Türkiye’de Fotoğrafçılık: Boyalı Kuş Olmak
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi Türkiye’de Sanatın Kuralları program dizisinin beşinci oturumunu Mayıs ayında gerçekleştirdi. Türkiye’de sanatsal üretimi sosyolojikleştirmeyi hedefleyen dizinin bu oturumunda fotoğrafçı Orhan Cem Çetin konuk edildi. Çetin, Türkiye’de Fotoğrafçılık: Boyalı Kuş Olmak başlıklı sunumunda alandaki tecrübelerinden yola çıkarak Türkiye’de fotoğrafçılığın seyrini ele aldı. Sanatçı, 1988’de açtığı ilk solo sergisi Tanıdık Şeyler’den itibaren yaptığı işlere gelen tepkiler ve bu anlamda, hayata ve sanata alternatif bir perspektifle yaklaşmanın külliyatı ve kimliği üzerindeki etkilerini dinleyicilerle paylaştı.
Fotoğrafçılıkla ilgili çalışmalarına küçük yaşlarda kendi çabalarıyla başlayan Çetin, ilk teknik bilgileri Hayat Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerinden almış. Bir arkadaşıyla beraber, buradan edindiği bilgilerden yola çıkarak Üsküdar’da bir eczanenin kapısını çalan Çetin, tesadüfen neyzen Niyazi Sayın’ın eşi ile tanışmış. Sayın’ın amatör fotoğrafçılığından dolayı konu hakkında kulak dolgunluğuna sahip olan eşinin yönlendirmesiyle iki arkadaş Üsküdar rıhtımında bir gazete bayiinden aldıkları ilk kimyasal kit ile ne yapacaklarını da tam olarak bilmeden fotoğrafçılık macerasına atılmışlar. Sanatçı, bu sayede, böyle bir janrın varlığından habersiz iken fotogram üretmeye başlamış.
Çetin, daha sonra ailesinin de desteği ile kaliteli fotoğraf makineleri ve fotoğraf baskı makinesi gibi aletlerle tanışmış. Bu ilk girişimlerden sonra ortaokul ve lise yıllarında da devam ettiği fotoğrafçılığın giderek bir tutku hâline dönüştüğünü, yaklaşık 45-50 yıllık tecrübesinin bu şekilde ortaya çıktığını ifade eden Çetin, fotoğrafçılık tutkusunu mesleğe dönüştürmek istediğinde ailesinden aynı desteği görememiş. Üniversite tercihlerinde inisiyatifin kendisine bırakılmadığını, zaten o dönemde fotoğrafçılık diploması veren bir okulun da bulunmadığını belirten Çetin, üniversite hayatına mühendislik fakültesinden başlamış.
Sevmediği için başarı sağlayamadığı bu bölümden psikoloji bölümüne geçen Çetin, bu eğitimin sanatında büyük etkisi olduğunu belirtti. Üniversiteye girer girmez fotoğrafçılık kulübüyle çalışmaya da başlayan sanatçı, 1977-78 yıllarında düzenlenen bir yarışmayla ilk ödülünü de almış. Ancak, bu tür yarışmaların aşıladığı rekabetçilik duygusundan ötürü hissettiği rahatsızlık ve kazanmak hedefli üretimin sanatına vereceği zarardan duyduğu endişe nedeniyle başka hiçbir yarışmaya katılmamış ve herhangi bir ödül de almamış. Bununla birlikte, psikoloji eğitimi sırasında edindiği eleştirel bakış, kendisini psikolojiyi bir meslek olarak benimsemekten alıkoysa da, sonradan sanatına da büyük katkı sağlamış.
1980’li yıllarda kendine özgü bir teknikle hazırladığı fotoğraflarla açtığı ilk sergisinde “idolüm” dediği Nusret Nurhan Eren’in “kapıda fotoğraf sergisi yazıyor ama bunlar fotoğraf değil ki” serzenişi ile ilk şokunu yaşayan Çetin, sergi boyunca her ziyaretçinin aynı eleştiride bulunduğunu ifade etti. Kullandığı boyalar nedeniyle fotoğrafı resme benzettiği, dolayısıyla, yaptığı müdahalenin işlerini öznelleştirdiği yönündeki eleştiriler, 1989’daki sergisinde Çetin’i farklı bir yol izlemeye sevketmiş. Kendisinin ürettiği bir objektifle flu fotoğraflar çekerek Yumuşak Şeyler sergisini açmış. Bu metodun piktoryalizm adlı bir fotoğrafçılık yöntemine ve bir sanat akımına tekabül ettiğini sonradan öğrenen sanatçı, bu fotoğrafların beğenildiğini ancak kendisi için bunların sadece dekoratif bir estetiği olduğunu, derinlikli bir anlamı barındırmadığını ifade etti. Sadece bu tekniği kullanmış olmak üzere çektiği fotoğraflarda duygu ve düşünce üretimi geri planda kaldığı için böylesi bir yüzeysellik oluştuğunu belirten Çetin, kendisi için tekniğin ikinci planda olduğunu da ifade etti.
Bilgisayarın hayatımıza girdiği 90’lı yıllarda mühendislik fakültesinden edindiği bilgisayar programcılığı tecrübesini de kullanarak yeni arayışlara giren Çetin, üniversiteden arkadaşı Nuri Bilge Ceylan’ın elinden çıkartmaya çalıştığı değişik bir fotoğraf tarama cihazını satın alarak 1993’te açacağı serginin fotoğraflarını çekmeye başlamış. Aksanat’ta gösterdiği bu serginin de ilkindeki gibi sanatçının renklendirme müdahalesinde bulunması nedeniyle ziyaretçilerin şaşkınlığına neden olmuş. Bu sergi nedeniyle “fotoğrafı soysuzlaştırdığı” eleştirisine ve birçok hakarete maruz kalan Çetin, bir yandan da sürekli bu işleri “nasıl ürettiğine” dair sorularla muhatap olmuş. Sanatçı, bu noktada, özetle, bu tür soruların diğer sanat alanlarında üretim yapan sanatçılara yöneltilmediğini, çünkü fotoğrafa sanat olarak yaklaşılmadığını, fotoğrafın öznellik boyutunun bu anlamda hafife alındığını ifade etti. Eserlerinin arka planındaki duygusal-düşünsel motivasyonlara ve seçtiği metodun arka planında yatan felsefi düzleme değil, tekniğe odaklanılmasını sorunlu bulan Çetin, çalışmalarına yoğun manipülasyon ile kattığı öznelliği bir ihtiyaç olarak görüyor.
O dönemde henüz disiplinleşmemiş bir alanda nasıl bu denli katı bir dışlama mekanizmasının çalışabildiği yönündeki bir soru üzerine Çetin, Türkiye’de ilk defa 1978’de başlanılan fotoğraf eğitiminin ilk evrelerinde ders veren hocaların pratiğin içinden geldiğini, dolayısıyla bir parça sanatçı kaprisi ile hareket ettiklerini, öğrencilerini aynı zamanda kendilerine rakip gördüklerini, kendi iyi oldukları konuları tek seçenek olarak sunduklarını ifade etti. İnternetin bu kadar yaygın olmadığı zamanlarda fotoğrafçılığın dergi gibi mecralar üzerinden yayıldığını da göz önünde bulundurunca neyin fotoğraf olduğu ya da iyi fotoğrafçılığın ne olduğuna dair kriterlerin bu dar alanda belirlendiğini de ekledi. Sanatın öznelliğini es geçmeden ürünlerin kendi nesnelliği içerisinde değerlendirilebileceğini vurgulayan Çetin, Türkiye’de ise konuşmanın başlığında referans verdiği Boyalı Kuş romanındaki gibi bir mekanizmanın fotoğrafçılık alanında hâkim olduğunu hatırlattı.
Çetin, Jerzy Kosinski’nin Polonya’da geçen çocukluk yıllarına dair kaleme aldığı otobiyografik romanının başında anlattığına göre çocuklar, yakaladıkları bir kargayı rengârenk boyalarla boyayıp saldıktan sonra karga, arkadaşlarının yanına döner ve onların dışlamalarına maruz kalır. Boyalı kargayı kendileri gibi olmadığı için yadırgayan ve aralarına almak istemeyen kargalar, o ısrarla kendisinin de onlar gibi bir karga olduğunu ispatlamaya çalıştıkça daha çok öfkelenip öldüresiye döverken onu öldürmüşler. Çetin, 1970’lerden beri Türkiye’de fotoğrafçık yapan bir sanatçı olarak gördüğü muamelenin de buna benzediğini ve bu nedenle tıpkı boyalı kuş gibi farklı alanlardan kendisini besleyerek yeni bir alan açabilmesinin mümkün hâle geldiğini belirtti. Fotoğrafçılık gibi dar bir alanı genişletmeye çalışmanın birbirini olumlamak üzere kurulu bu alandaki zihniyetin konforunu bozduğunu, karşılaştığı zorlukların altında bunun yattığını vurguladı. Bu minvalde zenginleşerek devam eden sunum, dinleyicilerden gelen soru ve bu yöndeki cevaplarla nihayet buldu.
* Fotogram, karanlıkta herhangi bir masanın üzerine yerleştirilmiş bir fotoğraf kâğıdının üzerine koyulan objelerin, ışık açıldığında ortaya çıkan gölgelerinin banyo işlemi ile fotoğrafa dönüşmesi ile elde edilen bir fotoğraf türü.