War Business in the Ottoman Market, 1876-1909” [Kişisel Nüfuzun Gölgesinde Silah Ticareti: Osmanlı Pazarında Alman Tarzı Silah Ticareti] başlıklı doktora tezi çerçevesinde Naci Yorulmaz idi.
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Osmanlı Devleti artık silah üretiminde diğer devletlerle rekabet edebilecek bir konumda değildi ve büyük silah üreticisi devletlerin ekonomik, politik ve askeri nüfuz mücadelesine giriştikleri bir “pazar” hâline gelmişti. Büyük devletler arasında silah sanayi alanında öne çıkan Almanya’nın, II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarından başlayarak bu mücadeleden belirgin bir şekilde galip çıktığı görülmektedir. Yorulmaz’ın tezinin ana argümanı, Almanya’nın, silah ticaretini Osmanlı’ya nüfuz politikalarında bir alet olarak kullandığı ve bu alanda bir “sistem” inşa ederek silah ticaretinin ekonomik boyutunun çok ötesinde politik ve stratejik kazanımlar elde ettiğidir. Daha sonra bu sistem Birinci Dünya Savaşı ittifakının oluşumunda en önemli unsurlardan biri olacaktır.
Başta Osmanlı arşiv belgeleri olmak üzere Alman, İngiliz, Amerikan ve Avusturya arşiv kaynakları ışığında ele aldığı bu “sistem”i Yorulmaz tezinde, Alman Tarzı Silah Ticareti (German Style of War Business) şeklinde tanımlamaktadır. Meseleyi “kişisel diplomasi/personal diplomacy” “politik şantaj/political blackmail”, “usulsüzlük/corruption”, “sanayi casusluğu/industrial espionage” gibi kavramlar üzerinden tartışmaktadır.
Yorulmaz’ın sunumunda ele aldığı temel bir soru da II. Abdülhamid’in neden Almanya’yı tercih ettiğidir. Bu hususta öncelikle 93 Harbi’ndeki ağır yenilginin Osmanlı ordusunda bir modernleşme ihtiyacı doğurduğunu unutmamak gerekir. 1870-71 Prusya-Fransa Savaşı’ndaki kesin Alman zaferi ise Almanya’nın, kendi silah firmalarının ürettiği ve başarısını sahada test ettiği silahlarla tüm dünya için önemli bir model olabileceğini ortaya koymuştur.
Bu savaşın tüm dünyada oluşturduğu imajın II. Abdülhamid’i Almanya’ya yönlendiren nedenlerin başında geldiğine dikkat çeken Yorulmaz, aynı zamanda ilgili arşivlerde yapılan araştırmalarda görüldüğü üzere yetkililerin yazışmalarında Almanya’nın müşteri memnuniyetini sağlama noktasında oldukça hassas davranmasının da önemli bir tercih sebebi olduğuna işaret etmektedir.
Almanya’nın Osmanlı’ya nüfuz sürecini üç döneme ayıran Yorulmaz; İlk dönemi Reşit Bey ve Ali Nizami Paşa’nın Bismarck ile ittifak ve askeri heyet meselelerini görüşmek üzere 1881 yılında Berlin’e göndermesiyle başlatır. İkinci dönem, 1898’de II. Wilhelm’in, bir süre İstanbul’da da kaldığı, Kudüs seyahatidir. II. Meşrutiyetin ilanı ve 1909 yılında II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Alman tarafında yaşanan telaş ise üçüncü dönemin başlangıcıdır. Bu süreçte iktidarı eline alan askeri yapının büyük bir kısmının Alman eğitim sisteminden geçmiş olması, Almanya’nın etkinliğini devam ettirerek Birinci Dünya Savaşına giden sürecin yaşanmasında önemli bir etkendir. Zira Yorulmaz, artık Abdülhamid’in olmadığı bu dönemde ne kadar çok Almanya’dan uzaklaşılmaya çalışılsa da pratikte bunun pek de mümkün olmadığının görülmesini, yukarıda bahsedilen kişisel ilişkilerdeki o kuvvetli bağla ilişkilendirmektedir.
Almanların silah ticaretini aynı zamanda bir politik şantaj aracı olarak kullandıklarının görüldüğüne de dikkat çeken Yorulmaz’a göre, Kruppizm ve Kruppist dış politika ifadeleri Almanların bu sistemini en iyi özetleyen kelimelerdir. Yorulmaz, “Operasyon 1891” ismini verdiği örneğinde, Osmanlı’nın bir silah siparişinde Almanya yerine Fransa’yı tercih etmesini ve bunun üzerine Almanya’nın Osmanlı’ya yönelik girişimlerini bir politik şantaj olarak değerlendirmektedir. Bu noktada Goltz Paşa, Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi bağlamında Osmanlı’ya gelen, askerî okullarda yenilikler yapan, sultan ile bire bir görüşen ve Osmanlı’da her yere ulaşabilecek birikim ve nüfuza sahip bir isim olarak ön plana çıkar. Goltz Paşa’nın mektuplaşmalarından kendisinin silah ticareti alanında önemli bir istihbarat ağı oluşturduğu ve sultan veya bürokratlardan aldığı bilgileri Almanya’da ilgili kişilere aktardığı görülür. Bu mektuplaşmalardan birinde 1891 yılında güvenilir bir kaynaktan aldığı bilgiye göre Osmanlı’nın Fransa’dan top alacağını, Almanya’da hem Kayzer’e hem de Krupp’a iletir ve bunun için Osmanlı üzerinde politik bir baskı kurulması gerektiğini bildirir. Bunun üzerine Kayzer meseleye müdahale ederek Berlin Büyük elçisi Ahmet Tevfik Paşa’yı çağırıp “Şayet Fransa ile anlaşmadan vazgeçmezseniz biz sanayicimizi, sermaye sahiplerimizi Osmanlı pazarından çekeriz” tehdidinde bulunur. Bunun ötesinde Goltz Paşa’dan meselenin sultana nasıl aktarıldığının takip edilmesi de istenir ve Fransa ile anlaşmanın yapılmaması için en ince ayrıntıya kadar mesele takip edilir. Daha sonra Goltz Paşa, Sultan ile görüşmesinde konuyu Fransa anlaşmasına getirdiğinde ise sultanın, silah ticaretinde Fransa’ya geçmeyeceklerini özellikle belirterek, Berlin’de Ahmet Tevfik Paşa’nın verdiği tepki gibi “Zaten biz de Almanya’ya gemi siparişi verecektik” gibi ifadeler kullanır. Bunun üzerine daha başka siparişler dahi alınır ve Almanya karlı çıkan taraf olur. Alman tarzı silah ticaretinden kasıt işte tam da budur.
Netice itibariyle Yorulmaz’ın ortaya koyduğu temel argümanları ve varılan sonuçları özetlersek; Almanya, silah ticaretini bir dış politika enstrümanı olarak kullanmıştır. Burada kişisel diplomasi ihmal edilen son derece önemli bir husustur. Almanya-Osmanlı yakınlaşmasını ve nihayet Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikliğe giden süreci aslında sistematik olarak Almanya’nın geliştirdiği bu bağımlılık ilişkisi ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte, Alman tarzı silah ticaretinin başarısında rakip devletlerin, yani rekabeti kaybeden devletlerin belge ve yazışmalarında vurgulandığı üzere Almanlar gibi elçilerini sisteme enjekte edememelerinin, temsilcilikleri iyi kullanamamalarının etkisi söz konusudur.