Osmanlı Toplumunda Kültürel Üretim Mekânları

Paylaş:

Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi yeni bir program serisi başlattı: Toplum, Mekân, Estetik. Serinin ilk oturumunda Berat Açıl, “Osmanlı Toplumunda Kültürel Üretim Mekânları” başlıklı sunumuyla konuk edildi.

Toplum, Mekân, Estetik, Osmanlı İstanbul’unda köşk ve konak hayatının edebiyatta nasıl yer ettiğini eserler ve yazarları üzerinden incelemeyi amaçlıyor. Berat Açıl da sunumunda Osmanlı toplumunun kültürel üretim mekânlarından sırayla bahsederek bizi konaklara kadar getiriyor. Bu akışta ilk sırayı kütüphaneler alıyor. Osmanlı’da kütüphaneler ilk olarak temel eğitim-öğretim kurumu olan medreseler bünyesinde kurulmuş. İlk kütüphanenin kim tarafından ve nerede kurulduğu bilinmese de Yıldırım Bayezid devrinde kurulan birkaç medresede kütüphane olduğu kaynaklarda yer ediyor. Vakfiyesi mevcut ilk vakıf kütüphaneleri ise Edirne II. Murad Dârülhadisi, Bursa Umurbey Câmii ve Üsküp İshak Bey Medresesi kütüphaneleri.

16. yüzyılın sonlarına doğru kütüphaneler medreselerin ayrılmaz bir parçası olmuş. Berat Açıl sonraki dönemlerde ilki Köprülü Kütüphanesi (1678) olmak üzere bir külliyenin parçası olmayan müstakil kütüphanelerin doğduğunu anlatıyor. Köprülü Kütüphanesi’nin kurulmasıyla vakıf kütüphaneleri zenginleşmeye başlamış, kitapların ve hâfız-ı kütüplerin sayısı artmış. Hami rolünü üstlenebilecek maddi seviyeye gelen devlet adamları da kütüphaneler kurmuş.

Sunumda ikinci olarak ele alınan mekânlar ise kahvehaneler. 16. yüzyıldan sonra çoğalan kahvehaneler, okuma meclislerine ev sahipliği yapmış. Sonraki dönemlerde meddahlar da bu mekânlarda ortaya çıkmış. Berat Açıl kahvehanelerin popüler kitapların da etkisiyle yüksek kültürün halka yayılmasını sağlamış olmaları bakımından önemli olduğunu ifade ediyor. Detaylı öğrenmek isteyenlere ise Ahmet Yaşar’ın Osmanlı Kahvehaneleri: Mekân, Sosyalleşme, İktidar (Kitap Yayınevi) isimli çalışmasını öneriyor.

Berat Açıl’ın Osmanlı döneminde kültürün yayılması açısından oldukça önemli olduğunu söylediği bir diğer mekân su kenarları. Açıl su kenarlarının 19. yüzyıla kadar İstanbul Boğazı’ndan daha çok rağbet edilen mekânlar olduğunu söylüyor ve Kağıthane deresinin kenarındaki Sadabat’ı örnek gösteriyor. Su kenarlarına kurulan meclisler, bu bölgelerin kültürel üretim mekânları haline gelmesini sağlamış. Özellikle bezm ve rezm meclislerinin kurulduğu bu dönemlerde yazılan şiirlerdeki motiflerde, söz sanatlarında su kenarının etkisi görülüyor. Ayrıca bu meclislerde kullanılan aletler de maddi kültüre katkı sağlamış.

Osmanlı’da kültürel üretim sağlayan bir diğer mekân ise bahçeler. Türk bahçeciliğinin 15. yüzyıldan sonra geliştiğini anlatan Berat Açıl, insanların bulundukları yerde kalıcı olduklarını hissettikten sonra bahçe kurduğunu söylüyor. Dolayısıyla o dönem sağlanan istikrar, insanların bu tarz lüksler edinebilmesine imkân sağlamış. Bahçeler çiçek yetiştiriciliğinin, tezhip gibi süsleme sanatlarının gelişmesini sağlıyor. Örneğin ilk defa 15. yüzyılda çiçek tezhip sanatında bir süsleme unsuru olarak kullanılmaya başlanmış. Aynı durum edebiyat için de geçerli olmuş. Çiçek isimleri şiirlerde sıkça kullanılmış. Berat Açıl Osmanlı’da bahçeciliğin bahçe düzenleme kısmında Batı estetiğiyle farklılaştığı yerler olduğunu anlatıyor. Osmanlı’da tek amaç güzellik olmamış, işlevsellik de göz önünde bulundurulan bir kriter olmuş. Mesire alanları bahçeler ve su kenarlarıyla benzer başka bir kültürel üretim mekânı. Daha sonra da saray bahçeleri şeklinde karşımıza çıkan bu mekânlar insanların kültürü topluca üretip tükettikleri yerler olmuş.

Berat Açıl, Osmanlı’da kültürün üretildiği ve tüketildiği asıl mekânların meclisler olduğunu ifade ediyor. Bu meclislere kimin girebileceği, kişilerin nasıl davranacağı, neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceği kurallarla sınırlanmış. Osmanlı’nın meclis kültürü daha çok Çağatay ve Baykara meclislerinin örneklenmesiyle oluşmuş. Hatta Molla Cami’nin birçok padişah tarafından çağrıldığını fakat Herat o dönemde kültürel açıdan İstanbul’dan daha cazip olduğu için Molla Cami’nin gelmediğini anlatıyor Berat Açıl.

16. yüzyıldan sonra İstanbul kültürel önemini artırmaya başlıyor. Bu aşamaya gelirken ise 15. yüzyılda birçok kurumu müesses hale getiren II. Murad’ın katkıları var. Şeyhi’yi getiriyor örneğin. III. Murad’a kadar devam eden bu süreç çoğunlukla hami-mahmi ilişkisi içerisinde sürüyor. En büyük hami olan padişah etrafındaki sanatçıları himaye ederken onlar da padişahın beğenilerine göre hareket ediyor. III. Murad döneminde ise şehzadeler artık sancaklara gönderilmeyince valide sultanlar ve Dârüssaâde ağaları birden güç sahibi oluyor. Özellikle Dârüssaâde ağalarının zamanla sadrazamdan daha yetkin hale geldiğini, dolayısıyla himaye sisteminin de onlara geçtiğini anlatıyor Berat Açıl. Bu durum ise sanatta bir farklılaşmaya yol açmış. Hami padişahken, himaye edileceklerin belirlenmesinde padişahın etrafındaki şiirden, sanattan anlayan kişilerin etkisi oluyor. Dârüssaâde ağalarının ise kendi anlayışları kadarıyla hareket ettiklerini söyleyen Berat Açıl, çok güçlü sanatçıları yanlarında tutmak istememiş olabileceklerini de ekliyor.

Berat Açıl, sunumunun sonlarına doğru iki önemli kültürel üretim mekânından daha bahsediyor: Konaklar ve atölyeler. Konaklarda meclislerin kurulması Edirne ve Topkapı’daki saray konaklarında başlanmış. Sonrasında şehzade konaklarında ve 17. yüzyıldan sonraysa şeyhülislam ve kadı konaklarında meclisler kurulmuş. 19. yüzyılda kültürün yayılmasıyla devletlilerin konakları da bu meclislere ev sahipliği yapmaya başlamış. Yusuf Kamil Paşa’nın eşinin adını alan Zeynep Hanım Konağı bu konaklara bir örnek. 20. yüzyılda artık entelektüel konaklarında kurulan meclisler, daha sonra şair ve yazar yazıhanelerinde toplanmış. Günümüzde ise toplanma yerinin kafeler olduğunu söylüyor Berat Açıl. Bir yazarın sıklıkla bulunduğu kafe veya dergilerin yayın kurulu toplantılarının yapıldığı kafeler bu buluşmaları sağlıyor.

Atölyeler ise Osmanlı’daki en önemli üretim mekânlarından. Bu atölyeler sarayın içinde bulunuyor ve Ehl-i Hiref Teşkilatı tarafından kontrol ediliyor. Bu kurumun ne zaman teşkilatlanmaya başladığı tam bilinmese de tutulan defterlerden II. Bayezid döneminde organize hale geldiği anlaşılıyor. Bu teşkilata bağlı olan zanaatkarlar ve sanatkarlar kapıkulu halkından seçilmiş. Teşkilat, maaş defterleri, inam defterleri gibi defterlerle her şeyi kayıt altında tutmuş.

Temelde saray odaklı olan bu mekânlar yüzyıllar içerisinde değişiyor, saraydan uzaklaşıyor ve halka doğru yayılıyor. Berat Açıl, mekânlar değişse de kültürün üretiminde ve tüketiminde bir ortaklık ve devamlılık olduğunu ve Edirne Sarayı’ndan Küllük Kahvesi’ne, oradan günümüzün kafelerine uzanan kültürün, vasıtası değişse de temelde aynı özü taşıdığını söyleyerek sunumunu sonlandırdı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir