Modernite Eleştirisinden Zihin-Beden Problemine Lukacs’ın Görünmez Mirası
Lukacs sayısallaştırma merakının sebebi olarak kapitalizmin yönlendirmesini gösterir. Bu kapitalizmin bir alışkanlığıdır, yani kârı maksimize etmek için sayısal verilerden yola çıkarak bir öngörülebilirlik sağlamaya çalışan mantığın yansımasıdır.
Medeniyet Araştırma Merkezinin düzenlemiş olduğu Kitâbiyat toplantı serisinde Kasım ayında Ateş Uslu, “Modernite Eleştirisinden Zihin-Beden Problemine: Lukacs’ın Görünmez Mirası” başlıklı konuşması ile bizlerleydi. Konuşmasına Lukacs’ın biyografisini anlatarak başlayan Uslu, Lukacs’ın düşüncelerini birey ve bireyin toplum ilişkisi üzerine kurduğunu söylüyor ve Hegelci Marksist olarak tanındığına değiniyor. Tarih ve Sınıf Bilinci kitabı ile 1923 yılında Hegel’e kesin bir dönüş yapıyor ve komünist hareket içerisinde tartışmalara yol açıyor. Lukacs ikinci Marksist döneminde edebiyat eleştirisi ve felsefe tarihine odaklanıyor ve Avrupa Gerçekçiliği kitabını yazıyor. 1950’li yıllarda ise sistemli felsefe yapıyor ve estetik ve toplumsal varlık eleştirisi üzerine yoğunlaşıyor. Etik kitabını tamamlayamadan vefat ediyor ve ölümü sonrası kitap öğrencilerinin notları ile tamamlanıyor.
Uslu konuşmasını üç temel konudan yola çıkarak gerçekleştirdi. Bunlardan ilki Lukacs’ın erken dönem Marksist düşünceleri ve pozitivizm eleştirileridir. İkincisi 1970’li yıllarda tartışılan bütüncül toplumsal yapı ve üçüncüsü toplumsal varlığın ontolojisidir. Pozitivizm eleştirisi ile başlayan Uslu, sosyal bilimlerin bilimsellik ve metot tartışmalarına değiniyor. Pozitivist davranışçılar sayısal verilere dayanarak toplumsal sorunları incelemeye başlıyorlar ve bu akıma geleneksel ekolden tepkiler geliyor. Lukacs bilimsellik ideasına karşı çıkan akımların bazılarını doğrudan, bazılarını ise dolaylı yoldan etkilemiştir. Bu kapsamda Uslu’ya göre Tarih ve Sınıf Bilinci’ni pozitivizm karşıtı bir manifesto olarak okumak mümkündür. Bu kitapta Lukacs iki farklı cephede tartışma yürütüyor. Biri Marksizmi tekelinde bulundurduğunu iddia eden Alman sosyal demokratlara karşı, diğeri ise dönemin Alman ve Avusturya-Macaristan okullarında yaygın olan Kantçı düşünceye karşı. İki akımda toplumsal bütünlüğü doğa bilimleri ile incelemeye çalışmaktadır ve toplumda sayısal kanunlar ararlar. Fakat Lukacs’a göre yapılması gereken bir devrim ile toplumu değiştirmektir. Tarihsel olgular ile toplum zaman ile dönüştürülebilir. Hegelci ve Marksist perspektiften bakan Lukacs olguların fetişize edilmesine karşı bu bununla birlikte sadece olgulardan yola çıkıp bilimsel bir çaba göstermenin beyhude olduğunu söylüyor. Ona göre fenomenleri yan yana koymak bile aslında kişilerin öznel seçimlerinin sonucudur ve sayısallaştırma gerçekliğin anlaşılmamasını sağlar. Lukacs sayısallaştırma merakının sebebi olarak kapitalizmin yönlendirmesini gösterir. Bu kapitalizmin bir alışkanlığıdır, yani kârı maksimize etmek için sayısal verilerden yola çıkarak bir öngörülebilirlik sağlamaya çalışan mantığın yansımasıdır. Yaptığı edebiyat eleştirisinde ise betimleyicinin bir belgeselci titizliği ile işçi sınıfına yaklaştığını ve ölçülebilir bir sefalet oluşturduğunu söyler.
Uslu ikinci olarak bütünlük ve parça ilişkisine geçti. Postmodern tartışmalarda bütünlüğü temel alan bir toplumsal incelemenin kendini kaybettiğini ifade eden konuşmacı, sanayi sonrası topluma bakış açısının değiştiğini vurguluyor ve Tarih ve Sınıf Bilinci eserinden yola çıkarak bütünlük kaybını değerlendiriyor. Lukacs’a göre parçalı bakış yine kapitalist koşulların ortaya çıkarttığı bir problemdir. Bu koşullar altında bütün bir toplumun çıkarlarını göze aldığını iddia eden burjuvazi oluşur ama Lukacs’a göre arkasında bir sınıfın çıkar mücadelesi yatar. Lukacs tek bir disipline bağlı kalmadan parçalı bakışı eleştirir ve bütünü ele alır. Ona göre filozofların bakması gereken gerçeklik toplumsal bütünlüğün gerçekliğidir ve bu gerçekliğin doğa ile bir bağlantısı kalmamıştır. Toplumsal Varlığın Ontolojisi kitabına giden yolda iki farklı varlık belirtir Lukacs: Biri doğal, diğeri toplumsal varlıktır. Toplumsal varlık insanı doğal varlıktan ayrılır ve buna ilaveten toplumsal özellikler edinir.
Üçüncü konuyu oluşturan beden-zihin problemi tartışmalarında akıl ve rasyonalite eleştirileri öne çıkmaktadır. Uslu, beden-zihin, özne-nesne, doğa-toplum gibi ikilemlerin modernizmde kristalize olduğunu söyledi. Toplumsal Varlığın Ontolojisi’nde Lukacs özne-nesne gibi konulara değinir ve aklın akıl dışına, öznenin nesneye üstün tutulmasının yeni bir şey olmadığını, bunun için modernizmi suçlayamayacağımızı söyler. Doğada katı nedensellikten bahsedebiliriz fakat insan, insan olma vasfını kazandığından beri bedene sahip ve bu bedenle zihinsel faaliyetler de sürdürmektedir. Hedef koyma, dönüştürme isteği, teolojik unsurları ve toplumsal ilişkileri beraberinde getirir, üretimi baki kılar ve toplum içerisinde yapısallaşır. Yani insan, insan olmasından dolayı hem özne hem de nesnedir. İş bölümü ile ortaya çıkan insanlık zihinsel işler ile bedensel işler arasında ayrım yapar. Bu şekilde sınıflaşmalar ortaya çıkmıştır ve zihinsel işler bedensel işlere üstün tutulmuştur. Bu modernitenin yeniden ürettiği bir unsurdur. Lukacs’a göre aklın bedene üstün olduğu görüşünün kapitalizmle gelen bir şey olduğunu söylemek yanlıştır. Eğer zihin-beden hiyerarşisini eleştiriyorsak bu sadece modernite ile hesaplaşılması gereken bir konu değildir. İnsanlığın temel meselesidir. Üç temel unsur üzerinden Lukacs’ın düşüncelerini eserleri ile anlatan Uslu konuşmasını tamamlarken Lukacs’in neden gündemde olmadığına da değindi.