Mu‘tezile Metodolojisi Çalıştayı
Bilim Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi Aralık ayında bir çalıştay düzenledi. Mu‘tezile ve metodolojisi hakkında Türkiye’de ilk kez düzenlenen Mu‘tezile Metodolojisi çalıştayı 10-11 Aralık 2016 tarihleri arasında Zeyrek salonunda yapıldı. Mu‘tezile çalışmalarına katkılarıyla bilinen akademisyenlerin davet edilmesiyle gerçekleşen ve yaklaşık 60 kadar akademisyenin tartışmacı/dinleyici olarak katıldığı çalıştay, altı oturum olarak düzenlendi. Toplam 13 tebliğ sunulan çalıştayda, Mu‘tezile’nin varlık tasavvuru, bilgi düşüncesi, etik yaklaşımı, estetiğe ilişkin değerlendirmesi, dil düşüncesi, hukuk karşısındaki tavrı ve dini metinleri yorumlama yöntemi tartışıldı.
Çalıştay Ömer Türker ve Yunus Cengiz’in açılış konuşmalarıyla başladı. Ömer Türker, “Mu‘tezile Metodolojisi” başlıklı bu çalışmanın “İslam Düşüncesinde Yöntem” isimli genel bir projenin bir parçası olduğunu, Mu‘tezile çalıştayının ardından Meşşâilik, Eş‘arilik ve diğer İslam düşüncesi ekollerinin de yöntemlerinin tespit edileceği çalışmaların bu proje çerçevesinde yapılacağını söyledi. Türker, Mu‘tezile’nin ya da diğer ekollerin metodolojisinin tespiti sırasında ilkin varlık tasavvuru ve bilgi düşüncelerinin belirlenmesi gerektiğini, sonrasında ise söz konusu temel ilke ve yaklaşımların farklı alanlardaki görünümlerinin saptanabileceğini söyledi. Yunus Cengiz ise konuşmasında Mu‘tezile’nin nazariyata mevzu olan konulardaki görüşlerinin tespit edilmesinin yanı sıra bu ekole ait yaklaşımın günümüz tartışmalarına yapabileceği katkıyı saptamanın gaye olarak belirlendiğini, o açıdan Mu‘tezilî söylemin izahında güncel bir dilin kullanılması gerektiğine dikkat çekti.
Çalıştayın birinci oturumunun konuşmacıları Metin Yıldız ve Osman Demir’di. Metin Yıldız “Mu‘tezile Metafiziği” başlıklı konuşmasında Mu‘tezile’nin varlık tasavvurunu belirleyen temel ilkeleri saptamaya çalıştı. Buna göre ilk ortaya çıktığı dönemlerde Mu‘tezile her ne kadar Tanrı’nın sıfatları ekseninde bir varlık tasavvuruna sahip olsa da sonraki dönemlerde fizik ve fiziğe ilişkin konuları bu tasavvurun izah edilmesinde bir araç olarak kullanmıştır. Mu‘tezilî alimlerin çoğunlukla atomcu düşünceyi savunduklarını ancak Nazzâm ve Câhiz gibi tabiat fikrine sahip kelâmcıların atomculuğu reddettiklerini söyledi. Osman Demir ise “Mu‘tezile’de İnsan Psikolojisi: Dâ‘î (Güdü) Kavramı Etrafında Bir İnceleme” başlıklı sunumunda güdü anlamına gelen ve Mu‘tezilî düşüncede eylemlerin izah edilmesinde önemli bir kavram olan dâ‘î kavramı çerçevesinde konuştu. Demir, Mu‘tezilî düşüncede bir eylemin ortaya çıkmasının ihtiyaç, güdünün oluşması ve iradenin temayüz etmesi şeklinde üç aşamayla izah edildiğini söyledi. Ona göre Mu‘tezilî düşüncede güdüler ne kadar baskın olursa olsun, yine de eyleyenin nihai isteğini belirleyecek durumda değildir.
Çalıştayın ikinci oturumunun konuşmacıları Hayrettin Nebi Güdekli ve Yunus Cengiz’di. Hayrettin Nebi Güdekli “Mu‘tezile Epistemolojisi” başlıklı konuşmasında Mu‘tezile’de bilginin mahiyetini, bilginin imkânını, bilginin sınırlarını ve bilgi edinme yollarını ele aldı. Güdekli, Mu‘tezile’nin ilk dönemden itibaren bilginin nesnesinin biri bilinen, diğeri bilinmeyen iki yönünü kabul ettiğini, birincisinin söz konusu nesneye ilişkin bilginin sağlanmasında temeli teşkil ettiğini söyledi. Ona göre Mu‘tezile’de bilginin tasnifiyle ilgili olarak yapılan zorunlu bilgi ve çıkarımsal bilgi ayrımının bu temel üzerinden düşünülmesi ve şâhidin gâibe kıyasını da bu çerçevede ele almak gerekmektedir. Yunus Cengiz ise “Mu‘tezile’de Diyalektik Düşünme” isimli sunumunda Mu‘tezile’nin düşünme biçiminin diyalektik olarak konumlandırılması gerektiğini söyledi. Mu‘tezile’nin hem varlık hem de bilgi tasavvurundan bu sonucu çıkarmanın mümkün olduğunu düşünen Cengiz, Nazzâm’ın doğa düşüncesini örnek olarak gösterdi. Buna göre Nazzâm’ın cisimlerin sonsuza kadar bölünebileceğini düşünmesi, cisimlerin birbirleriyle sürekli çatışan alt cisimlerden oluştuğunu kabul etmesi ve “bir nehirde iki kere yıkanmaz” ilkesini açıkça ifade ederek durağanlığı reddetmesi diyalektik düşüncesinin birer görünümü olarak kabul edilebilir. Cengiz’e göre Nazzâm’ın doğa düşüncesinde ortaya konulan bu düşünce, sonrasında bilgiye ve diğer zihinsel etkinliklere de uygulandı. Diğer taraftan Mu‘tezile’nin hâl/koşul düşüncesi de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Üçüncü oturumun konuşmacıları ise Metin Özdemir ve Masum Aytepe’ydi. Metin Özdemir “Mu‘tezile’nin Kötülük Sorununa Çözümü” başlıklı sunumunda Mu‘tezile’nin bir taraftan Tanrı’nın sıfatları açısından diğer taraftan ise irade özgürlüğü açısından kötülük meselesini ele aldığını söyledi. Özdemir’e göre Mu‘tezile, insanlar tarafından gerçekleştirilen kötülüklerin insana nispet edilmesi gerektiğini düşünmekte hiçbir zaman tereddüt etmemiştir ve kelamî sistemini bunun üzerine bina etmiştir. İnsan kaynaklı olmayan kötülükler söz konusu olduğunda ise, diğer alanlarda uyguladığı yöntemin aynısını burada da uygulamıştır. Özdemir, Mu’tezilî düşüncede insanın ya bilgisizlikten ya da ihtiyaç hâlinden dolayı kötülük yapabileceğini, Tanrı için de aynı ilkenin geçerli olduğunu, dolayısıyla Tanrı için kötülüğün söz konusu edilemeyeceğini, kötülük olarak düşünülebilecek doğa olaylarının ise ancak doğru bir şekilde karşılanması durumunda daha büyük bir sevince kaynaklık edebilecek durumlar olarak düşünüldüğünü söyledi. “Mu‘tezile’de Özgürlük Düşüncesi” başlıklı sunumunda Mu‘tezile’nin eylem için belirlediği unsurları irade, kudret ve bilgi olarak tespit eden Masum Aytepe ise iradenin güdülerle ve arzuyla ilişkisini, kudretin irade açısından işlevini ele aldı. Aytepe’ye göre Mu‘tezilî düşüncede insanı özgür kılan eylem unsuru bilgidir. Çünkü bilgi bu ekolün bir çok teorisyeninin de dile getirdiği gibi insanın özgür iradesiyle inşa ettiği bir etkinliktir.
İkinci günün ilk oturumu Abdulnasır Süt ve Fethi Kerim Kazanç’ın sunumlarıyla başladı. Abdulnasır Süt “Mu‘tezile’de Ahlâkî Değerlerin Kaynağı” isimli konuşmasında değer, iyi ve kötü gibi kavramları Mu‘tezile açısından tahlil etti. Abdulnasır Süt’e göre Mu‘tezilî ahlâk açısından bir şeyi iyi ve kötü kılan şey eylemin ait olduğu yönlerdir. Buna göre bir eylem haddi zatında iyi ya da kötü değildir; ilişki içinde bulunduğu durumlar onu iyi ya da kötü kılmaktadır. Süt’ün değerlendirmesine göre Mu‘tezile nesnel bir etiği savunmaktadır. Süt ayrıca iyi ve kötünün bilinmesi üzerinde de durarak Mu‘tezile açısından birtakım değerlerin sezgisel olarak bilindiğini söyledi. Ona göre Mu‘tezilî düşüncede ne akıl ne de vahiy bir eylemi iyi ya da kötü kılarlar. Her ikisi de iyi ve kötünün bilinmesinde birer kaşiftirler. Fethi Kerim Kazanç ise “Mu‘tezile Estetiği” başlıklı konuşmasında Mu‘tezile’nin estetikle ilgili düşüncelerinin Câhız ve Kâdî Abdülcebbâr tarafından dile getirildiğini söyledi. Buna göre Mu‘tezile’ye göre bir şeyin güzel olması onun “tam” olması anlamındadır. Tamlık ise bir nesnenin niceliği olarak değil, bütünü oluşturan parçaların birbirleriyle olan ilişkisinde aranmalıdır. Kazanç’a göre Câhız tarafından dile getirilen bu ilke sonraları Kâdî Abdülcebbâr ve diğer Mu‘tezilî düşünürler tarafından da kabul edilmiştir. Nitekim Kâdî Abdülcebbâr’a göre bir tablo kendisini oluşturan bileşenlerin birbirleriyle olan ilişkisinden dolayı özneden bağımsız olarak güzeldir. Ancak etik yargılardan farklı olarak estetik yargılarda öznenin duyguları işin içerisine karıştığından nesnel bir değerlendirme yapılamamaktadır.
İkinci oturumun konuşmacılarıysa Hulusi Arslan ve Mehmet Emin Maşalı’ydı. “Mu‘tezile’de Dinin Gayesel Yorumu” başlıklı konuşmasına, Allah’a ve peygambere olan itaatin ahlâki bir zemine oturtulması gerektiğini, aksi takdirde dini otorite üzerinden kendi otoritelerini ikame etmek isteyen bir çok projenin kitleleri nice felâketlere sürükleyeceğini söyleyerek başlayan Hulusi Arslan, düşünce geleneğimiz içerisinde kısmen Mâturîdilerde ama daha esaslı bir şekilde Mu‘tezile ekolünde dinin ahlâki gayeler açısından ele alındığını söyledi. Mehmet Emin Maşalı ise “Mu‘tezile’de Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi” başlıklı konuşmasında Mu‘tezile’nin dilsel çözümlemelerde mahir olmasının sebebi olarak bu ekolün mensuplarının kendi düşüncelerini dinî metinler açısından kanıtlama çabası içinde olmalarını gösterdi. Bu çabanın onlara zengin bir dil tahlili becerisini sağladığını ve bu yönüyle diğer ekolleri de etkilediğini söyleyen Maşalı, müfessirlerin çoğu için Zemahşeri’nin önemli bir kaynak olduğunu, ancak ona ait düşüncelerin çoğunun temelinde kendisinden önceki diğer Mu‘tezilî müfessirlerin olduğunu belirtti.
Son oturumda ise İbrahim Aslan, Mehmet Taha Boyalık ve Mehmet Ulukütük sunum yaptılar. “Mu‘tezile’de Şeriatın Aklî ve Ahlâkî Temellendirmesi” başlıklı konuşmasında hukukun değişmesine ilişkin Mu‘tezilî yaklaşımı ele alan İbrahim Aslan, Yahudi şeriatının değişmesini gerektiren koşullara Kâdî Abdülcebbâr’ın yaptığı yoruma dikkat çekti. Mu‘tezile’nin ahvâl düşüncesi ile hukukun değişebilirliği arasında paralel bir ilişki kurdu. Mehmet Taha Boyalık ise “Mu‘tezile’de Dil Düşüncesi” başlıklı konuşmasında bu ekolün dil düşüncesini esasında dilci olup da Mu‘tezile ekolüne mensup olan Sirâfî ve İbn Cinnî gibi dilbilimcilerinin eserlerinde aramamak gerektiğini, bizatihi kelamcı olan Ebû Hâşim ve Kâdî Abdülcebbâr gibi düşünürlerin eserlerinde yoklamak gerektiğini söyledi. Boyalık’a göre kelamcılar dil meselesine kendinde bir konu olarak yaklaşmamışlar, birtakım kelami konuların izahına araç kılma gayesiyle eğilmişlerdir. Çalıştayın son konuşmasını yapan Mehmet Ulukütük ise “Mu‘tezile Metodolojisi ile Karşılaşmak: İmkânlar ve Sınırlılıklar” başlıklı konuşmasında modern dönemde Mu‘tezile’ye olan ilginin sebepleri üzerinde durdu. Ulukütük’e göre düşünce tarihinin yazılması ve anlaşılması saf ve nesnel süreçler değildir. Ulukütük, Mu‘tezile’yi sadece yazdığı metinlerden ibaret olarak görmenin yanlış olduğunu, belki bundan daha fazla olarak etrafındaki yorumlar hâlesi ile birlikte düşünülmesinin icap ettiğini söyledi.
Son olarak, çalıştay sırasında yapılan tartışmalar ile ilgili önemli bir kaç hususu hatırlatalım. Birinci olarak, katılımcıların ve dinleyicilerin çoğunluğu kelam ve felsefeye ilgi duyanlardan oluşuyordu. Bu durum özellikle çalıştayın ilk saatlerinde Mu‘tezile’nin öncelikle dinî bir akım olarak mı yoksa felsefi bir akım olarak mı değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin üslup tartışmasını beraberinde getirdi. Ancak hem programı hazırlayanların Mu‘tezile’nin nazari yönünü ön plana çıkarmak istemeleri hem de katılımcıların akademik ilgilerinden dolayı olacak, çalıştayın ilerleyen saatlerinde tartışmalar Mu‘tezile’nin felsefi yönü daha çok gündeme geldi.
İkinci husus ise her çalıştayın belirli imkânlarla birlikte sınırlılıkları da beraberinde getirdiğinin hatırlanmasıdır. Nitekim Mu‘tezile’nin düşüncesi ortaya konulurken genellikle Kâdî Abdülcebbâr açısından konunun ele alınması ve onun düşüncesinin tüm Mu‘tezile’ye teşmil edilmesi bir sınırlılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa bilindiği üzere Nazzâm, Sümâme ve Câhız gibi tabiatçı Mu‘tezilî düşünürlerin temel meselelerde bile genel Mu‘tezilî eğilimden ayrıştıkları bilinmektedir. Ne var ki Mu‘tezile’ye ilişkin temel kaynağın Kâdî Abdülcebbâr’ın el-Muğnî isimli eseri olduğunu dikkate aldığımızda ve diğer eserlerin çoğunun günümüze ulaşmadığını, ulaşanların ise henüz yeteri kadar akademik ilgiye muhatap olmadığını ve haklarında yeteri kadar çalışmanın yapılmadığını hesaba kattığımızda söz konusu sınırlılık, haklılık kesbetmese de en azından anlaşılabilir olmaktadır. Mu‘tezile Metodolojisi çalıştayı, sonraki aşamalarda Kelamın Eş’arilik ve Maturudilik gibi geleneklerinin ele alınması temennisiyle sona erdi.