Historia: Antikçağda Araştırma Fikrinin Doğuşu

Paylaş:

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi, Tezgâhtakiler toplantı serisi kapsamında İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde araştırma görevlisi Eyüp Çoraklı’yı ağırladı. Toplantıda Çoraklı’nın Alfa Yayınları tarafından kitaplaştırılan doktora tezi konuşuldu. Kitap toplantıyla aynı adı taşıyor: Historia: Antikçağda Araştırma Fikrinin Doğuşu, İstanbul: Alfa Yayınları, 2017.

Historia, yani araştırma fikri, İyonya aydınlanmasının ve dolayısıyla felsefenin Yunan toplumunda ortaya çıkması yolundaki en önemli kavramlarından biridir. Kitabın yazar önsözü amacını şöyle açıklıyor: “İnsanın en temel hissiyatından yola çıkan, üstelik hasrı altında sayısız mana barındıran ve giderek bütün bir kültürü kendisiyle açıklayabileceğimiz denli kuşatıcı bir mahiyet arz eden bu kavramı konu edinip tartışmaya açan elinizdeki çalışmanın amacı da, ilk defa Yunan diyarında Aristoteles eliyle tesis edilip tarihe damgasını vuran felsefe-bilim anlayışının doğup büyüme serüvenini ana hatlarıyla teşrih ederek gözler önüne sermektir”. Kitabında özellikle Heredotos ve Hippokrates’i merkeze aldığını söyleyen Çoraklı, bunun sebebini birincisinin kitabının zaten “historia” adını taşımasına, ikincisinin ise kendinden öncekilere göre daha bilinçli ve sistemli bir araştırma (historia) fikrinin başlatıcısı olmasına, dolayısıyla felsefe-bilime ve Aristoteles’e giden yolda önemli uğraklar olmalarına bağladı.

Historia’nın kökeninde “id” kelimesi bulunuyor. Bu kelime Yunancada bilmek ve görmek anlamına gelen kelimelerin de kök sözcüğü. Türkçede bu köke sahip en iyi örnek “idea” kelimesidir. Kelimenin etimolojisine bakıldığında eski Grek zihniyeti hakkında çok şey öğrenilebileceğini ifade eden Çoraklı, bu görme ve bilme durumunun özel bir yer teşkil ettiğini söylüyor. Doğaya karşı özel bir bakışı simgeleyen historia, doğayla hemhal olmayı, doğanın Tanrısal akışına şahit olmayı ifade ediyor. Ancak zamanla bu anlamından sıyrılıp deneysel ve gözlemsel araştırma manasına kavuşmuştur. Heredotos ve Hippokrates’in temel kaygısı dünya olgularının doğaüstü açıklamalarının bir tarafa bırakılıp bunların akılla bağdaşır açıklamalarının öncekilerin yerini almasıdır. Bugün basit ve alışıldık bir cümle olan bu ifade o zaman için bir paradigma değişimini işaret ediyor, bu manada oldukça önemlidir.

Historiayı gerçekleştirenlere eski Grekçede “histor” adı veriliyor. Bu adlandırma herhangi bir toplumsal veya mesleki sınıfı belirtmemekle birlikte bugünkü bilgin, alim, entelektüel tarzında bir tanımlama. Kelimenin kendisi, historia, zamanımıza sözcüğün daralmış anlamıyla yalnızca “tarih”i ifade eder biçimde ulaşmış, ancak antikçağda bu kelime bütün bir araştırma fikrini temsil ediyor; bilhassa gözleme dayalı araştırmayı. Özellikle Heredotos, gezegen bir bilgin. Historia eyleminin önemli bir tarafını da bu gezegenlik teşkil ediyor. Gezip gördüğü yerlerin bilgilerini bizlere ansiklopedik bir detaycılıkla kavratma isteğini taşıyor. Historlar elbette bugünkü manada bir bilim-insanının metodolojisine sahip değiller. Yine de bugünkü bilim-insanının da sahip olduğu yegane tavrı kuşanıyorlar: “şüphe etme”. Örneğin Heredotos, gezdiği diyarlardaki anlatıları her zaman birçok kişiden dinleyerek bu anlatılar arasındaki çelişkileri, uyumsuzlukları, akla yatkın olmayan taraflarını ve birbirlerini destekler yanlarını tartarak okura sunuyor.

Hippokrates, çalışmaları itibarıyla Heredotos’tan epeyce farklı bir yerde duruyor. Heredotos bize farklı coğrafyaların ve toplulukların bilgisini aktarırken Hippokrates insan bedenini araştırıyor. Ancak ikisini birleştiren nokta dünya olgularının Tanrısal etkilerle değil, tamamen doğal nedenlerle ortaya çıktıklarını ispat etme çabası. Özellikle kendi zamanında kutsal hastalık diye bilinen sara hastalığının tabii sebeplerini bulma gayretindeki Hippokrates bunu insan vücudundaki dört temel sıvıdan -kan, safra, balgam, meni veya bazen sevda- sarı safranın beyinde fazla birikmesinden ötürü organı çalışmaz hale getirmesi olarak açıklar. Tabii ki bu açıklama bugün geçerliliğe sahip değil ancak buradaki mesele açıklamanın tabii ve felsefi bir çabaya dayanıyor olmasıdır. Zira Hippokrates’in en büyük gayreti kendi meslek alanını, yani hekimliği felsefi-bilimsel bir temele oturtmaktır. Bu yolda İyonyalı filozofların düsturlarından faydalanıyor. Mesela Empedokles’in doğayı dört temel unsura (anasır-ı erbaa) dayanarak açıklaması, Hippokrates’in vücudu dört temel sıvıyla (ahlat-ı erbaa) açıklamasına şablon olmuştur. Yani Hippokrates hekimliği metafizik açıklamalardan kurtarıp dünyevi bir uğraş kıldıktan sonra dizgiselleştirmeye çabalamıştır.

Çoraklı, historların Aristoteles’e ve felsefe-bilime giden yolda bir önemli bir adım oluşturduklarını ve tarihsel önemlerinin buradan geldiğini sözlerine ekledi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir