Çin’de Etnisite ve Din *
Küresel Araştırmalar Merkezi, “Asya Konuşmaları” toplantı dizisinin Kasım ayındaki etkinliğinde ETH Zurich Üniversitesi Mimarlık ve Teknoloji Enstitüsü’nden Prof. Patrick Meyer’i ağırladı. Kuzey Kore, Çin, Çin’de Müslüman azınlıklar ve Uygur bölgesi üzerine çalışmaları bulunan Prof. Patrick Meyer, Uygurları merkeze alarak “Ethnicity and Religion in China/Çin’de Etnisite ve Din” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Meyer, Sovyetler Birliği’nin dağılması, Orta Asya Türki cumhuriyetlerin kurulması ve Tiananmen Meydanı’nda reform yanlısı protesto gösterilerinin şiddetle bastırılması gibi muhtelif iç ve dış dinamiklerin bir sonucu olarak Uygurlar ile Pekin hükümeti arasındaki ilişkilerin 1990’ların ilk yarısı itibariyle bir ‘mesele’ hâline geldiğine dikkat çekti. Hemen ardından ise Uygur meselesini tahlil edebilmek için meselenin hem iç ve dış dinamiklerini hem de çok katmanlı yapısını iyi anlamak ve büyük resim içerisinde nereye oturduğunu doğru tespit etmenin gerekliliğine işaret etti.
Soğuk Savaş’ın bitimine kadar Sinjang Uygur Özerk Bölgesi, Türkiye’de daha yaygın bilinen adıyla Doğu Türkistan, Çin’e göre siyasi, ideolojik, sosyal ve dini boyutları bulunan bir iç politika meselesiydi. Pekin hükümetine göre “karşı devrimci ve dini aşırılıkçı unsurlar ile Batı ile işbirliği yapan bazı iç mihraklar” bölgedeki problemlerden besleniyordu. Bu noktada, parti düzeyinde Uygur bölgesinde sürdürülen politikaların bazı sorunlu yanları olduğu kabul ediliyor ve bu sorunların ideolojik, siyasi ve dini boyutları öne çıkarılıyordu. Etnik gruplar arası uyumu güçlendirecek ve sosyalist ideolojiyi tesis edecek yeni bir doktrinasyon programının uygulanması ve dini faaliyetler üzerindeki kontrollerin arttırılması ile bölgede mevcut sorunların aşılabileceği öngörülüyordu. Ancak Meyer’e göre bu tedbirler beklendiği gibi sonuç vermedi. 1996’da Devlet Başkanı Jiang Zemin’in bir konuşmasında Uygur bölgesindeki en büyük problemlerden birinin din unsuru olduğunu vurgulaması, bölgedeki tüm dini faaliyetler üzerindeki kontrollerin üst seviyeye çıkarılması ile sonuçlandı. Yine aynı yıl içerisinde “aşırılıkçılık, ayrılıkçılık ve terörizm” şeklinde tarif edilen ‘üç şer güçle mücadele’ konsepti kapsamında gözaltı ve tutuklamalarla sonuçlanan operasyonların yürürlüğe konulması, Çin’in Uygur meselesine yaklaşımının değiştiğine işaret eden önemli göstergelerden biriydi. Meyer, bununla birlikte sorunun niteliği ve boyutlarının da ciddi bir değişikliğe uğradığını; Uygur meselesininsosyal, siyasi ve ekonomik yönlere sahip bir iç politika meselesi olmaktan sıyrıldığını, ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden ve olağanüstü tedbirler alınarak başa çıkılması gereken bir iç güvenlik meselesi hâline getirildiğini ifade etti. Dahası, Meyer’e göre, 2001’de başlayan terörle savaş furyasıyla birlikte mesele, iç güvenlikle ilişkili olmaktan da çıkarılarak uluslararası güvenlik odaklı bir düzleme taşındı. Pekin, özellikle ana akım medya üzerindeki güçlü kontrol mekanizması marifetiyle ‘ülkenin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden Uygur ayrılıkçılar’ imajı konusunda Han Çinli kitleyi ikna etmekte başarılı oldu. Dolayısıyla Uygurları topyekûn marjinalize eden bu meselede Çin anayasasının ruhuna aykırı düşen politika, tutum ve uygulamalar yasallaştırılmış ve nihai tahlilde kamuoyu nezdinde meşrulaştırılmış oldu.
Meyer’in Çin’in tutumunu sertleştirmesiyle ciddi bir tırmanma sürecine giren ve bir etnik çatışma hâline gelen Uygur meselesini analiz ederken değindiği en önemli noktalardan biri de son 25 yıl içerisinde Uygurların etnik ve dinsel kimliklerine yönelik baskıların asimilasyona eşdeğer bir boyutta olmasıydı. Buna göre Uygurların tüm siyasi, ekonomik ve sosyal talepleri iç güvenlik perspektifi ile değerlendirilerek gayrimeşru hâle getirildi. Aynı paralelde namaz, oruç gibi temel ibadetler ve kılık kıyafet, sakal gibi İslami kimliğin dışavurumları da dini aşırılıkçılıkla ve terörizmle özdeşleştirildi. Böylece Uygur kimliği ve Uygurların tüm talepleri aşırılıkçılık, ayrılıkçılık ve terörizmle mücadele olarak tarif edilen ve sınırları belirsiz bir güvenlik yaklaşımı içerisine sıkıştırılmıştı. Kendi ifadesiyle, Çin’in İslam ya da Müslümanlarla bir sorunu bulunmadığını, bununla birlikte Uygur bölgesinde açık bir İslamsızlaştırma (De-Islamization) süreci yürütüldüğünü ısrarla vurgulayan Meyer’e göre bu süreci Uygur diasporasının faaliyetleri de etkiliyor. Buna göre diasporanın sıklıkla dünya basınına yansıyan bağımsızlık söylemleri bölgedeki güvenlik paranoyasını besleyen unsurlardan biri durumunda.
Konuşmasını ‘Uygur meselesi nasıl çözülür?’ sorusuna cevap arayarak sonlandıran Meyer’e göre, meselede tarafların bu zamana kadar sürdürdükleri birbirlerini dışlayıcı nitelikteki yaklaşımın bir kenara bırakılması ve Uygurlar ile Çin hükümeti arasındaki tüm mümkün iletişim kanallarının kullanılması gerekiyor. Zira diyalog ve müzakere ortamı oluşturmak ve muhtemel çözümlere odaklanmak bölgenin istikrarı için hayati öneme sahip.