Körfez Ülkelerinin Ortadoğu Politikaları
Küresel Araştırmalar Merkezi’nin “Ortadoğu Konuşmaları” serisinin son toplantısında Ömer Faruk Korkmaz, Körfez ülkelerinin politikası üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Kendisi Pakistan İslamabad’da Uluslararası İslam Üniversitesi’nde ilahiyat alanında lisans ve yüksek lisans eğitimi ve Ankara Üniversitesi’nde Din Tarihi Anabilim Dalı’nda doktora derecesini almıştır. Korkmaz, birçok sivil toplum örgütünün kuruluşuna ve yönetimine katkıda bulunmuştur. Ayrıca cumartesi akşamları güncel gelişmelerin tartışıldığı TRT ARAPÇA’daki “Liqaa’Turkiyya” programının moderatörlüğünü ve “Min İstanbul” adlı programın katılımcılığını yapmaktadır.
Bölgeyi iyi bilen uzmanlara ihtiyaçtan bahsederek konuşmasına başlayan Korkmaz’ın dile getirdiği gibi, yetişmiş insan sorununun siyasi ve iktisadi kararlar üzerindeki etkisi hayatidir. Bu bağlamda Türkiye’nin durumunu değerlendiren Korkmaz, insan kaynakları konusunda son yıllarda önemli bir mesafe kat edilmiş olsa da hâlâ gereken seviyeden geride bulunduğumuzu belirtti.
Körfez ülkelerinin siyasetini etkileyen başlıca üç olaya dikkat çeken Korkmaz; bunları İran Devrimi, Irak Savaşı ve Arap Baharı olarak sıraladı. Körfez ülkelerinin siyasetinde önemli bir faktör ise bu ülkelerde yaşayan Şii nüfusun onların dış politika mekanizmasına etkisidir ve bu realitenin göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Ayrıca, körfez ülkelerinin hemen hemen tamamı Amerikan ve İngiliz himayesindedir denebilir. Bunun önemli bir nedeni ise İran’a karşı tedbir/tavır almaya dayanıyor. Körfez ülkelerin dış politikalarının neredeyse tamamında hamilerinin politikaları belirleyicidir ve onlara rağmen politika geliştirememektedirler. Körfez İşbirliği Teşkilatı ortak birçok zeminde buluşsa da, uluslararası ilişkilerde tek bir ses olarak varlık gösterememektedirler. Bunun nedeni ise yine bu ülkelerin siyasetinin bağlı olduğu merkezler ve kendilerine verilen misyonlardır. Katar son yıllarda El Cezire televizyonu ile öne çıkmış ve marka olmuşsa da bölgenin en önemli ülkesinin Suudi Arabistan olduğunu ifade eden Korkmaz, El Cezire televizyonunun bu etkinliğinin son yıllarda azaltılmaya çalışıldığı bilgisini verdi. Vahhabilik, Suudi Arabistan tarafından resmi ideoloji olarak kabul edilmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri son yıllarda özellikle Suriye ve Yemen üzerindeki etkisiyle Katar gibi etkin bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Son yıllarda ise Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri politikaları arasında Müslüman Kardeşler konusundan hareketle bir ayrışma mevcuttur.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin Taliban iktidarını ilk tanıyan ülke olmasına dikkat çeken Korkmaz’a göre Afganistan’da Taliban, bölge insanının ve Körfez sermayesinin kullanılmasıyla ortaya çıkmıştır ve Pakistan’ın Amerika onaylı bir projesidir. O halde mesele bir hareketin radikal veya ılımlı olmasından ziyade, çıkarlar ve politikalarla uyumlu olmasında düğümlenmektedir.
Suudi Arabistan gerek dini-kültürel ağırlığı, gerek önemli şehirleri (Mekke, Medine) ve gerek bölgedeki siyasi ve ekonomik ağırlığıyla bölgenin ‘ağabey’i konumundadır. Ancak nüfusundaki mebzul Şii nüfusu ve gençlerdeki DAEŞ sempatizanlığı ülkenin iç güvenliğini tehdit etmektedir. Bu sebeple Korkmaz, Suudi Arabistan’da DAEŞ tarafından çıkarılabilecek bir iç karışıklık ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizdi. Hatta son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri’ne olası bir Suudi ayrışması durumunda Şii bölgesi vaat edilmektedir. Uluslararası güçler ise artık bölgede ulus-devletler yerine sivil toplum kuruluşları üzerinden ayrıştırma yaparak daha küçük birimler kurmak istemektedirler. Bunun başlıca nedeni, İsrail’in güvenliğini sağlamaktır. Suriye ve Irak meselesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Korkmaz’a göre bölgedeki kargaşanın temelinde de bu saik vardır.
Ayrıca Korkmaz, bölgedeki Rusya faktöründen söz etti. Uzun zamandır Körfez’de etkin olmak isteyen Rusya daha önceden Afganistan’da bunu denemiştir ve bugün Suriye’deaynı amacın peşindedir. Rusya ile Amerika bu türden arayışlarda bugün birbiriyle örtüşüyormuş gibi görünen siyaset izleyen, ancak son tahlilde birbiriyle rekabet hâlinde olan iki devlettir. Amerika bir şekilde Rusya’yı Suriye’ye çekmeyi başarmıştır. Sovyetler’in Afganistan bozgunu gibi Rusya’nın Suriye’de hüsrana uğrayacağı öngörülmektedir. Suriye’de savaş yapan bütün devletler esasen muhalifleri susturmak amacındadır ve daha çok muhaliflere saldırmaktadırlar.
Körfez ülkelerinden Türkiye’nin politikalarına destek veren iki ülke, Katar ve son zamanlarda ilişkilerin düzeldiği Suudi Arabistan olmuştur. Suriye’de sorumluluk Türkiye’nin üzerinde görülmekle birlikte, Mısır ile bozulan ilişkiler Türkiye’nin bölgede siyaset yapmasını zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin bölgeyle ilişkilerini sağlam bir zemine oturtabilmesi için kendi iç birliğini sağlamlaştırması gerekmektedir. Zira bölgede iç ve dış politikalar birbiriyle içiçe geçmiş durumdadır. Bu bağlamda enteresan bir örnek veren Korkmaz, şu an Kuzey Irak’ta Barzani’ye muhalefetin “Seni başkan yaptırmayacağız!” dediğini aktardı. Bu topyekûn sindirme mücadelesinde, Türkiye’nin mazlum milletler nezdinde bir umut olarak görünmesinden doğan sorumluluğunun büyüklüğüne işaret etti. Bölgede etkin olmanın yolunun eğitimde, araştırmada ve bakış açısında bir paradigma değişiminden geçtiğini söyleyen Korkmaz’a göre Uluslararası İlişkiler bölümleri çok dil bilen, bölgenin dinamiklerini ve değerlerini tanıyan bölge araştırmacıları yetiştirmelidir.