Taşköprîzâde: Miftâhü’s-saâde ve misbâhü’s-siyâde fî mevzûâti’l-ulûm & Sadreddinzâde Şirvânî: el-Fevâidü’l-Hâkâniyye el-Ahmedhâniyye

Paylaş:

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Fahreddin Râzî Sonrası İlimler Tasnifi Literatürü’nün beşinci oturumu iki farklı sunuma ev sahipliği yaptı. İlk sunumda, Yalova Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Süruri, Osmanlı dönemi ulemâsından Taşköprîzâde Ahmed Efendi’nin (ö. 968/1561) ilimlere sınıflandırılmasına dair bakış açısını Miftâhü’s-sa‘âde ve misbâhü’s-siyâde fî mevzû‘âti’l-ulûm adlı eseri çerçevesinde değerlendirdi.

Sunum, Taşköprîzâde’nin kısa bir hayat hikayesiyle başladı. Süruri, kendisinin tespit ettiği kadarıyla Taşköprîzâde’nin 87 eseri olduğunu ifade etti. Kısaca ilimler tasnifiyle alakalı eserlerine değinen Süruri, bunların dışında es-Sa‘âdetü’l-fâhire ve Miftâhü’s-sa‘âde’nin özeti hüviyetindeki Medinetü’l-ulûmolmak üzere iki eseri daha olduğunu belirtti. Miftâhü’s-sa‘âde yaklaşık olarak 350 ilmi barındırmaktadır. Eser, miladî 1541 yılında yazılmıştır. Miftâhü’s-sa‘âde sadece belli sayıdaki ilmi barındırmakla kalmaz, aynı zamanda bir ilimde önde gelen müelliflere ve kısaca hayat hikayelerine işaret edilmesi bakımından bio-bibliyografik bir hüviyete sahiptir.

Süruri, bu açıklamalardan sonra Miftâhü’s-sa‘âde’nin yapılan baskı ve tercümelerine değindi. Eser, bir çok yazma ve matbu metni olmakla beraber, müellifin oğlu Kemaleddin Efendi tarafından Türkçeye ve sonraki bir dönemde de Almanca olmak üzere iki farklı dile çevrilmiştir. Bu çeviri ve matbu eserlerdeki problemlere değinen Süruri, yeniden bir neşrin yapılması gerektiği kanaatini dile getirdi. Miftâhü’s-sa‘âde, kaynakları itibariyle kendinden önceki literatüre nüfuz etmiş ve onlardan en iyi şekilde istifade etmiş bir konumdadır. Bu literatür, başta İbn Sînâ’nın Aksâmu’l-ulûmi’l-akliyye’si olmak üzere, İbnü’l-Ekfânî’nin İrşâdü’l-kâsıd’ı, Süyûtî’nin el-İtkan’ı, Gazzâlî’nin İhyâu ulûmi’d-dîn’i ve Nevî Efendi’nin Netâicü’l-fünûn’udur. Taşköprîzâde, eserinde bu kaynaklardan faydalanmıştır. Hatta öyle ki kitabın ikinci bölümü olan “Târik-i Tasfiye” doğrudan Gazzâlî’nin İhyâ’sının muhtasarı konumundadır.

Süruri, Miftâhü’s-saâde’nin tasnif şemasına yön veren ana fikrin varlığın dört mertebede zuhur etmesi olduğunu ifade etti. Varlığa dair bu ontolojik ayrım hem Taşköprîzâde’den önce hem de sonra ilimlerin tasnifinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Buna göre varlık mertebeleri yazıda (hattî), dilde (lafzî), zihinde (zihnî) ve ayanda (aynî) olmak üze dört kısma ayrılır. Bunlardan her biri bir diğerine delalet eder. “Ayan” zihne, “zihin” lafza, “lafız” ise yazıya delalet eder veya tam aksi de mümkündür. Kitabî ilimler varlığın hattî boyutunda, “lafzî” ilimler (sarf, nahiv, belagat vb. ) lisânî boyutunda, “zihnî” ilimler (mantık, metafizik, nazari ilimler vb. ) varlığın zihnî boyutunda, “aynî” ilimler (fizik vb. ) ise aynî boyutunda ele alınmıştır. Bununla birlikte “hattî”, “lisânî” ve “zihnî” varlıklar yalnızca târik-i nazar ile elde edilirken, “aynî” varlığa dair bilgi ise kimine göre ameli kimine göre nazari yolla elde edilir. Hakikî bilgi ise “aynî” bilgidir. Bu bilgi “marifet” olarak da isimlendirilir. Salt aklî önermelerden ziyade bir şekilde aynî varlıkla birlikte bir tecrübe söz konusu oluyorsa, bu bilgi “marifet” olarak isimlendirilir. Bu bilgi günlük tecrübelerden ziyade aklın da dahil olduğu bilişsel bir süreci ifade etmektedir. Süruri’nin Taşköprîzâde’den aktardığı “Ayana dair ilimler nazar tarikiyle tahsil olunur, tasfiyeyle tekmil olunur” sözü, Taşköprîzâde’nin konumunu belirleme açısından önemlidir. Taşköprîzâde’nin ilim ve amel arasındaki bu ayrıma yaptığı vurgu en başta kitabın bölümlenmesinde kendini göstermektedir. Nitekim kendisine göre ebedi âhiret saadetini ve dünyada hakimiyet elde edebilmek ancak iki şeyle olur: İlim ve amel. Bu ikisinin bir arada olmaması eksiklik doğurur. Çünkü “İlimsiz olan amel vebal, amelsiz olan ilim ise dalalettir. ” Bu nedenle “târik-i nazar” ve “târik-i tasfiye” dünya ve âhiret hayatında saâdete götürecek yegane iki temel yoldur.

Süruri, Taşköprîzâde’nin tasnifinin kendisinden önceki tüm tasnifleri kapsamakla birlikte mevcut geleneği de bir araya getirdiğini ifade etti. Taşköprîzâde’nin kendi zamanına kadar tüm ilimleri ihtiva etmesi, Osmanlı ilim zihniyetini ortaya koyması açısından önemlidir. Bunun yanında, kendisinden sonraki ilimler tasnifi literatürü eserlerine en çok tesir eden eser olması Miftâhü’s-sa‘âde’yi seçkin bir konuma yükseltir. Süruri, Taşköprîzâde’nin felsefî ve dinî ilimleri bir potada birleştirdiğini ve çatışma değil uzlaşma sağlamaya çalıştığını ifade ederek, Miftâhü’s-sa‘âde’nin dönemi için ansiklopedik bir hüviyete sahip olduğu belirtti. Süruri, son olarak, çeşitli örneklerüzerindenkitapta bazen yanlış bilgilerin de yer aldığını ifade ederek sunumunu tamamladı.

İkinci sunumda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustakim Arıcı, Sadreddinzâde Şirvânî’nin (ö. 1036/1627) ilimlere bakışını el-Fevâidü’l-Hâkâniyye el-Ahmedhâniyyeadlı eseri çerçevesinde tahlil etti. Arıcı’nın sunumu, Şirvânî’nin kısa bir hayat hikâyesi ve Osmanlı düşüncesindeki önemine dair bilgilerle başladı. Şirvânî’nin de Taşköprîzâde gibi Osmanlı ilim geleneğinin önemli bir temsilcisi olduğunu ifade ettikten sonra, ikisinin Osmanlı’daki Gazzâlî düşüncesinin önemli temsilcileri olduğunu iddia etti. Bunun yanında, Şirvânî’nin felsefî ilimlerdeki hoca silsilesinin Devvânî’ye dayanması, Şirvânî’yi Osmanlı düşüncesinde Devvânî çizgisinin önemli temsilcilerinden biri yapmaktadır.

Arıcı, bu bilgilendirmeden sonra Şirvânî’nin el-Fevâidü’l-Hâkâniyye el-Ahmedhâniyyeadlı enmûzec türü eserini tanıtmaya başladı. Arıcı, metnin kendisinde birçok sembol barındırdığını ifade ederek, bunlardan ilkinin eserin adlandırılması olduğunu söyledi. Buna göre, eser Sultan I. Ahmed Han’a (1603-1617) ithaf edildiği için isminde “hakan”, “ahmed” ve “han” kelimelerini ihtiva etmektedir. İkinci olarak, eser 53 ilim barındırmaktadır. Bu sayının nedeni hem sultanın hem de Hz. Peygamber’in adı olan Ahmed’in ebced hesabındaki karşılığının 53 olmasından dolayıdır. Üçüncü bir sembol ise, metinde ilimlerin hangi başlık altında tasnif edildiğiyle alakalıdır. Buna göre, eser Osmanlı ordusunun yürüyüş düzenine uygun olarak beşli bir şekilde tertib edilmiştir. Ordu öncü (mukaddime), merkez (kalb), sağ kanat (meymene), sol kanat (meysere) ve arkadan gelenler (sâke) olmak üzere beşli bir şekilde tanzim edilirdi. Arıcı, Şirvânî’nin her bölüme içeriğine uygun olan ilimleri yerleştirdiğini ve o ilimlerin İslâm toplumundaki yeri ve işlevindeki öneme binaen bilinçli bir tasnife gittiğini ifade etti.

Arıcı, eserin içerdiği sembolik işaretlerden sonra bölümlerin içeriğiyle alakalı bilgiler verdi. Eserin ilk bölümü olan “mukaddime” ilmin mahiyetine, mahiyetle ilgili konulara ve ilmin türlere taksimine dair bilgiler içermektedir. Bu bölümde ilimlerin, “amelî/nazarî” ve “felsefî/felsefî-olmayan” ilimler olarak iki cihetle tasnif edildiğini belirten Arıcı, bu cihetlere dair Şirvânî’nin yaptığı alt tasnifleri aktardı.

İkinci bölüm, ordunun merkezini oluşturan ve Şirvânî’nin “kalb” olarak nitelediği bölümdür. Bu bölüm dinî ilimlerden 10 tanesini ihtiva etmektedir. Arıcı, bu bölümde kelam ilminin önemine vurgu yaparak, Şirvânî’nin bu ilmi “mütekaddimûn” ve “müteahhirûn” olarak ikiye ayırdığını ve bunları konusu bazında tartışarak ele aldığını ifade etti. “Mutekaddimûn”un kelâmın konusunu zâtullah olarak ele aldığını, “müteahhirûn”un ise kelâmın konusunu malum yaptıklarını ifade etti. Daha sonra eserin üçüncü bölümü olan “meymene” de, dil ilimlerine dair 12 ilmin ele alındığını belirten Arıcı, bu ilimlere dair açıklamalar yaptı.

Dördüncü bölüm “meysere” ise, aklî/felsefî ilimlere ayrılmıştır. Aklî ilimler kısmı mantıkla başlamaktadır. Bu bölümde ilk olarak mantık ilminin bir alet ilmi olup olmadığı tartışılarak, mantığın “farz-ı kifâye” mi “farz-ı ayn” mı olduğuna dair tartışmada farz-ı kifâye olduğuna dair kanaat dile getirilmiştir. Arıcı, sunumunda özellikle “İşrâkî felsefe” ilminin (ilmu hikmeti’l-İşrâk) eserdeki önemine dair açıklamalarda bulundu. Bu bölüm yekun olarak kitapta en geniş yere sahiptir. Bunun dışında Arıcı, “İşrak felsefesi”nin ayrı bir ilim dalı olarak sunulması üzerine dikkat çekerek bu mesele üzerinde ayrıntılı bir şekilde durdu. Daha sonra metafizik ilmi ele alınarak müellifin varlığa dair görüşleri kısaca tahlil edildi. Buna göre varlığı maddeye “mukarinlik” ve “mukarin-olmama” açısından iki kısma ayıran Şirvânî, maddeye mukarin olarak umûr-ı âmme bahsinde ele alınan bölümleri dahil eder, mukarin-olmayan varlıklar ise ilah, akıllar vb. bu kısmı oluşturur. Kitabın beşinci ve son bölümü olan “sâke” bahsinde, “âdâbü’l-mülük” ilmi işlenmiştir. Kitabın sultana takdim edilmesi bu bölümü ayrıcalıklı bir konuma çıkarmaktadır. Nitekim bu bölüm sadece bu ilme ayrılmış, diğer bölümde olduğu gibi farklı ilimler işlenmemiştir.

Son olarak, Arıcı, eserin metodolojisine dair açıklamalarda bulundu. Buna göre ilimler, çoğunlukla konusuna, meselelerine ve bazen gayesine de işaret edilerek ele alınmıştır. Örnek metinler seçilerek ilimlere göre meseleler tartışılmıştır. “Hikmetü’l-işrâk” ilmi en geniş olarak ele alınmakla beraber, “reisu’l-ulum” olarak kelam ve tefsir ilimlerine işaret edilmiştir.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir