Bir Edebi Türün Tarihinden Osmanlı Edebiyatı Tarihine: Osmanlı Şair Tezkirelerinin İlk Yüzyılına Tarihselci Bir Bakış
13 Aralık tarihinde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Zeynep Altok, Osmanlı şair tezkirelerinin on altıncı yüzyıldan başlayarak on sekizinci yüzyıla uzanan yelpazesinde tarihsel bir bakış önerme iddiasında bulundu.
Altok sözlerine, özellikle modern öncesi Osmanlı edebiyatı ve tarihi disiplinleri arasındaki yarılmadan bahsederek başladı. Henüz tamamlamadığı doktora tezine başlarken temel motivasyonunun bu yarılmayı sorgulamak olduğunu belirten Altok, böyle bir ayrımın on dokuzuncu yüzyıl öncesi Osmanlı münşisi için geçerli olmadığını, hem divan hem tarih yazarı olan Gelibolulu Âli (1541-1600) örneği üzerinden tartıştı.
Osmanlı kültür tarihçiliğinde Avrupa, Çin ve Hindistan edebiyat tarihlerinde olduğu gibi interdisipliner bir kültür tarihçiliğinden ve yeni araştırmalara vesile olacak teorik çerçevelerden, yaklaşımlardan ve bağlamsallaştırmalardan bahsetmek maalesef mümkün görünmüyor. Osmanlı edebiyat tarihine katkıları büyük olan Mustafa İsen, Harun Tolasa, Filiz Kılıç gibi isimlerin şair tezkireleri üzerine olan çalışmaları da daha çok belli temalar etrafında kataloglandırma çalışması niteliğinde kalıyor.
Altok, Walter Andrews’un Latîfî Tezkiresi üzerine hazırladığı ama yayımlamadığı doktora tezinin bağlam arayışında olması sebebiyle ilham verici olduğunu düşünmektedir. Andrews’a göre, on altıncı yüzyıl tezkirelerinde, heterodoks grupların ılımlaşmasından ve ulemanın kurumsallaşmasından kaynaklı klasikleşmeye doğru bir evrim söz konusu. Her ne kadar klassizm konsepti sorunlu ve tartışmaya açık olsa da bu çalışma şair tezkirelerini tarihsel bir bağlama oturtmaya çalışan nadir çalışmalardan biri olarak önem arz etmektedir.
Zeynep Altok’un doktora tezinde yapmaya çalıştığı bu türün en canlı olduğu dönemi on altıncı yüzyıl ile dönüşüme uğradığı on yedinci ve on sekizinci yüzyıllar arasında tezkire türünün haritasını çıkartmaktır. Bu türün tarihini inceleyen Osmanlı edebiyat tarihi kaynakları Ali Şir Nevâî’den Sehî Bey’e geçen ve oradan yirminci yüzyıla kadar gelen kesintisiz bir Osmanlı tezkire geleneğini varsayar ve bu devamlılığa olumlu bir anlam atfeder. Bu devamlılık vurgusu uğruna tezkire sayılmaması gereken eserler tezkire olarak adlandırılırken, tezkire niteliği taşıyan eserler görmezden gelinmektedir. Örnek olarak, bu tür çalışmalarda Ali Şir Nevâi’den başlatılan gelenek, doğrudan Sehî Bey’e atlanarak devam ediyor gibi gösterilir; halbuki arada Kazvînî’nin yaptığı Mecâlisü’n-Nefâis tercümesi başta Akkoyunlularla ilgili bölüm olmak üzere birçok telif bölüm içerir ve Sehî Bey’in tezkiresinden önce yazılmıştır.
Zeynep Altok, tezkire üzerine var olan literatürü bu meseleler etrafında tartıştıktan sonra, konuşmasının ikinci bölümünde önemli gördüğü bazı tezkirelerin üzerinden geçmiştir. Temel vurgusu bu tezkirelerin yazılma amaçları, üslupları, yüzyıllara göre değişiklikleri ve yazarlarının farklılaşan nitelikleri hakkında olmuştur. Garibi’nin 1550’de ilk Rumî şair tezkiresi olarak öne sunduğu tezkiresinden kurumsallaşan ulemanın en ağırbaşlı figürlerinden Kınalızade Hasan Çelebi’nin tezkiresine kadar geniş bir yelpazede yazılan onaltıncı yüzyıl tezkireleri özel bir ilgiyi hak etmektedir. Bu yüzyıldaki tezkireleri incelerken zenginliğin farkına varmamız, yayılım alanlarına bakmamız ve tezkirenin letaif mecmuaları, nazire mecmuaları, şehrengiz gibi farklı türleri bünyesinde barındıran bir üst-tür olarak görmemiz gerekmektedir. Üstelik, en bariz örneğini Aşık Çelebi’nin Meşairü’ş-Şuara’sında gördüğümüz üzere, bu yüzyıldaki tezkirelerin dili de çok canlıdır, adeta bir meddah anlatıcına benzemektedir.
Altok, nüsha sayılarına ve üslup özelliklerine bakarak bu zenginliğin ve canlılığın sonraki yüzyıllarda kaybolmaya yüz tuttuğunu söyler. Bunun nedenleri konusunda da yetersiz literatürden dolayı ancak spekülasyonlar üretmek mümkündür. Cornell Flescher’in on altıncı yüzyıl sonrasına ait gözlemleri bu tartışmayı besleyebilir. Fleischer, on altıncı yüzyıldaki uzmanlaşmamış elit kesiminden sonraki yüzyıllarda büyümüş devletle paralel olarak uzmanlaşmış kadrolara dönüştüğünü iddia eder. Dolayısıyla on altıncı yüzyılda şair, evrak tutmaktan imparatorluğu meşrulaştırmaya kadar geniş bir spektrumda görev yapan bir erken dönem Osmanlı adamıdır. Bu yüzyıldaki şairi de günümüz şairi olarak tahayyül etmemek gerekir çünkü diğer toplumsal ve siyasi alanlardan bağımsız edebiyat diye estetik bir alan bulunmamaktadır. Edebiyat yerine, şiir, inşa, mesnevi gibi kavramsallaştırmalar mevcuttur. Bu sebepten, tek işi şairlik, edebi yazarlık olan kadrolar yoktur. Ekonomik tarafının yanısıra, şiir kamusal alanın kendisi ve retorik gücünden dolayı en önemli iletişim araçlarından birisidir.
Sorularla ve önerilerle nihayete ulaşan Zeynep Altok’un konuşması, sadece şair tezkireleri ile ilgili değil çağdaş edebiyat tarihlerinin birçok kavramını ve yaklaşımını yeniden düşünmemiz, sorgulamamız için ilham kaynağı olacak niteliktedir. Konuyla ilgili doktora tezinin tamamlanmasını ve yayımlanmasını heyecanla bekliyoruz.