Tefsir Öğretimi Açısından Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili

Paylaş:

Türk entelektüel hayatının en netameli konularından birisi ve belki de birincisi orta ve yüksek öğrenimde gerçekleştirilen(?) eğitim meseleleri olsa gerek. Sosyal ilimlerin hangi şubesine elinizi atsanız devasa ölçekte bir “seviye” kalitesizliği sizi hemen karşılayacaktır. Isparta İlahiyat’ta tefsir doçenti olarak görev yapan İshak Özgel’le yaptığımız programda da yine bu çetrefilli konunun ilahiyat ayağını konuştuk. Özgel sunumunda Türkiye’deki tefsir eğitimi(?) ile ilgili görüş ve önerilerini çok açık bir şekilde – çuvaldızı “kendisi”ne de batırarak- paylaşmayı ihmâl etmedi. Aslına bakılırsa Türkiye’de mevcut müfredat göz önüne alındığında bir tefsir eğitiminden daha ziyade bir tefsir öğretiminden söz edilebileceği konusuna dikkatleri çeken konuşmacı, İslâmî ilimlerin tedris sonuçlarının neden toplum katmanları arasında görülemediği sorusunun cevabını bahsi geçen eğitim-öğretim farkında yattığını belirtti. Konuşmasının başında Türkiye’de tefsir öğretimiyle alakalı olarak durum tesbitinde bulunan Özgel, özetle Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde bu ilim şubesine ait eğitimle ilgili bilgiler aktardı. Buna göre gerek Selçuklu gerekse Osmanlı medreselerinde daha belirgin bir şekilde müfredat ve o müfredatın amacına uygun bir tertip ve düzenin olduğu görülür. Türkiye’de özellikle YÖK’le birlikte birkaç defa müfredat değişikliği yapılmıştır ki bu değişiklikler incelendiğinde müfredatı yapanların kayda değer bir amaç gütmedikleri hemen görülecektir.

Osmanlı medreselerinde tedris hayatının temel hedefi Kur’an’ı anlamaktır. Bu bakımdan medrese sisteminde tefsir dersi en üst seviyede okutulur. Allah’ın kelâmını her açıdan insanların anlayabileceği bir eğitim öngörülmüş ve buna uygun da bir yapılanma ortaya konmuştur. Bu açıdan bakıldığında Allah’ın kelâmını anlamak için gerekli ilimlerin ve bir müfessirde bulunması gereken özelliklerin neler olduğu meselesi çerçevesinde Arap dili ve belagatını iyi bir şekilde bilecek ve onun inceliklerine vukufiyet sağlayabilecek bir yapı teşkil edilmiştir. Dersler arasında öncelikle sarf ve nahiv bunlarla birlikte belagat ilmi, bir de hüküm istinbatı yapabilmek için bir tür usul vazifesi gören mantık ilmi hemen göze çarpar. Tefsir ilmi ise diğer İslâmî ilimler arasında en son aşamada tahsil edilmektedir. Tefsir ilmi özelinde konuşacak olursak bugün pek de göremediğimiz ancak o gün için hayati ehemmiyeti haiz bir husus da eğitimin nass merkezli oluşudur. Yani metin merkezli bir eğitim söz konusudur. Ders bir metin üzerinden başlar ve bitirilir. Bir talebeye sorduğunuzda sarftan filanca metni bitirdiğini; nahivden falanca metni bitirdiğini; mantıktan filanca metni bitirdiğini söyleyecektir. Metin bir öğretici tarafından okutulur ve metnin kendisi de talebeden beklenen ne ise onu gerçekleştirmeye matuf özellikleri içerir. Özgel konuşmanın bu noktasında bugün ders kitaplarına baktığımızda tefsir usulüyle veya tefsir dersiyle alakalı olarak böyle düşünülmüş, hazırlanmış bir metinle karşı karşıya olmadığımızı ifade ediyor. Bir örnek üzerinden konuşacak olursak Türkçede İsmail Cerrahoğlu’nun yazmış olduğu tefsir usulü kitabı doğrultusunda onun türevlerinin okutulduğu bir tefsir usulü müfredatı ilahiyat fakültelerine hakimdir. O yüzdendir ki ben bir metni bitirdim ve o metin üzerinden bu ilmi edindim deme şansı bugün artık elimizde yok.

Osmanlı medreselerinde daha çok Zemahşeri’nin Keşşaf’ı, Beyzavi’nin Envarü’t-Tenzil’i, Molla Gürani’nin Gayetü’l-Emanet’i, Ebussuud Efendi’nin İrşadü Akli’s-Selim’i okutulmuştur. En yoğun okutulan metin ise Zemahşerî ve Beyzavi’nin eserleri olmuştur. Burada dikkat edilecek bir husus da kitapların tamamının okutulmaması; içinden parçalar seçilmek suretiyle ders takririnin yapılıyor oluşudur. Meselâ Yasin suresi veya kısa sureler ya da belli bir cüzün belli bir parçası gibi…

Bu metinler de medrese hocalarının derslerde okutmak maksadıyla kendilerinin hazırladıkları metinlerdir. Çoğunluğu da Beyzavi şerh ve haşiyelerinden müteşekkildir. Ancak bu eserler müstakil olarak Beyzavi tefsirine yapılmış şerh ve haşiyeler değildir; bunlar daha çok hocaların ders notları veya ders kitabı vazifesi görmesi için kaleme alınmış eserler niteliğindedir.

Osmanlı medreselerinde Zemahşeri’nin eserinin okutuluyor olması da tefsir eğitim ve öğretim teknikleri bakımından ilginç bir durumdur; zira eserin içinde mebzul miktarda itizalî fikirler mevcuttur; bunun sebebi, öğrencinin daha önce sarf, nahiv, bedii, beyan, meâniyle alakalı öğrendiği nükteleri metnin içinde rahatça takip edebileceği bir eser oluşudur. Bugün Türkiye’de de bu nitelikte bir metin takibi yapılabilir mi sorusuna pekâla “evet” denilebilir; zira Elmalılı’nın eseri tam da bu nitelikte bir eser hüviyetiyle Türk entelektüellerinin karşısında duruyor.

Bugün Türkiye’de pekâla Zemahşeri de Beyzavi de okutulabilir ama pratikte bunun böyle olmadığını 20 senelik ilahiyat hocalığı esnasında öğrendiğini kaydeden Özgel, ilahiyat fakültelerine gelen öğrenci profili hakkında şunları aktarıyor: “Her geçen gün seviyesi düşen bir ilahiyat ilmi talibiyle karşı karşıyayız. Arapça bir ibareyi çözmeye, anlamaya çalışan bir kişi var ve ders tamamen bir tercüme dersine dönüşüyor. Yani karşınızda Arapça bir metni okumakta zorlanan bir kitle var, siz de seçmiş olduğunuz bir metni ona Arapça okutmaya, şu kelimenin manası şudur, burası budur diye anlatmaya çalışıyorsunuz..” Bu realite karşısında Türkiye’de Türkçe yazılmış tefsir kitapları içerisinde duruma en uygun düşen eser Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili’dir. Sanıldığının aksine Türkçe tefsir bakımından çok da alternatifimiz yok. Hangi tefsir kitabını okuyalım sorusu Türkiye şartlarında cevaplandırması zor bir sorudur. Diyanetin Kur’an Yolu eseri dışında büyük ölçüde tercüme literatürüyle karşılaşılır. Tercümelerin de hangi gaye ile yapıldığı meselesi de ayrı bir problem. Meselâ “Ebussuud Efendi veya Beyzavi niçin tercüme edilir, Beyzavi’nin tercümesini kim okur veya Beyzavi’nin tercümesini okuduğu zaman insanlar ne anlarlar?” soruları büyük ölçüde piyasa şartlarıyla ilgili olduğu söylenebilir. Beyzavi’yi okuyacak bir adamın zaten Arapça bilmesi gerekir. Arapça bilmeyen birinin o tefsirden ne gibi bir istifadesi olabilir? Bunları anlamak güç; ama bunların karşısında çok önemli bir eserimiz var: Hak Dini Kur’an Dili

Son olarak İshak Özgel’in tefsir eğitim ve öğretimi ile alakalı olarak şöyle bir öngörüsünün olduğunu öğreniyoruz: Bir yandan Kur’an’ı anlamak isteyen ve fakat Arapçası da çok iyi olmayan ve dilini bu yolda bir şekilde geliştirmeye çalışan bir grup talip ile Elmalılı tahlil edilerek, kavramları üzerinde durularak tıpkı bir Arapça kaynak okuyormuşçasına takip edildiğinde medreselerde bir tefsir kitabını okumaktan kastedilen, amaçlanan hedefler neler ise bu hedeflerin pek çoğu gerçekleşebilir. Elmalılı’nın içeriğine bakıldığında hakikaten hem kaynakları itibariyle hem ele aldığı mevzular itibariyle hem birikimi itibariyle birçok meseleyi tanımladığını, tahlil ettiğini, tartıştığını, tercihte bulunduğunu çok rahatlıkla görebiliriz.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir