Erken Modern Dönem İstanbul’unda Savaş Esirleri

Paylaş:

Tez-Makale sunumlarının Haziran ayı konuğu, İstanbul Üniversitesi’nde Suraiya Faroqhi nezaretinde tamamladığı “Erken Modern Dönem İstanbul’unda Savaş Esirleri ve Zorunlu İstihdam” başlıklı tezi ile Nida Nebahat Nalçacı idi. Öncelikle tezin konusu ve sınırlarına değinen Nalçacı, tezin zaman aralığını “erken modern dönem” ile sınırlandırmaktadır. Bunun, kaynak azlığı, yakalanmak istenen veri ve değerlendirmelerin dar bir zaman diliminde yakalanamaması ve konunun kesin tarihlerle sınırlandırılabilecek bir konu olmaması gibi nedenleri vardır. Mekânsal anlamda da, “mirî üseralık”taki merkezî konumundan dolayı, İstanbul seçilmiştir. Tezin temel meselesi ise zorunlu istihdam çerçevesinde temellendirilmiştir.

Kaynaklara gelince; esirlik ve kölelik, karınca yuvasını andıran bir konudur, Nalçacı’nın tabiriyle. Zira varlıkları bilinmekle birlikte toplumda görünür değildirler ve çok büyük bir kısmı adeta toprağın altındadır. Dolayısıyla bu konu ile ilgili tezde İstanbul’a esir olarak gelen insanların hatıratları, İngilizce, Almanca, İtalyanca esir anlatıları, kronikler, seyahatnameler, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden defterler (özellikle zindan defterleri), fermanlar, hüccetler, arzlar, tersane kayıtları gibi belgeler kaynak olarak kullanılmıştır. Öte taraftan, kölelik konusunda çeşitli çalışmalar yapılmakla birlikte ‘mirî üsera’ kavramı, bu kavramın sınırlarını tam olarak çizen Rhoads Murphey’ye kadar pek tanımlanmış bir kavram değildir. 70’lerde emek tarihi çalışmalarındaki yükseliş ivmesi, Türkiye’ye, kölelik çalışmalarındaki canlılıkla yansımış, 90’lardan sonra bu konuda yabancı dilde kaynaklar çoğalmıştır.

Kölelik tarihine genel hatlarıyla bakıldığında antik çağlardan bu yana bütün Akdeniz havzasında, özellikle ulaşımda, köle kulllanıldığı görülür, Nalçacı’nın tespit ettiği üzere. İstanbul’un fethinden sonra kurumsallaşan köleliğin insan unsuru itibari ile kaynağı Karadeniz ve İran; asıl tedarik merkezi ise Galata gümrüğü ve buradaki tersanedir. Savaş esirleri tersaneye; ticaretle gelenler de Galata gümrüğüne gelir. Burada “gayri milli bir emtianın millileştirilmesi” söz konusudur. Tersanede giderek büyüyen ve çeşitlenen, hastanesi ve şapeli olan bir zindan yer alır. Tersane kayıtları ve zindan defterlerinden esirlerin ne yiyip içtikleri ve bunların tedariği ile ilgili ayrıntılara ulaşmak mümkündür. Yine belgelere göre çok sistematik bir tedarik usulü söz konusudur. Kıyafetlerinin de tersanenin kendi içinde yer alan dokuma bölümünde hazırlandığı düşünülmektedir.

Eşkal defterlerinden fiziksel özellikleri yanında, varsa, yara izleri, vücuttaki eksiklikleri/problemleri öğrenmek mümkündür. Aynı şekilde defterlerden getiriliş yolları ve menşeleri de takip edilebilmektedir. Çoğunlukla esirlerin kökenleri Latin, İtalyan, İspanyol olmakla birlikte Osmanlı Devleti’nin o yıl savaştığı devlete göre esirlerdeki yoğunluk değişir. Her ne kadar güvenirlik sıkıntısı mevcutsa da esirler hakkındaki bir başka önemli kaynak esaret anlatılarıdır. Bu anlatılarda esirlerin, özellikle kürekçilikle görevlendirilmemek için yalan söyledikleri görülür. Bu konuda en çarpıcı örnek, kürekçi olmamak için doktor olduğunu söyleyen ve yıllarca doktorluk yapan Petro’dur.

İstanbul halkı esirlere aşinadır. Esirlik, gündelik hayatta çok sık karşılaşılan bir toplumsal unsurdur. İnsanlar mübarek günlerde onlara yardım ederler. Valide sultanlar esir azad ederler. Kışın sefere gidilmediği için halk ağır işlerini gördürmek üzere esirlerden adam kiralar. Ayrıca esnafla doğrudan bir ilişkileri vardır. Bununla birlikte Osmanlı Devleti, köleden köle elde eden bir imparatorluk değildir. Özel/ev kölelerinin izi, millileştikten, pazara çıktıktan sonra takip edilemez. Mirî üseralık hukukî açıdan “ayrıcalıklı kul”dur; ganimet olarak gelir, sultanın malı sayılır; “Mâl-ı nâtık”tır. Bir nevi kamu görevlisi oldukları için rahatlıkla izleri sürebilir. Bu kölelerin getiriliş yolları ise çeşitlidir: Sefer, korsanlık, akınlar, isyanlar, satın alma, mübadele. Söz konusu dönem için en yaygın uygulama seferler yoluyla getirilmeleridir. Her görevli kayıdını tuttuğu belli sayıda esiri İstanbul’a göndermek durumundadır. Merkezin her an esire ihtiyacı vardır. Geliş güzergahları ise denizden ve karadan olmak üzere çeşitlenir. Denizden Mısır, Girit bazen de Tuna üzerinden gemi ile İstanbul limanına getirilirler. Kara güzergahı da çeşitlidir. Örneğin bir belgede 20-30 kadar esirin, Belgrad’dan başlayıp sırasıyla Niş, Sofya, Filibe, Edirne’ye varan yolculuğu anlatılmaktadır.

Mirî üseranın toplam nüfuslarına dair literatürde çeşitli rakamlar mevcuttur. Farklı tarihler için verilmiş çok farklı rakamlar vardır; fakat, tam bir tespitte bulunmak güçtür. Zindanda mücrimlerle birlikte oldukları için zindan defterlerinden de tespit edilememektedir. Ayrıca bir kısmı sürekli Akdeniz’deki gemilerde bulunduğu için likit bir nüfus söz konusudur. Esirlerin nüfusuyla ilgili kaydedilmesi gereken bir diğer husus devletin saray için kullanılacaklar dışında kadın mirî üsera istememesidir.

Bu esirlerin çeşitli alanlarda istihdam edildikleri görülmektedir: En başta forsalık, gemicilik, raspa halat yapımı, ırgatlık, inşaat işleri, taş kırma, buz kırma, lağımcılık… Esirler içinde profesyonel gemicilik yapanlar, bu işten iyi para kazandıkları için çoğu esaretten kurtulduktan sonra da bu işte devam eder. Aynı şekilde Ömer Lütfi Barkan’ın bahsettiği ortakçı kulları, tarımda kullanılan esirlerdir. Sarayda ise yeniçeri, enderun talebesi ve ehl-i hıreflere şakirt olarak alınan esirler vardır. Bunların seçimine bizzat padişah ya da sadrazam nezaret eder. Esirlerin icra ettiği meslekler arasında dragomanlık özellikle zikredilmelidir. Esirlerin ilk adı “dil oğlanı”dır; zira sarayın tercüman ihtiyacını büyük oranda esirler görür. Ayrıca istihbaratta kullanılırlar. Batılı elçiliklerin gözü hep tersanede olmuştur; oradaki faaliyetlere göre sefere çıkılıp çıkılmayacağı takip edilir. Tersaneden bilgi almak için en rahat ulaşabilecekleri kaynakların başında ise esirler gelir. Dokumacılık, esirlerin kullanıldıkları bir diğer meslek grubudur. Tersanenin içinde yelken bezi üretimi için bezhane kurulması ve buradaki üretimin fazlalığı, iş gücünde esir kullanıldığını düşündürmektedir.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir