Davete İcabet: Sedat Dönemi Mısır’da İslami Aktivizm*

Paylaş:

KAM “Kitap-Makale Sunumları” programının Nisan ayındaki konuğu Katar Georgetown  Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Abdullah al-Arian oldu. Al-Arian Answering the Call: Popular Islamic Activism in Sadat’s Era başlıklı kitabına dair sunumunda, Mısır’daki İslami hareketin 1970’lerden şimdiye dek etkisi devam eden teşkilatlanmalarının oturduğu tarihsel zemine odaklandı. Kitabın odaklandığı dönem olan 1970’li yılların özelde Mısır genelde de bütün islam dünyası için gelecek kırk yıla damgasını vuracak gelişmelerin tomurcuklandığı yıllar olduğunu belirten al-Arian, farklı coğrafyalardaki farklı İslami aktivizm “uyanış/dirilişlerinin” bu dönemde oluşmaya başladığının da altını çizdi.

Müslüman Kardeşler’in 1970’lerde tekrar nasıl ortaya çıktığının ve dönüşüm yaşadığının yeteri kadar araştırılmadığı ve üzerinde durulmadığı gerçeği, al-Arian’a göre, bu yıllar üzerine yoğunlaşmayı gerektirmektedir. Hasan el-Benna’nın yaşadığı dönemde Mısır işgal altında olan, liberal Arap siyasetinin etkili olduğu ve monarşinin hüküm sürdüğü bir ülkeydi. Al-Arian, Benna’nın bütün bu farklı baskı unsurlarını biraraya getirmek zorunluluğuyla yeni ortaya çıkmakta olan demokratik düzene uygun bir “İslami mesaj” arayışı içerisinde olduğunu vurguladı.

Al-Arian’a göre, Cumhuriyet’in ilanından sonra Nasır’ın sıfır-toplamlı siyaset anlayışının bir sonucu olarak bütün muhalefet yollarının kapanması ve bütün muhaliflerin sindirilmesi İslami militanlığın kapılarını açan temel faktördür. “Seyyid Kutub” olgusunun bu dönemde ortaya çıktığını, Kutub’un 1960’larda yanlış temsil edildiğini ve Kutub’un retoriğinin nüanslarıyla birlikte daha yakından incelenmesi gerektiğini belirten al-Arian, Kutub’un esas ilgilendiği sorunun “otoriter bir ortamda İslami aktivizmin geleceğinin ne olacağı” sorusu olduğu ve Kutub’un bu soruya yanıt vermekten daha çok bu tartışmayı başlatma niyetinde olduğunu vurguladı. Al-Arian’a göre Kutub’un başlattığı tartışma platformu bir anlamda 1969 yılında Müslüman Kardeşler’in ikinci mürşidi Hasan al-Hudaybi tarafından yazılan ve Seyyid Kutub’un düşüncelerine karşı bir anti-tez niteliği taşıyan Davetçiyiz, YargılayıcıDeğil / Duat La Kudatkitabıyla devam etmekteydi. Bu kitabın amacı Seyyid Kutub’un açtığı radikal, devrimci yola karşı, Müslüman Kardeşler’in “bizim vazifemiz toplumu bilgilendirmek, devrime önderlik etmek değil”e dayalı yolunu belirgin kılmaktı. 

Cemal Abdulnasır’ın son dönemlerinde Nasırcılığın çöküşe geçtiğini ve bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşler içindeki tartışmaların da canlılık kazandığını vurgulayan al-Arian, bu yeni açılan tartışma alanının Enver Sedat tarafından tahkim edildiğine işaret etti. Bu bağlamda Sedat’ın stratejisi al-Arian’a göre, solcuları bastırmak ve İslamcılara toplumda yer edinmeleri için fırsat alanları açmaktı. Al-Arian’a göre, Sedat, üniversite gençliğine alan açma stratejisini, ideolojik olarak çok da saf olmayan, politize olmuş bir İslami kimliğe sahip, sol protesto kültürünün ürünü ve solcularla ittifak kurmaktan kaçınmayan İslam gençliğini ortadan kaldırarak uygulamaya çalışmıştır. Böylece üniversitelerde daha merkezi kontrol mekanizmalarına sahip İslami cemaatler ön plana çıkarılmıştır. Sedat’ın bu baskıları azaltma politikasının büyüsünü yitirmiş milliyetçi-seküler söylemin yerini dini-motivasyonlu bir siyasi kültür ve toplum alması sonucunu öngörmediğini söylemek yersiz olacaktır. Al-Arian bu noktada birçok yazarın Sedat’ın İslamcıları yarattığı noktasındaki fikirlerinin abartılı olduğunu belirtmiştir. Sedat’ın bu yeni oluşacak İslamcı neslin Müslüman Kardeşler ile herhangi bir bağlantısı olmayacağını düşünmesinin temel sebebi Müslüman Kardeşler’in neredeyse ortadan kalkmış olduğuna dair inançtır.

Sedat döneminde Müslüman Kardeşler içindeki tartışmalar biraz daha farklılık kazanarak hareketinin geleceğine odaklanması önemli bir kırılma noktasıdır. Bu tartışmalarda bir grup hareketin yeniden oluşturulmasının pek de hayırlı sonuçlar doğurmayacağını, Sedat’ı rahatsız edebileceğini ve kenarda kalmanın daha iyi olabileceğini vurgularken, diğer grup ise, bu tarz faaliyetlerden kaçınmaları durumunda selefiler ve liberallerin üniversite gençliğini kendine çekerek Müslüman Kardeşler’i işlevsiz bırakacağını iddia etmişlerdir.

1970’lerin sonlarına doğru üniversitelerde karizmatik şahsiyetler Müslüman Kardeşler’e katılırken, al-Arian’a göre, Müslüman Kardeşler ciddi ve büyük bir organizasyon olarak ortaya çıkmaktaydı. Müslüman Kardeşler’in üniversiteden mezun olan, ideolojik olarak safları belirginleşen ve aktivizmlerine üniversite dışında devam etmek isteyen bu İslamcı aktivistlere alan açıp kendi sıkı yapısı içerisinde barındırması, öğrenci hareketleri üzerinde ciddi bir ılımlılaştırıcı etki oluşturmuştur. İslamcı aktivistlerin 1970’lerde öğrenci birliklerinde başlayan ve 1980’lerde profesyonel sendikalarda devam eden devletle etkileşimlerinin sonucunda devleti eskilerin algıladığı şekilde negatif algılamadığına vurgu yapan al-Arian, bu etkileşimin 2000’li yıllara kadar devam ettiğini dile getirmiştir. Bunun bir sonucu olarak Müslüman Kardeşler, Hüsnü Mübarek rejiminin ve saltanat sisteminin meşruiyetine meydan okuyabilecek davranışlardan çekinmiştir..

Tahrir Devrimi’nin başlangıcında çok da istekli olmayan Müslüman Kardeşler’in bu tutumunun çok da sürpriz olmadığına vurgu yapan al-Arian, Müslüman Kardeşler’in hiçbir zaman devrimci bir hareket olmadığını ve onlardan devrimci olmalarını beklemenin de onlara karşı yapılan bir haksızlık olduğunun altını çizdi. Bunun yanı sıra al-Arian, Mübarek sonrası dönemde Müslüman Kardeşler’in sergiledikleri tutumlarıyla devrim hareketi olmayıp aksine reform hareketi olduğunu kanıtladıklarını belirtti. Devrimin getirdiği ortamın son otuz yıldaki kazanımlarını pek de hesaba katmaması, al-Arian’a göre, Müslüman Kardeşler’i pek de mutlu etmedi ve askerlerin planını kabul etmeye itti. Eski rejimin sürekli Müslüman Kardeşler’e engel çıkardığına vurgu yapan al-Arian, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasındaki gelişmeler Müslüman Kardeşler ile diğer kesimler arasındaki bağlantının kesilmesi sonucunu doğurduğuna işaret etti. Ayrıca, devrim karşıtı hareketin de tam olarak bu bağlantı kesilen liberal-sol taban üzerinden meşruiyet kazandığını vurguladı.

“Tahrir Devrimi” sonrasında Müslüman Kardeşler’in aldığı birçok kararda 70’li yıllardan beri tartışılagelen belli başlı soruların etkisinin olduğunu söyleyen al-Arian, bu soruları şu şekilde özetledi: “Devletle etkileşim içerisinde bulunmalı mıyız? Kendimizi açıp toplumla etkileşim içinde bulunmalı mıyız? Dışarıya kapalı kendi çıkarları peşinde giden ve toplumu önemsemeyen bir organizasyon olarak mı kalmalıyız?” Son olarak 2011’den sonra Müslüman Kardeşler’in parti ve dava hareketi olmanın getirdiği ikilem ve geniş toplumla etkileşim gibi iki önemli problemle yüzleştiğini de belirtmişti.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir