İşe Yarar Bir Şey

Paylaş:

Filmin başarısının seyirciye açık ve net bir doğru yol göstermek yerine hayal etmesi için ‘yolluk vermekten’ geçtiğini düşünen Pelin Esmer, tren yolculuğu temasını bu yüzden seçmiş.

Geçtiğimiz yılın öne çıkan filmlerinden biri senaryosunu Pelin Esmer ve Barış Bıçakçı’nın birlikte yazdığı İşe Yarar Bir Şey’di. İstanbul’dan İzmir’e hareket eden mavi trende tanışan bir şair ve hemşirenin yolculuklarını betimleyen film, geçtiğimiz hafta Hayâl-i zî-ruhtan Sinemaya program serisi kapsamında Bilim ve Sanat Vakfı’nda gösterildi. Sanat Araştırmaları Merkezi ve Türk Sineması Araştırmaları işbirliği ile düzenlenen etkinlikte, film gösteriminin ardından yönetmenle filmin hemen hemen tüm boyutlarıyla değerlendirildiği bir sohbet gerçekleştirildi.

Söyleşinin ilk gündemi, bugüne kadar gerçekçi bir çizgide ilerleyen Pelin Esmer sineması içerisinde oldukça özel bir yerde duran filmin ortaya çıkış serüveniydi. Yönetmenin “aslında tek bir cümleyle başladığını” söylediği film, Barış Bıçakçı’nın şehirli ve şair bir kadınla ilgili bir senaryo yazma teklifi ile ortaya çıkmış. Kısa bir süre önce tanışan ve birbirlerinin üretimlerini henüz yeterince tanımayan Bıçakçı-Esmer ikilisi, bu soru üzerine kolları sıvar ve sinema adına cesur bir adım atarak birlikte filmin senaryosunu kaleme alır. Daha önce yazmayı hep yalnız deneyimleyen ve öyle hayal eden Esmer, senaryonun şair bir kadın üzerine yazılacak olmasının büyüsüne kapılıp bu yeni tecrübeyle tanışmak ister.  Kendine has tarzları olan iki sanatçının birlikte iş üretmesini neredeyse imkânsız hale getiren zorluklar, büyük ölçüde Bıçakçı’nın filmin senaryodan farklı bir şey olduğu, senaryonun film üretim sürecinin sadece bir parçası olduğu gerçeğini kolaylıkla benimsemesiyle baştan aşılır.  Nitekim, senaryonun tamamlanmasından sonra sete girmeden önce yönetmen Pelin Esmer bir süre yine tek başına çalışır ve filmin çekimi tamamen bitinceye kadar Bıçakçı filmi görmez.

Öte yandan, konusu ve işlenişi itibarıyla filmin tamamına hâkim olan şiirsellikte Bıçakçı’nın rolü kuvvetli bir şekilde hissediliyor. Esmer, hayal etmeye ve şiirselliğe duyduğu ihtiyacın, bu senaryo teklifini kabul ederek gerçekçilik kaygısından uzak bir film çekmesinde etkili olduğunu ifade ediyor. Filmin şiirsel dokusunda etkili olan bir başka isimse filmin içerisinde Bir Sarı Çiçek hikâyesiyle referans verilen Julio Cortazar. Büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden kabul edilen yazarın gerçeklik/gerçekçilik yorumu filmin “gerçekle gerçek olmayan arasında kulaç atan” iklimini hayli etkilemiş. Hem sıradan bir gerçekliği fantastikleştirmekte, hem de fantastik bir kurguyu sıradan bir gerçekmiş gibi basitleştirip okuyucuyu her ikisine de inandırmakta usta olan yazar, filme önemli bir ilham kaynağı olmuş.

Filmin başarısının seyirciye açık ve net bir doğru yol göstermek yerine hayal etmesi için ‘yolluk vermekten’ geçtiğini düşünen Esmer, tren yolculuğu temasını bu yüzden seçmiş. Yönetmen, seyirci olarak da tercih ettiği bu hayal ettirme pratiğinin, tam da sanattan beklenen şey olduğunu düşünüyor. Bu yüzden, filmde, sürekli tren üzerinden yolda olma halini görüyoruz. Oldukça yavaş ilerleyen, çok sayıda durağa uğrayıp mola vererek yoluna devam eden bir tren yolculuğu bu. Üstelik, karakterlerin içsel dönüşümünü de sembolize eden bu yolculuk, film boyunca bitmiyor. Söyleşinin moderatörlüğünü yürüten Barış Saydam’ın belirttiği gibi tren İzmir’e varıp, iki kadın ellerinde bavullarla gidecekleri yere vardıklarında bile bu yolculuk devam ediyor. Esmer’in senaryo yazılmadan önce kesin olarak karar verdiği iki şeyden biri olduğunu belirttiği tren yolculuğu fikri, senaryoda şair bir kadına odaklanmakla neredeyse aynı zamanda ortaya çıkmış. Yolculuğun ağır seyri ise yönetmenin ölmek üzere olan birine doğru yapılan yolculuğun hızlı olmaması gerektiği yönündeki fikrinden kaynaklanmış.

Filmde, yol, yolculuk, yolda olmak kadar ön plana çıkan en önemli husus şüphesiz ölüm. Ancak ölümün anlatılabilir zamanda tecrübe edilemezliği nedeniyle film ölümü anlamak için hayata yöneliyor. Ölümle beraber artık ne olmayacak? Ya da tersinden düşünülürse ölüm anından önce insan hayatında ne var? Film, ölümü bu soruların peşineden giderek düşünmeyi ve düşündürmeyi hedeflemiş. Varlığa bakarak yokluğu, yokluğa bakarak varlığı tespit etmeye çalışmanın karşılığı, hayatı ve buradan yola çıkarak da ölümü anlamak olmuş. Başak Köklükaya ve Öykü Karayel ikilisinin performansı da bu anlamda birbirlerini tamamlayan bir bütünün parçaları gibi düşünülmüş. Biri olmadan diğerinin olmayacağı, birinde olanın diğerinde olmadığı, bu nedenle ikisinin de birbirine muhtaç olduğu bir bütünlük…

Filmde yer alan çok sayıda detayda, Bıçakçı-Esmer ikilisinin ortak üretimi olan senaryo ve yönetmenin şiirselliğe yönelen yeni perspektifi kadar, filmin görüntü yönetmenliğini üstlenen Gökhan Tiryaki’nin de incelikli emeği mevcut. Tiryaki’nin hızlı bir şekilde sürece adapte olması ve yüksek teknik donanımı işleri hayli kolaylaştırmış. Greenbox teknolojisi ile yapılan filmde özellikle ışığın kullanımı Tiryaki’nin özenli çalışmasının sonucu. Çeşitli sahne, plan ve detayların konuşulduğu söyleşi keyifli bir şekilde sürerken, filmin sonundaki uzun yemek sahnesi, ölümü bekleyen Yavuz’un balkonuna konan karga, grafiti yapan genç ön plana çıkanlar oldu. Yönetmen bu tür tercihlerinin ardındaki motivasyonları açıklarken kişisel tecrübelerinden ve sevdiği yönetmenlerden, filmlerden beslenen sezgiselliğinden de yararlandığını ifade etti. Ölümü anlatan bir filmin içinde hemen hemen hiç mezarlık görülmemesi, “İsa’sız son yemek” sahnesinin filme yüklediği anlam, filmin Kiyarüstemi’nin intihar düşüncesini “Hayat, dümdüz ilerleyen bir tren gibidir, rayların sonuna geldiğinde son durağa ulaşır ve ölüm son durakta bekler. Elbette ölüm, bir çözümdür,  fakat ilk olarak değil. Bu genç yaşta değil.” cümleleri ile eleştirdiği Kirazın Tadı filmi ile ilişkisi gibi konular ise yokluğuyla söyleşinin varlığını bütünleyen meselelerdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir