Osmanlı Klasik Dönemi Tarih Yazıcılığı ve Tarih Düşüncesi
Türkiye Araştırmaları Merkezi Sohbet programı çerçevesinde 22 Ekim 2015 tarihinde Harvard Üniversitesi hocalarından Himmet Taşkömür ile “Osmanlı Klasik Dönemi Tarih Yazıcılığı ve Tarih Düşüncesi” üzerine bir sohbet gerçekleştirdi.
İlgilendiği alanın, daha çok tarih metinlerinden yola çıkarak erken dönem tahkikinin metin yazınını anlamak olduğun söyleyen Taşkömür, bunun üzerinde çalışırken en önemli durumun “vak’a nedir, vakanüvis nedir, vakanüvis tarihçiliği nedir?” diye genellikle bir şemsiye altında ele alınan sorularla tarihçilerde bir entelektüel merak uyandırmak, aynı zamanda tarihçilerin her birinin entelektüel dünyasından haberdar olarak onlara ses verebilmek ve en önemli durumun onları geleneksel Osmanlı içinde eritmektense farklılıklarını duyurabilme endişesi olduğunu belirtti.
Taşkömür çalışmalarını yaparken iki problemi olduğunu söyledi ve bunlar üzerinden konuşmasını ayrıntılandırdı. Üzerinde durduğu birinci problem, “Tahkiye meselesi, yani vak’a nedir?”; ikinci problem, “Tarih telakkisi nedir? Tarihten ne anlıyoruz? Tarih Osmanlı kültür havzasında nasıl anlaşıldı ve bunun klasik İslam mirası dediğimiz tarih yazıcılığı geleneği ile ne tür bir ilişkisi var? Süreklilikler, kopuşlar ve yeni eğilim ve yönelimler nelerdir?” şeklinde sıralanabilecek sorulardan oluşan bir silsiledir. Konuşma başlığındaki düşünce meselesinin “tarih için teorik olarak ele alınan meseleler nelerdir?” sorusu altında yer alan, bizatihi “zaman ve mekân problemi”, ilm-i hikmet içinde de ele alınan “zaman ve mekân nedir?” sorularını işaret ettiğini belirten Taşkömür bunların hem çalıştığı konu hem de konuşması için sorunsal olduğunu söyledi.
Taşkömür’e göre Osmanlı tarih yazıcılığı metinleri özellikle profesyonel kişiler tarafından 20. asırda, 1950’lerden sonra daha çok kaynak neşri çerçevesinde ele alınmıştır. 1950’li yıllardaki Osmanlı tarih yazımı çalışmalarında odaklanılan tek noktanın Osmanlı olduğunu, onu çevreleyen diğer kaynakların; siyasi, iktisadi, kültürel unsurların göz ardı edildiğini belirten Taşkömür, bunun açıklamasını yaptı. 1950li yılların sonrasındaki tarih yazımı çabalarının kaynak değeri noktasında daraltıcı bir tarafı vardır. Bu daraltıcı şeylerden bir tanesi ele alınan metnin Osmanlı tarihinin bizatihi kendi dönemi ile alâkalı bir şey söylüyorsa o zaman ehemmiyetli olmasıdır. Örneğin Gelibolulu Mustafa’nınKünhü’l-Ahbar(Haberlerin Özü) adlı eserinde yayınlanan ya da ele alınan kısımlar daha çok Osmanlı dönemi ile alakalıdır. Âlî’nin yazmış olduğu mukaddimede Osmanlılar’dan önceki kısıma ayırmış olduğu İslam tarihi ve dünya tarihi neredeyse bir kenara bırakılmıştır. Çünkü Osmanlı öncesi kısımlar farklı metinlerden alınmıştır ve kaynak değeri yoktur şeklinde bir yaklaşım vardır. Daraltıcı olan ikinci husus Osmanlı tarih metinlerinde 15. ve 16 yy. içerisinde çeşitli tarzlarda tarih yazıcılığının olmasıdır. Örneğin II. Beyazıt devrine gelene kadar sadece sosyo-politik olayları ele alan metinler değil, aynı zamanda çok farklı tarih telakkileri ve farklı tarih yazımı pratikleri vardır. Keza menakıbnameler bunların bir kısmını ihtiva eder. Ama menakıbnameler 1950’ler de tarih yazıcılığının dışında bırakılmıştır. Coğrafya ve tarih metinlerinin neredeyse iç içe geçmiş olmasına rağmen ihmal edilmesi ve bu metinlerin içerisinde ırmakların, dağların, tepelerin tarih konusu olamaması, bu kaynak değeri meselesinden dolayı bir kenara bırakılmış diğer bir daraltıcı noktadır. Menakıbnameler ve gazavatnamelerin farklı türde endişelerle yazılan bir tarih yazımı olduğunu belirten Taşkömür, Şehname’yi bugün çok az kişinin tarih metni olarak telakki ettiğini ama 15. ve 16 yy. ’da Şehname’nin bir tarih kitabı olarak okutulduğunu belirtti. Sadece epik ve destansı oluşunun ötesinde pratik hedefleri ve öğrenebilecek pek çok dersi barındırır. Yaşanmışlığın getirmiş olduklarını örneklemeler ile anlatan bu eser, pratik olarak Osmanlı tarihi hakkında bir şey söylemese de tarih metni olarak okunmuştur.
16. asrın ortalarında yani 1520’lerden itibaren Osmanlı tarih yazıcılığında kendi tespitleri neticesinde iki ana kırılma yaşandığını belirten Taşkömür bunlardan bir tanesinin Osmanlı hanedanının merkeze alındığı bir tarih yazımı olduğunu, ikincisinin Osmanlı tarihini bir çağdaş tarih olarak ele almakla beraber aynı zamanda bir ilmi siyasetin parçası olarak telakki etmek olduğunu söyledi. Bunlardan ilkinin Osmanlı’nın devlet olarak nasıl zuhur ettiğini, dünya tarihi ve İslam tarihi içerisindeki yerinin merkezi konumunun ne olduğu hususunda toplanmıştır. Âşıkpaşazâde bunun en güzel örneklerinden birini Tevarih-i Âl-i Osmanadlı eseri ile vermiştir. İkinci ise ilkine nazaran daha önemli bir kırılma noktasıdır. Burada tarihten anlaşılan şey sadece Osmanlı hanedanlığının menkıbelerini kaydetme ve olayları zikretmenin ötesinde, hanedanın sosyal, kültürel, iktisadi tecrübelerinin siyasi olarak bir takım dersleri barındırdığı fikrinin ortaya çıkmasıdır. Bunun ilk örnekleri II. Beyazıt döneminde ele alınan Neşrî’nin Kitâb-ı Cihânnümâ’sında görülebilir.