Saz ve Söz Meclisi

Paylaş:

Sanat Araştırmaları Merkezi, bahar dönemini özel bir Kırkambar programıyla tamamladı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden Dr. Türkân Alvan ve Kültür Bakanlığı Tarihi Türk Müzik Topluluğu’ndan bestekâr, neyzen Hakan Alvan, raflarda henüz yerini almış kitapları Saz ve Meclisi ile konuğumuz oldular. Klasik musikimizden tadımlık parçalar eşliğinde şiirden dem vuruldu, dinleyicilere musiki ve edebiyat ziyafeti sunuldu.

“Şiir, musikiyle var olan bir sanattır.” diye başlandı söze; program boyunca bu birlikteliğin en renkli örnekleri dinleyicilere aktarıldı. Aslen şiir ve müzik, birbirinin mütemmim cüzü olmalarına rağmen, nihai tahlilde elimizde kalan, şiirsiz müzik ve müziksiz şiir ne yazık ki. Türkân Alvan, kadim kültürümüzde bütün ilim ve sanat dallarının tevhid içinde bulunduğunu, ancak her alanın kendi içinde uzmanlaşma kaygısı işe karışınca bu tevhidin parçalandığını, birbiriyle dirsek teması içinde bulunması gereken alanların birbirinden koparıldığını söyledi. Dolayısıyla bu da, herhangi bir alt-alanda uzmanlaşırken aynı şemsiye altındaki başka bir alanın cahili olmayı beraberinde getirdi. Belki de bunun en vahim örneklerinin dil, edebiyat ve musiki alanlarında yaşandığını söylemek yersiz değil. Meselâ hem astronomiye hem musikiye vâkıf, bir yandan da İslam hukukunu derinden bilen şairlerin medeniyetinden, bugünlerin çoraklığına gelmenin verdiği burukluk tarifsiz.

Türkân Alvan’a göre “klasik şiirimiz, zevk-i selimini yitirmiş insanlar elinde akademik malzeme olmaktan kurtarılmalı; tarihi bir eser, nasıl müzede koruma altına alınarak sergileniyorsa o şekilde korunarak” sevdirilmeli ve yaşatılmalı. “Divan şiirini yaşatıp muhafaza edecek mahfaza, klasik musikidir.” Yeni nesillere Divan şiirinin sevdirilememesinin altında yatan ana sebep, eğitimcilerde ve müfredattaki müzikalite eksikliği. Hakan Alvan’ın vurgusuyla Nef’î’nin “Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil” diye başlayan gazeli, Itrî tarafından bestelenmeseydi, şiirin ağır dili sebebiyle, bugün hafızalarda yer etmeyecekti. Eğer edebiyat hocaları, şiirlerden bestelenmiş eserleri derslerde öğrencilere dinletseler, klasik şiir gençlerin gözünde zevkli hâle gelir. Konuklarımız, kitabı hazırlamaktaki asıl amaçlarının da; toplumda klasik şiire ve musikiye karşı oluşan mesafeyi kırmak, sazı ve sözü bahane ederek arada bir muhabbet kurmak olduğunu vurguladılar.

Kitapta “Şiir ve Musiki Âşığın Aşkını, Fâsığın Fıskını Arttırır” başlıklı bölümde de ele alınan, şiir ve musikinin “fıkıhla imtihanı”na gelince… Bu hususta peşin hüküm verenlerin algı ve yargılarının yanlışlığını izah ettikten sonra Alvan,“Müzik bıçak gibidir; hem beşeri hem ulvi duygulara hitap eder. Zararı da yararı da nasıl kullanacağınıza bağlı.” diyerek amellerin niyetlere göre değerlendirileceğini hatırlattı. Bu minvalde edebiyat bölümlerinin yanısıra, ilahiyat fakültelerine de musiki derslerinin konulmasının gerekliliğine vurgu yaptı. Meselâ Mekke kadılığına kadar yükselmiş ancak şeyhülislâmlık hayaline ulaşamadan ömrünü tamamlayan Bâkî, o dönemdeki tartışmaları şiiriyle hicvetmiştir:

“Şer’e uymaz n’idelim nâle vü zâr eylerse/ Gerçi kânûna uyar zemzeme-i mûsikâr” Beyti şöyle anlayabiliriz: “Mûsikârın nağmeleri şeriata uymuyorsa, boşuna ah vah etmesin, kanuna uyuyor.”* Yani “kanun”u hem enstrüman hem hukuk kuralları anlamında kullanan şaire göre musiki, şeriata aykırı değildir.

Söyleşinin ikinci bölümünde meclis kavramına değinildi. “Saz ve söz meclisleri”, hem klasik şiir hem de musikinin gelişip serpilmesi için ihtiyaç duyulan, Türkân Alvan’ın ifadesiyle “akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi kişilerin yetiştiği” ortamlardır aynı zamanda. Kadim kültürde belli seviyeye ulaşmak için; kişide ilmî terbiye, ruh terbiyesi ve estetik terbiye diye de özetleyebileceğimiz bu üç unsurun bir arada olması gerekiyor. Meclis deyince Muharrem ayında Fuzulî’nin Kerbelâ hadisesini konu edinen Hadikatü’s-süedâ’sının okunduğu konaklar yahut meselâ 1950’lere kadar İbnülemin’in konağında Kur’an-ı Kerim tilâvetiyle açılıp aynı şekilde duayla hitama eren irfan meclisleri gelmeli hatırlara…

Edebiyatçılar ve musikişinaslardan anekdotlarla devam eden sohbet tadındaki programın son kısmında bir soru üzerine Hakan Alvan, sema ayininin sembolik mânâsını anlattı. Buna göre şekle dayalı ibadetlerimiz, aslında “hakikatte” karşılığı bulunan sembolik hareketlerden oluşur. Sema ayini de bu derin algının bir sonucudur;**bir anlamda tasavvufi gelenekte kulluğun merhalelerinin de özüdür. İrfani terbiye, bu topraklara şeklini veren esas unsurlardan biridir ve Alvan’ın ifadesiyle, “Bizim medeniyetimiz, marifet ehlinin sayesinde zirveye çıkmıştır.”

Dinleyicileri bambaşka bir iklime götüren sohbet, Hakan Alvan’ın neyiyle Dede Efendi’nin Ferahfezâ Ayini’nden bir taksim üflemesiyle noktalandı.


*     Mûsikâr, kaknüs veya phoenix olarak bilinen mitolojik bir kuş. Rivayete göre bu kuşu uzun arayışlardan sonra ormanda bulan bir filozof, nağmelerini dinleyerek müziği icat etmiş. Kelime, aynı zamanda eski bir nefesli enstrümanın da adıdır. Yani şair burada her iki anlama da gönderme yapıyor. (Türkân Alvan, M. Hakan Alvan, Saz ve Söz Meclisi: Şiir ve Musiki Medeniyetimiz, Şule Yayınları, 2016, s. 31-32.)

**     Hakan Alvan’ın notuyla, “semâ ayini ifadesindeki ayin kelimesi, Cumhuriyet devrinde sonradan konulmuş bir isim. Mefhumun aslı, Mukabele-i Şerif’tir.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir