İlhadı Tartışmak: 15.Yüzyılda Zeyniyye Tarikatı Dervişlerinin İbn Arabi Hakkındaki Düşüncelerinin Değişimi
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezinin düzenlediği tez/makale sunumlarının Eylül ayı konuğu “İlhadı Tartışmak: 15. yy. Zeynîyye Tarikatı Dervişlerinin İbn Arabî Hakkındaki Düşüncelerinin Değişimi” başlıklı yüksek lisans teziyle Cankat Kaplan’dı.
Kaplan söz konusu tezinde, kısaca Kur’an ve Sünnet’in dışında hareket etmek olarak isimlendirilebilecek olan “ilhad” kavramı bağlamında, Zeynîyye tarikatının kurucu ismi Zeynüddin el-Hafî’den itibaren Zeynî dervişlerinin düşüncelerindeki değişimi tartışmaktadır. Kaplan’ın, öncelikle Zeynîyye tarikatı özelinde, akabinde ise diğer tarikatları da içinde alacak şekilde daha genel olmak üzere iki temel iddiası var: Birincisi ilhad kavramı tartışılabilir tarihsel bir kavramdır; evrensel değildir. Coğrafi bölge, siyasi ve sosyal çevreye göre faklı anlamlar kazanabilmekte, bir yerde mülhid olarak nitelendirilebilecek olan kişi, bir başka bölgede Şeyhü’l-ekber olarak tanımlanabilmektedir. İkinci iddia ise, tarikatların, sanılanın aksine, düşünce bakımından tek tip bir mürit yetiştirmediğidir. Kaplan müritlerin yerleştiği bölgede yerel dinamikleri esas aldıklarını, düşüncelerini buna göre geliştirebildiklerini, hatta şeyhinin sözünün muhalifine olabilecek görüşleri benimsediklerini ifade etmektedir.
Buradan hareketle, oryantalist etkiyle de birlikte, tasavvuf tarihinin ortodoks-heteredoks ikiliği altında incelenmesine itiraz eden Kaplan, düşüncelerin aynı tarikat içinde bile olsa farklılaşabildiğini, dolayısıyla bu ikili ayırımın dışında kalan isimleri anlamak için farklı bir yöntemin geliştirilmesi gerektiğini söylemektedir. Bu noktada Kaplan tezinde temel olarak ilhadın Zeynî gelenek içerisinde tartışılabilir bir hale geldiğini göstererek bu ikili ayrıma bir eleştiri getirmek olduğunu dile getirdi.
Zeynîyye tarikatı Şah Ruh döneminde, Sühreverdiyye tarikatının Herat’ta iskan eden Zeynüddin el-Hafî’ye nisbet edilen koludur. Kısa zamanda geniş bir coğrafyaya yayılan Zeynîlik, Anadolu’ya Zeynüddin el-Hafî’nin halifesi olan 3 isim yoluyla gelmiştir: Abdullatif Kutsî, Abdurrahman Merzifonî ve Şeyh Muhammed. Söz konusu tez de, Anadolu’daki Zeynî dervişlerin ilhad hakkındaki düşünceleri bağlamında ele alındığı için, bu bölgeye yoğunlaşmıştır.
Zeynüddin el-Hafî, Kaplan’ın iddiasına göre, İbn Arabî’yi eleştiren, onu bir mülhid olarak gören gelenek içerisinde yetişmiştir. Eserlerinde kullandığı kavramlar bu tenkit geleneğinin kavramlarıdır. İbn Arabî hususunda ele alınan meseleler, yazarın ifadesiyle İbn Arabî’yi eleştirme yöntemidir. Bunlar; vahdet-i vücud, Firavunun imanı, meratibu’l-vücud, hatmu’l-velaye ve kafirlerin cehennemdeki durumu. Fakat bu noktada şunu belirtmekte fayda var; Kaplan, Hafî’nin eserlerinde doğrudan İbn Arabî’nin mülhid olarak geçmediğini zikretmektedir. Zeynüddin el-Hafî Herat’ta yazdığı ve amacının Müslümanları ilhad tehlikesine karşı uyarmak olduğu Menhecü’r-reşat adlı eserinde mülhidleri dört grupta incelemektedir: filozoflar, dehrîler, sofistler ve vücûdiyân. Bunlardan vücûdiyân, ilk üç grubun tüm özelliklerini içinde bulunduran grup olarak tanımlansa da yazara göre bunlar vahdet-i vücûd görüşünü savunanlardan başkası değildir. Dolayısıyla vahdet-i vücûd görüşünü benimseyenler mülhid olarak nitelenmektedirler. Fakat burada Kaplan ilginç bir noktaya daha değinmektedir. Mezkur eserde Hafî doğru yolda olduğunu saydığı isimlerin sonunda İbn Arabî ismini vermektedir. Bu durum her ne kadar kafa karıştırıcı olsa da, Kaplan, İbn Arabî’nin ayrı tutularak takipçilerinin üzerinden eleştirilmesi ve onların ilhad ile itham edilmesi yönteminin sıklıkla rastlanılan bir durum olduğunu söylemektedir.
Hafî’nin Anadolu’ya gönderdiği halifeleri de ilhad konusunda şeyhleriyle hemfikirdirler. Fakat halifelerin müntesipleri Anadolu’da İbn Arabîci olarak bilinmektedirler. Bu durum Kaplan’ı tarikat içerisinde ilhadın tartışılabilir olduğu çıkarımına götürmüştür. . Bunun yanı sıra ilhadın tartışılabilir olduğunu destekleyen iki argüman vardır: Birincisi Abdüllatif Kutsî’nin Keşfü’l-itikad adlı eserinde, Hallac ve Bayezid-i Bistâmî’yi hulul ve ittihada düşmekten dolayı yeren ifadelerinin karşısında; Kutsî’nin en sevdiği halifesi Şeyh Vefa’nın Hallac’a hak vermesi ve Bistâmî’den de övgüyle bahsetmesidir. İkincisiyse gerek Zeynüddin Hafî gerekse Abdullatif Kutsî için ilm-i hurûfu kullanmak mülhid olmak için yeterli bir sebep olmasına karşın Şeyh Vefa’nın Sâz-ı İrfan adlı eserinde hurûfu kullanmasıdır.
Kaplan, Zeynüddin el-Hafî’nin Anadolu’ya göndermiş olduğu Abdüllatif Kutsî’nin ilhadın tartışılabilir olması noktasında bir geçiş figürü olduğuna da işaret etmektedir. Fakat bu sonuca Kutsî’nin eserlerinden yola çıkılarak değil, yaptıklarından yola çıkılarak ulaşılmıştır. Anadolu’ya gelince Sadreddin Konevi, Celaleddin Rumî, Şems-i Tebrizî’yi ziyarete gitmesi ve Kutsî’nin irşat faaliyetlerini Konevî’nin türbesinde sürdürmesi yazara göre onu geçiş figürü yapmaktadır. Özellikle Anadolu’daki sonraki dönem Zeynî olarak bilinen isimlerin içinde İbn Arabî hususunda müspet tavır takınanlar ve hatta Ekberî olarak bilinen dervişler de bulunmaktadır.
Kaplan, tezin metodunu oluştururken çalışmış olduğu yedi Zeynî ismin İbn Arabî’ye karşı tutumları üzerinden değerlendirme yaptığını belirtmektedir. Tarih boyunca İbn Arabî’yi eleştirmenin artık bir yöntemi oluşmuştur. Menfi eleştirenler İbn Arabî eleştirisini ilk defa gerçekleştiren İbn Teymiyye, Taftazanî ve İbn Haldun gibi isimleri kendilerine referans alarak tenkit etmişlerdir. Müspet tavır takınanlar da bu yolu izlemişlerdir. Yani dillendirilen meseleler, eleştiriler aynı; isimler farklı olmuştur. 15. yüzyıl , yani Zeynîlerin de içinde bulunduğu dönem, İbn Arabî tartışmalarının zirvede olduğu dönemdir. Yukarıda zikri geçen beş mesele, aslında İbn Arabî’yi eleştirme ya da destekleme noktasında kullanılan kavramlardır. Bu yüzden Zeynüddin el-Hafî ve Abdüllatif Kutsî’nin, ismini doğrudan vermese de bu kavramlarda İbn Arabî’den farklı düşünmesi ve muhaliflerini ilhad ile nitelendirmesi, Kaplan’a göre İbn Arabî’yi de mülhid olarak gördüklerine işaret etmektedir. Aynı şekilde sonrasındaki Zeynî dervişlerin bu meselelerde daha müspet tavır takınması ya da İbn Arabî’nin terminolojisini kullanmaları onları Ekberî çizgiye çekmektedir. Bu durum ilhad noktasında tarikatın yaşamış olduğu değişimin açık göstergelerindendir.