Türk Müziğinin Bin Yıllık Mirası: Edvar Geleneği
Sanat Araştırmaları Merkezi ve Medeniyet Araştırmaları Merkezi ortaklığıyla yürütülen Türk Müziği Konuşmaları serisi kapsamında Bin Yılın Mirası/ Makamı Var Eden Döngü: Edvar Geleneği kitabıyla müziğe entelektüel bir düşünce alanı olarak yaklaşan Yrd. Doç. Dr. Cenk Güray ağırlandı. Sunumda edvar geleneği kapsamında, geleneksel müziği var eden dini ve sosyolojik etmenler değerlendirilerek hem bu unsurların yüzyıllara göre değişimi incelendi hem de müzik ilminde entelektüel bir düşünce hayatının izleri arandı. Müziğe dair teorik birikime, “bir fikir platformu olarak geleneksel müziği şekillendirme” iddiasıyla yaklaşıldı. Bu nedenle 15. yüzyıl öncesinden başlanarak geleneksel müziği şekillendiren fikri yapı ortaya konulmaya çalışıldı.
Güray’a göre devir algısı, insanlığın ilk dönemlerine kadar hemen hemen her kültürde yer almış, insanların hayat ve Tanrı ile olan ilişkilerinde, ibadet ve astroloji düzleminde fikri bir alt yapı oluşturmuştur. Edvar geleneğini yansıtan müzik teorisinin izlerine ilk olarak 15. yüzyıl kaynaklarında rastlanmaktadır. Devir kelimesinin çoğulu olan edvar, sözlük anlamıyla, “kendi ekseni etrafında hareket etme” anlamına gelir. Tasavvufi anlamda ise, “Allah’tan gelip ateş, hava, toprak ve su evrelerini geçerek fenafillah bulup yine Allah’a erme” anlamına gelir. Edvardaki dönme düsturu, gelenekte Tanrısal bilgiyle iletişim kurma biçimi olarak algılanır. Bu açıdan zamanın döngüselliğiyle birlikte düşünüldüğünde edvar hareketi, aslında bütün dinlerde ve inanış biçimlerinde var olan sembolik bir hareket şeklinde belirir. Bu nedenle, Güray’a göre bu dairesel hareketle ilintili olarak geleneksel müzik teorisinin oluşumunun izlerini Mezopotamya’ya kadar dayandırmak mümkündür. Dolayısıyla, müzik teorisini incelerken ilk olarak 15. yüzyıl öncesine, yani müziğin dünyadaki ahengi anlamanın, o uyum hâlini yakalamanın insana dair gizemi de çözeceğine inanıldığı çağa giderek bir entelektüel birikim alanı olarak müzik incelenebilir, bir fikir havuzu oluşturulabilir.
Güray’ın araştırmalarına göre devir kavramıyla müziğin birlikteliğini sağlayan unsur, geleneksel anlamda müziğin Tanrı’yla ilişki kurmada bir tür model olarak görülmesidir. İster Antik Yunan düşünce geleneğinde isterse İslam’ın Rönesans’ı veya İslam’ın Ortaçağ’ı diye adlandırılan dönemlerin düşünce sisteminde olsun, devir ve dört unsur meselesi insanların kendi dönem algısıyla şekillenerek yer alır. Bu anlayışa göre ateş, hava, toprak ve su, her varlığın özünde farklı oranlarda bulunan ölümsüz özlerdir. Kendisinde Tanrısal özü taşıyan insan, bu özün bilgisine ne kadar yaklaşırsa Tanrısal bilgiye de o kadar yaklaşır. Söz konusu dört unsurla bu Tanrısal özün birlikteliği, harmoniyi oluşturur. Tıpkı ateş, hava, su ve toprağın canlılarda farklı oranlarda bulunması gibi müzik de oluşa sahiptir. Bu inanıştan hareketle geleneksel müzikte, müziği şekillendiren aralıklı oranlar ve müzik aletinin telleri, Tanrısal bilgiyi yansıtan oranlar ve içinde bulunduğu kültüre göre ya inanç duyulan varlığı ya da farklı karakterlerde olabilen insan yapısını yansıtır. Bu nedenle, müzik geleneğinin hem astrolojik hem de matematiksel yönleri vardır. Dolayısıyla müzik çalgılarındaki her tel, doğaüstü bir olayla özdeşleşir. Örneğin, iki tel arasındaki aralıklar gökyüzündeki iki burç arasındaki etkileşimin ifadesi olarak açıklanabilir. Müziği dünyadaki ahengi anlama, dolayısıyla insanın gizemini çözme aracı olarak gören bu algı, 15. yüzyıla kadar matematiksel bir düzlemde seyreder. Ancak 15. yüzyıl Ortaçağ İslam Dönemi ezgilerinin ortaya çıkışıyla yeniden şekillenir. ‘Edvar’ isimlendirmesi de bu dönemde gerçekleşir.
Bu dönemdeki edvar teorisini, seslerin keşfi, tel ve oranlar; sesler üzerinden aralıklar oluşturup bu aralıkların ardıllığıyla ses dizilerinin oluşması; oluşan her bir dizinin kozmik geleneğe ve insana dair felsefi düşünce yapısını yansıtması şeklinde üç açıdan incelemek mümkündür. Yapısal olaraksa iki farklı kulvarda şekillenen bir edvar algısı görülür. 15. yüzyıldaki bu algı farklılığının oluşturduğu ekolleri “matematikçiler” ve “pratikçiler” olarak isimlendiren Güray, söz konusu ekolleri matematiksel anlatım boyutu fazla olan “aralıklara dayalı anlatım” ve matematikten ziyade müziğin daha çok felsefi boyutuyla ilgilenen “perdelere dayalı anlatım” olarak iki farklı şekilde inceler. Matematikçi okulda müzik, aralıklar üzerinden şekillenir. Belirli aralıkların arka arkaya gelmesiyle oluşan ses dizileri, insanda yarattığı hissiyata göre sınıflandırılır ve bu özel fonksiyon sahibi diziler, ‘özel makamlar’ diye isimlendirilir. Makamların doğmasıyla birlikte müzik teorisi 15. yüzyıldan itibaren gittikçe daha hiyerarşik bir yapı kazanır. Gökyüzündeki on iki burcu temsilen on iki makam, yedi gezegeni temsilen yedi avâze ile ateş, su, hava ve toprağı temsil eden dört şube adlandırması belirir. Aralıkları bir sınır olarak kabul etme algısıyla da perde kavramı gelişir.
15. yüzyıl sonrasında ise perde kavramının öne çıkması, makam ve buna paralel olarak ezgilerin çoğalmasıyla müzik teorisi artık edvar geleneği ile anlatılamaz hale gelir. Dolayısıyla, kozmik âleme dayalı hiyerarşik düzen ortadan kalkarak yerini yeni makamlara ve terkiplere bırakır. Bu değişimin kırılma noktası ise Tanzimat’ın yenilikçi fikirleriyle ilintili olarak 18. yüzyılda III. Selim döneminde yaşanır. III. Selim, yanındaki nazariyatçılara müzik geleneği içinde de ıslahat yapmaları için görevler verir. İsteği, yeni makamlar ve eserler yaratmaktır ki bu makamlardan biri de on üçüncü makam olarak kabul edilip nazariyat kitaplarında yer almaya başlayan (bizzat kendisinin yazdığı) ‘sûz-i dilara’dır. 19. yüzyıla gelindiğindeyse benzer kozmik anlayışı yansıtan eserler verilmeye devam etse de artık daha çok Batı tesirinde bir müzik algısı oluşmaya başlar. Yine de Cumhuriyet’e kadar edvar geleneğinin izini eserlerde sürmek mümkündür. Ancak Cumhuriyet’le birlikte müziği, Batı müziğiyle eşleştirme kaygısı doğar. Makam, diziyle; ritim, usûl-ü ritimle eşleştirilmeye çalışılır. Böylelikle daha çok dizi temelli bir anlatıma geçilir.
Cenk Güray’a göre sonuç olarak edvar geleneği üzerinden müzik tarihine dair bir okuma yapmak, siyasi ve sosyal değişimleriyle bize hem müzik üzerinden yorumlanabilecek bir sosyal hayat alanı oluşturacak hem de geleneksel müzikle ilgili entelektüel bir düşünce platformu yaratacaktır.