Türkiye’de Bir Akademik Alanın Doğuşu: Medya ve İletişim Çalışmaları Çalıştayı
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi, Nisan ayında “Türkiye’de Bir Akademik Alanın Doğuşu: Medya ve İletişim Çalışmaları” çalıştayına ev sahipliği yaptı. Çalıştay, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Hediyetullah Aydeniz’in koordinatörlüğünde Aralık 2013’te başlatılan Türkiye’de Medya ve İletişim Çalışmaları Atölyesi’nin faaliyetleri çerçevesinde tertip edildi. Yaklaşık üç yıl çalışmalarını sürdüren atölyede, Osmanlı’dan günümüze Türkiye’de medya ve iletişim çalışmalarına zemin hazırlayan birincil kaynaklar üzerinden temel kavram ve yaklaşımların tespit edilmesi, medya sahasında ortaya çıkan çok boyutlu gelişmelerin değerlendirilmesi, medya ve iletişime dair akademi bünyesindeki ilk kurumsallaşma girişimlerinin ve ilk akademik çalışmalarının incelenmesi hedeflenmişti.
Çalıştayda sekiz tebliğ, bir tecrübe paylaşımı ve bir de genel değerlendirme olmak üzere toplam on oturum gerçekleştirildi. Bu oturumlardaki tartışmaların odak noktasını ise, Türkiye’de medya ve iletişim çalışmalarının akademi bünyesinde müstakil bir alana dönüşmesine yönelik faaliyetlerin başlangıç aşaması olarak değerlendirilebilecek 1950-1980 yılları arası dönem ile 1950 öncesine ait deneyim ve bilgi birikimi oluşturdu.
Çalıştayın açılış konuşmasında, Hediyetullah Aydeniz, atölyenin iki yıllık çalışma sürecine ve bu süreçteki kazanımlarına kısaca değindi. Ardından sözü Yrd. Doç. Dr. İshak Arslan’a bıraktı. İletişimin hem zanaat hem sanat hem de akademik bir faaliyet olarak tarihsel sürecin oluşumuna şahitlik ettiğini vurgulayan ve üstlendiği bu görevin önemine dikkat çeken Arslan, Bilim ve Sanat Vakfı çatısı altında düzenlenen bu çalıştayın alanında bir ilk olması açısından bilhassa değerli olduğunu ifade etti.
Açış konuşmalarının ardından tebliğ sunumlarına geçildi. İlk oturumun konuşmacısı İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Alim Arlı, “Sosyal Bilimlerde Paradigma Dönüşümü ve Türkiye Örnekleri (1945-1980)” başlıklı tebliğinde, II. Dünya Savaşı’nın ardından sosyal bilimlerde Amerika Birleşik Devletleri kökenli yeni teorilerin yükselişini ve bu durumun Türkiye’deki yansımalarını değerlendirdi. Sosyal bilimlerin yöntemsel bir açılıma ihtiyaç duyduğunu belirten Arlı’ya göre mevcut tartışmalar epistemolojik ve metodolojik olarak kritik edilmeli ve yeni okuma biçimleri geliştirilmelidir. Sosyal bilimlerin 1945 sonrası süreçte Talcott Parsons’ın “Sistem Teorisi” ve modernleşme teorilerinin etkisiyle egemen model hâline geliş serüvenini zamansal ve mekânsal açıdan ele alan Arlı, sosyal bilimlerin kelime haznesinde yaşanan büyük değişimin yeni algısal şemalara ve teorilere zemin hazırladığını belirtti. Bu paradigmatik ve dilsel dönüşümle birlikte disiplinlerin meşruiyet alanı kazandığının ve üniversitelerin disiplin temelli örgütlendiğinin altını çizen Arlı, 1950 sonrasındaki yenilikleri değerlendirirken, temel paradigmanın yanısıra hangi kavramların nasıl dolaşıma girdiğine ve ne şekilde kullanıldığına odaklanılması gerektiğini önemle vurguladı. Arlı, konuşmasının son kısmında, Türkiye’nin kendisini gelişmekte olan, az gelişmiş ya da modernleşen ülkeler arasında konumlandırmak için Amerikan sosyal bilimler oryantasyonuyla diyaloğa geçerek yepyeni bir özel dil geliştirdiğine değindi ve sözü ikinci oturum için Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Alev Erkilet’e bıraktı.
“İkinci Dünya Savaşı Sonrası Süreçte Bilgi-Siyaset İlişkisi ve İletişim Çalışmaları” isimli sunumuna bilgi-siyaset ilişkisini ele alarak başlayan Erkilet, hedeflerini gerçekleştirme gayesiyle iktidarın ya meşru şiddet tekeline başvurduğunu ya da bilgi aracılıklı bir güdümlemeye yönelerek toplumu kontrol altında tuttuğunu ifade etti. Erkilet’e göre bilgi ve siyaset ilişkisi, bilimin doğrudan toplumsal gerçekliğe müdahale ederek gerçekleştirdiği etkinlikler ile söylem üretme faaliyetleri çerçevesinde inşa edilmekte ve uygulanmaktadır. Erkilet, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal bilimlerdeki ana akımın Amerikan menşeli bilim anlayışı olduğunu ve bu bağlamda sosyal bilimlerin propaganda, manipülasyon ve problem çözme merkezli bilgi üretimine hizmet ettiğini belirtti. Erkilet’e göre bu üç kavram, üretilen bilginin doğrudan “toplumun kılcal damarları”na nüfuz etmesini sağlama arayışının bir sonucudur ve ABD’de, II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan yeni dünya sistemiyle birlikte etkin bir biçimde kullanılmaktadır. Sosyal bilimlerin Türkiye’de söylemsel tartışmalara mahkûm edildiği ve akademinin gerek bilgi üretme gerek toplum mühendisliği anlamında zayıf kalmıştır. Erkilet, Batı’da üretilen kurumsal bilginin söylem bazındaki tüketicisi olmanın ötesine geçilemediğini ifade ederek tebliğini sonlandırdı.
Çalıştayın üçüncü oturumunda Hediyetullah Aydeniz, “Türkiye’de Medya ve İletişimin ‘Akademikleşmesi’ (1950-1980)” başlıklı tebliğini sundu. Türkiye’de medya ve iletişim alanının uluslaşma kavramı çerçevesinde geliştiğini belirten Aydeniz; matbaa, ilk Türkçe gazete Vakayi-i Mısrîye ve radyo arasında iki yüzyıllık bir tarihsel tecrübe yaşandığına dikkat çekti. 1914’te Ahmet Emin Yalman’ın Columbia Üniversitesi’nde hazırladığı “The Development of Modern Turkey As Measured By It’s Press” [Modern Türkiye’nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi] başlıklı teziyle birlikte basının ilk kez gelişme ve kalkınma ölçütü olarak akademik bir çalışmada ele alındığının altını çizen Aydeniz, üstelik bunun tarihsel gelişimimiz bakımından oldukça erken bir dönemde gerçekleştiğini ifade etti. Ardından, üniversite bünyesinde bilgi üretiminin de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Gazetecilik Enstitüsü’nün kurulmasıyla ancak 1950’lerde mümkün olduğuna dikkat çekti ve bu enstitünün, sektörün talebi doğrultusunda gazetecilik mesleğini icra edecek profesyonellerin eğitimi için kurulduğu bilgisini verdi. Modern toplumda medyanın konumu ve kurumsal varlığına değinen Aydeniz’e göre, “iletişim” olgusu ve kavramı üniversite bünyesinde müstakil bir akademik disiplindir ve “dördüncü kuvvet” olan medya, hem siyasal meşruiyetin kaynağı hem de toplumsal örgütlenmeye güç veren asli unsurdur. Medyanın Türkiye’deki konumu ise, tarihsel ve kurumsal bağlam içerisinde, modernite ve yeni siyasal-toplumsal örgütlenmeyle birlikte başlayan bilginin toplumsallaşma ve ticarileşme süreçleri dikkate alınarak tartışılmalı ve Batılı toplumlarla mukayesesi de bu zeminde gerçekleştirilmedir. Son olarak modernleşme sürecinde medya ve iletişim alanına dair ilk yayınların ve ilk akademik çalışmaların siyasal, ekonomik, toplumsal düzlemdeki etkilerine işaret eden Aydeniz, Türkiye’de habercilik alanında dönemin etkin ve yetkin isimleri olan ilk kuşak hocaların teoride ve pratikte nasıl bir yol izlediklerinden ve bu isimlerin ortaya koydukları çalışmalarla topluma nasıl sirayet ettiklerinden bahsederek sunumunu noktaladı.
Çalıştayın dördüncü oturumunda söz alan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cengiz Anık, “İletişim Biliminin Bilimselliği” isimli bir sunum yaptı. Konuşmasına, kavramsal ve kuramsal zeminde gerçekleştirilen çalışmalarda izlenen ve izlenmesi gereken rota arasındaki farklılıklara vurgu yaparak başlayan Anık, nitelikli eserlerin ortaya çıkışını mümkün kılan koşulların hangi ölçütlerle değerlendirilmesi gerektiğine değindi. İdeolojik düşüncelerin bilimsel kriter olarak kabul görmesini ve bilimsel çalışmaların belirli bir ideolojik rota düzleminde değerlendirilmesini iletişim bilimin önündeki en büyük engel olarak gördüğünü ifade eden Anık, Türkiye’deki akademisyenlerin ideolojik kaygılarla taraflardan birinde yer almak zorunda bırakıldıklarını belirtti. Anık, ülkemizde iletişim alanında hazırlanan tezlerin büyük çoğunluğunun bir “küpür arşivi” ya da “kurum envanteri” olmaktan öteye geçemediğine, bu türden çalışmalarda popüler sözcük tanımlarının, hiçbir yöntem hassasiyeti taşımayan televizyon programı kayıtlarının ve köşe yazılarının akademik metin olarak aktarıldığına dikkatleri çekti. Ülkemizdeki akademik kurumların disipline katkı sağlayacak düzeyde metinler üretmediğini ifade eden Anık, konuşmasının son kısmını nitelikli çalışmalara ulaşmak için izlenmesi gereken yolun esaslarına ayırdı: Bilimsel eserler değerlendirirken öncelikle ortaya konulan sorunsalın dayandığı aksiyom tespit edilmeli, ardından çalışmanın tahkikat, soruşturma ve muhakeme enstrümanları etrafında belirli bir sıra ve disiplin içerisinde yürütülüp yürütülmediği incelenmelidir.
“Kavram Haritası: Matbûat Tarihindeki İlk Metinler Üzerinden Medya ve İletişim Çalışmalarıyla İlişkili Kavramlar Üzerine Bir Çalışma” başlıklı beşinci oturumda Hediyetullah Aydeniz ile birlikte tebliğlerini sunan isimler Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yusuf Ziya Gökçek ve İstanbul Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi Esme Karaköse oldu. Türkiye’de yaklaşık bir asırlık aralarla kurumsal olarak gündemimize giren matbaa (1727), gazete (1828’de Vakayi-i Mısrîyye), radyo (1927), televizyon (1968) ve internetle (1993) genişleyen medya ve iletişim alanının tarihsel süreç dikkate alınarak birincil metinler üzerinden çalışılması gerektiğinin dile getirildiği bu oturumda konuşmacılar, Türkiye’deki tarihsel tecrübeyi süreli yayınların başlangıç evresinden itibaren kavramlar düzeyinde okumanın önemine ilişkin bir sunum gerçekleştirdiler.
İlk olarak sözü alan Aydeniz, medya eğitimi ve iletişim çalışmaları alanında Türkiye’deki kurumsal yapının enstitü ve yüksek okul düzeyinde 60, fakülte düzeyinde ise 20 yıllık bir kurumsal tecrübeye sahip olduğunu, buna karşın çalışmalara kaynaklık eden ve referans olarak gösterilen literatürün büyük kısmının tercümelere dayandığını belirtti. Özellikle 1965 öncesindeki yaklaşımları ortaya koyan Türkçe metinler ile günümüzde yazılan eserler arasında aktarım bağının yok denecek kadar az olduğunu ifade eden Aydeniz, akademisyenlerin ve öğrencilerin çalışmalarını ikincil kaynaklar üzerinden gerçekleştirmek zorunda kaldıklarını, bu nedenle araştırdıkları dönemin toplumsal, siyasal, kültürel ve tarihsel boyutlarını ele almayan kısır bir okuma yaptıklarını vurguladı. Vakayi-i Mısrîye’den başlayan ve Osmanlı matbûatını da kapsayan, kendisinin “Kayıp Yüzyıl” olarak nitelendirdiği dönemin, geniş perspektifli bir okumaya tabi tutulması gerektiğine dikkat çekti. Aydeniz’e göre, birincil kaynaklar üzerinden yürütülecek bir çalışmayla Osmanlı’dan günümüze medya ve iletişim alanını inşa eden temel kavram ve yaklaşımların yeni gelişmelerin ışığında bağlantılandırılması alana büyük bir katkı sağlayacaktır. Oturumun ilerleyen kısımlarında ise, akademik bir uğraş ve bilgi üretim alanı olarak medya ve iletişim çalışmaları bağlamında değerlendirilen kavramların tespit edilmesi, bu kavramların metinlerdeki anlam karşılıklarının çıkarılması ve kullanımlarındaki sürekliliğin ya da değişimin izlenmesiyle medya ve iletişim çalışmalarındaki modernleşme tecrübemizin ortaya konulabileceği belirtildi. Kavramsal dönüşümün Osmanlı’dan günümüze medyanın toplumsal ve kültürel seyri üzerinden betimlendiği oturum, mukayeseli bir tahlil için kavram haritası oluşturmanın gerekliliği vurgusuyla nihayete erdi.
Çalıştayın altıncı oturumunda Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Yusuf Özkır, “Türkiye’nin Demokrasiye Geçiş Sürecinde Gazetecilik Anlayışı ve Gazetecilerin Beklentilerinin İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nün Kuruluşu ve Medya Eğitimine Etkisi” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Özkır, konuşmasının başlangıcında, II. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin hem tercih ettiği politik yaklaşımın bir sonucu olarak hem de siyasal ve toplumsal ihtiyaçlara cevaben pek çok alanda kurumsallaşmaya gittiğini ifade etti ve demokratikleşme süreciyle birlikte yaşanan siyasi gelişmelerin iletişim alanında da izlenebildiğine dikkat çekti. Özkır, siyasi yapıdaki değişimlerden doğrudan etkilenen gazeteciliğin durumuna örnek olarak Tek Parti döneminden miras kalan Basın Birliği’nin kapatılıp yerine İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulması, dönemin politik kültürünü yansıtan Hürriyet Gazetesi’nin yayın hayatına katılması ve Gazeteciler Sendikası’nın faaliyete geçmesi gibi gelişmeleri gösterdi. Bunlara ek olarak Özkır, Hürriyet Gazetesi’nin yayın politikasıyla medyanın yeniden şekillenmesinin, gazeteciliğin meslekî örgütler bazında ivme kazanmasının ve 1950’de Gazetecilik Enstitüsü’nün kurulmasıyla gazetecilik alanının doğrudan akademik bir çehreye bürünmesinin, demokrasiye uyum sürecinde etkili olduğunu vurguladı.Özkır, bu bağlamda, Türk gazeteciliğine önemli yenilikler getiren Sedat Simavi’nin hem meslekî örgütlenmenin sağlanmasında hem de gazetecilik alanının akademiye taşınmasında önemli bir role sahip olduğunu ifade etti ve bu örnek isim üzerinden basının demokratik yaşama geçişte üstlendiği birey-vatan bilinci inşa etme misyonunu gerçekleştirmek için fiilen faaliyet gösterdiğinin altını çizdi. Özkır, medya-siyaset ilişkisi ile gazeteciliğin akademiye taşınma süreci göz önüne alındığında gazeteciliğin diğer disiplinler gibi siyasal sistemlerle doğrudan bağlantılı olduğunu belirterek sözlerini tamamladı.
Çalıştayın yedinci oturumunun konuşmacıları ise, Yusuf Ziya Gökçek ve Ömer Faruk Özcan idi. “Ahmet Emin Yalman: Türkiye’de Basın Tarihi ve Değerlerine Öncü Bakış” başlıklı tebliğlerinde, medya ve iletişim çalışmalarına ilişkin tarih yazımında ülkemizin en önemli isimlerden biri olan Ahmet Emin Yalman’ın 1914’te tamamladığı “The Development of Modern Turkey As Measured By It’s Press” başlıklı tezine yoğunlaştılar. Söz konusu çalışmanın yayınlandığı dönemin ruhuna dair saptamaların da yapıldığı sunumda ilk sözü alan Gökçek, Yalman’ın tezinde bilimsel bir gayeyle yola çıkmadığını, daha ziyade modern Türkiye’deki ıslah çalışmalarını duyurma ve bu çalışmaları basın üzerinden değerlendirme kaygısıyla hareket ettiğini vurguladı. Gökçek’e göre, Türk basın tarihini masaya yatıran Yalman’ın, gazetecilik öncesi dönemin iletişim kanallarını da haberleşmeye dahil etmesi, gazetecilik dönemine ilişkin tüm yapısal gelişmeleri kurumsal alanla irtibatlandırarak incelemesi, dinin mekânsallığı ve modernleşme mekanizmasının kurulması gibi bazı meseleleri (örtük bir biçimde de olsa) ele alması onun çalışmalarının özgünlüğünü göstermektedir. Konuşmanın ikinci kısmında söz alan Özcan ise, Türkiye’deki modernleşme süreci ile basın-haberleşmede yaşayan gelişmelerin paralelliğini çalışmasında ortaya koyan Yalman’ın dönemin ruhunu başarıyla yansıttığını belirtti. Ayrıca Jön Türk reform hareketinin basın yoluyla güç kazandığına ve modernliği taşıyan unsurun basın olduğuna dair tespitlerde bulunan Yalman, oldukça erken bir öngörüyle basının evrensel bir kültür oluşturma işlevini de göz ardı etmemiştir. Yalman’ın tezinden alıntılarla zenginleşen oturum, bu çalışmanın hem kendi dönemindeki hem de gelecekteki devlet-basın-akademi ilişkisine dair fikir vermesi bakımından büyük bir değere sahip olduğu vurgusuyla sonlandırıldı ve çalıştayın ilk günü böylece tamamlanmış oldu.
Çalıştayın ikinci gününde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, “Akademinin Yeşilçam’a Bakışı (1950 ve Sonrası)” başlıklı sunumunda yaşayan bir tarih olarak tecrübelerini katılımcılarla paylaştı. Bugüne kadar Türk düşünce, siyaset ve sinema tarihi üzerine birçok çalışma yapan Kayalı, ülkemizdeki akademi camiasının Türk sinemasına yukarıdan bakma tavrından kurtulamadığını ve Yeşilçam’ı anlayamadığını belirterek konuşmasına başladı. Bir dönem, tamamen uzak durdukları Batılı düşünce dünyasına kapılarını ardına kadar açan akademi çevresinin kendi geçmişine sırtını dönmekten geri durmadığının altını çizen Kayalı’ya göre, düşüncemizin Batılı metinler üzerinden şekillendiğinin emarelerini kendi çalışmalarımızda doğrudan tespit etmek mümkündür.
Kayalı, Türkiye’de iletişim alanında yapılan çalışmaların sosyolojik bir temele dayanmayan interdisipliner yapısının iletişim alanında uzmanlaşmayı dar bir çerçeveye hapsettiğine dikkat çekti ve bu konudaki örnekleri sinema üzerinden verdi. Türkiye’de ilk sinema eserlerinin alanın içinden bir bakış açısıyla oluşturulmadığını, akademinin sinemaya yönelik tavrının fakülteler kurulmadan önce elitist bir çabayla tiyatro üzerinden geliştiğini dile getiren Kayalı, Türk sinemasının kat ettiği mesafeyi ve geçirdiği dönüşümü Muhsin Ertuğrul, Halit Refiğ ve Metin Erksan tarafından kaleme alınan erken döneme ait metinlerin ışığında değerlendirdi. Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan ve Yılmaz Güney gibi sinemacıların filmlerinden örneklerle sinemanın gelişim sürecini değerlendiren Kayalı, Türk sinemasının geçmişte yaşadığı ve bugün yaşamakta olduğu sorunları dikkatle irdelemenin, zihinlerimizde geleceğin sinemasına ilişkin bir fikir oluşturabileceğini vurguladı. Kayalı, sunumunu sinemanın tarihsel dönüşümüne dair bir “Türkiye Fotoğrafı” çizerek tamamladı.
Çalıştayın son kısmı ise, Tecrübe Paylaşımı Özel Oturumu’na ayrıldı. Bu oturuma Türkiye’de iletişim alanında doktora tezi hazırlayan ilk beş kişiden, nam-ı diğer “ilk beşler”den biri olan Prof. Dr. Oya Tokgöz telekonferans yöntemiyle bağlanarak 1960-1970 döneminin koşullarını ve kendi yüksek lisans, doktora ve doçentlik tezlerinin hazırlık safhalarını çalıştay katılımcılarıyla paylaştı. Sunumların tamamlanmasının ardından genel değerlendirme ve tartışma bölümüne geçildi. Son olarak, tebliğci ve katılımcıların değerlendirmeleri alınarak çalıştay ve atölye konuları çerçevesinde Türkiye’de medya ve iletişim çalışmalarının tarihsel tecrübesi, günümüzdeki durumu ve gelecekte izlenmesi muhtemel rota ile bu hususta atılması gereken adımlar masaya yatırıldı. Çalıştay verimli tartışmalarla nihayete erdi.