Konaktan Konuta, Konuttan Konaklamaya: Yerellik Bağlamında Bir Ürgüp Deneyimi

Paylaş:

Sanat Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Ev ve Mimari isimli program dizisinin on altıncı konuğu “Konaktan Konuta, Konuttan Konaklamaya: Yerellik Bağlamında Bir Ürgüp Deneyimi” isimli sunumu ile Cem Yücel’di. Yücel, konuşmasına başlıktaki yerellik bağlamı ile konaklanma kavramının kendi içindeki çelişkisine dikkat çekerek başladı. Yaşamın içinde taklit edilemez bir durum olarak var olan yerellik ile onun antitezi gibi duran konaklamanın nasıl örtüşebileceğinin bir tartışma konusu olduğunu vurguladı.

Yücel, sunumunda Kapadokya’nın coğrafyası ve tarihi geçmişinden, ofis olarak bölgede edindikleri mimari tecrübelerden ve toplantının asıl konusu olan Ürgüp’te bulunan eski bir mahallenin, bütün konut dokusuyla konaklama tesisine dönüştürülmesini içeren mimari koruma projesinden bahsetti.

Kapadokya’nın tarihsel geçmişi anlaşılmadan orada yapılmaya çalışılan mimari projelerin tam olarak anlaşılamayacağını vurgulayan Yücel, bu doğrultuda konuşmasının ilk bölümünde kısaca Kapadokya’yı anlattı. Değişik formlardaki kaya oluşumlarının yer aldığı Kapadokya coğrafyası, 60 milyon yıl önce Hasan ve Erciyes dağlarının patlaması sonucu bölgeyi kaplayan volkanik tüfün doğa koşulları ve rüzgar erozyonu etkisinde şekillenmesiyle oluşmuştur. Bölge coğrafyası yaşam için oldukça zor, aynı zamanda da çok elverişli alanlar sunmuştur. Kayaların çok yumuşak ve kolay şekillendirilebiliyor oluşu tarihin erken dönemlerinden itibaren kaya içi yerleşimlere imkan vermiş, bölgedeki yapılaşma kaya oyma mekanlar ve oyma sırasında çıkarılan taşlarla inşa edilen taş örme mekanlar olmak üzere iki türde yapılmıştır. Kapadokya aslında Niğde, Aksaray, Kırşehir, Nevşehir ve Kayseri’yi de içine alan bölgenin adıdır. Uçhisar, Kaymaklı, Derinkuyu, Ürgüp, Avanos, Göreme ve Ihlara gibi kendi içinde farklı coğrafi morfolojik özellikler gösteren yerleşim alanları bölge içinde öne çıkmıştır. Kaymaklı ve Derinkuyu’da kaya içine oyulmuş yer altı şehirleri yer alırken, Göreme, Ürgüp, Avanos ve Uçhisar’da kaya kütleleri içine oyulmuş kaya içi mağara yerleşimleri bulunmaktadır. Özellikle Göreme’de şapkalı koni biçiminde şekillenmiş kayalar peri bacaları olarak adlandırılmaktadır.

Yücel, bölge taşının kolay işlenebilir olmasının biçimlendirmeyi hızlandırırken, aynı zamanda süre gelen yüzey erozyonlarının etkisiyle kolayca tahrip olup kısa sürede yok olmasına neden olduğunu belirtti. Öte yandan taşın sökülüp yeniden kullanılmaya imkan veren yapısı, hızlı bir dönüşüme ve hiçbir şeyin ziyan olmadan yeniden kullanılmasına olanak vermektedir. Bölge taşının kamufle edici yapısının, yapıların hangi döneme ait olduklarını belirlemeyi zorlaştırdığına dikkat çeken Yücel, taş yapıların yirmi yıllık mı, iki yüz yıllık mı ya da iki bin yıllık mı olduklarını anlamanın zor olduğunu, yapılardaki küçük izlerden yola çıkılarak tahmin yürüttüklerin anlattı. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan Kapadokya bölgesi çok zengin bir kültür mirasına sahiptir. Tarih öncesi dönemlere ait höyük ve Tümülüsler, çok zengin Hitit izleri, Büyük İskender, Roma, erken Hristiyanlık dönemlerine ait izler sonrasında Selçuklu ve Osmanlı mirasları bölgedeki kültürel katmanlaşmayı göstermektedir. Özellikle bölgedeki kaya kiliseleri Hristiyanlığın resmi olarak kabul edilmediği dönemden itibaren varlığını sürdürmekte, Hristiyanlar için önemli bir dini merkez ve hac yeri olarak kabul edilmektedir. Bölge kaya içi yerleşimleri, kaya mezarları, kaya kiliseleri, güvercinlik, kaya kovanları, narenciye depoları gibi tarımsal strüktürler, han, kervansaray cami, külliye gibi İslam kültürüne ait birçok mimarlık mirasına da sahiptir. 19. yüzyılda inşa edilmiş taş konaklar ve erken cumhuriyet dönemi mekanları da bu kültür çeşitliliğinin içinde yerini almaktadır.

Ev ve Mimari serisi kapsamında, 21 Aralık 2019 tarihinde gerçekleşen bu söyleşi BİSAV TV’de yayınlandı. Etkinliğin kaydına ayrıca Bilim ve Sanat Vakfı Spotify, Apple Podcast ve Google Podcast kanallarından da ulaşabilirsiniz.

Yücel bölgenin 1960’lı yıllardan itibaren turizmle tanınmaya başladığı ve özellikle maceraperest gezgin Avrupalılar tarafından keşfedildiği, Avrupalılar tarafından burada evler ve araziler satın alındığı, Fransız bir otel zincirinin 1960’da Uçhisar’da bir kaya oteli inşa ettiği bilgisini veriyor. Pasolini’nin yönettiği, Maria Callas’ın rol aldığı, 1969 yapımı Medea filminin Kapadokya bölgesinde çekilmesi de bu açıdan önemlidir. 1980’li yıllara gelindiğinde bölge kitle turizmine açılıyor ve bölgeye doku ile uyumsuz büyük betonarme otel binaları inşa edilmeye başlıyor. 1990’lar ve 2000’li yıllara gelindiğinde butik turizm öne çıkıyor ve bölgenin özgün dokusunun korunmasının turizm açısından değeri anlaşılıyor. Bu süreçte geçmişte barınak olarak inşa edilmiş yapı stokunun turizm açısından kullanılabilirliği anlaşılınca her bir mağara oyuğu kıymetli hale geliyor. Öte yandan bölgede erozyon devam etmektedir, 1960’da birçok bölge afet bölgesi kabul edildiği için boşaltılmış ve hayalet şehirler haline gelmiştir. Ancak bölgenin butik turizm açısından değeri anlaşılınca, koruma imar planına göre tespit edilebilen harap yapılar, özgün dokusuna uygun biçimde yeniden inşa edilmeye başlanıyor ve turizm ile yaşayan bölge haline geliyor. Öte yandan Yücel, koruma ve yerelliğin konaklamadan tamamen zıt kavramlar olduğunu ancak burada geçici konaklama dinamiklerinin bölgenin özgün dokusunun korunmasında hayati önemi olduğu tespitini yaptı. Tek taraftan bakınca çelişkili gibi görünen bu durum, butik turizmle birlikte bölgenin koruma projelerini fonlayacak ekonomik güce kavuşmasıyla mümkün olmaktadır.

Yücel, dünyada Amerika’da bir Kızılderili yerleşkesi olan Mesa Verde ya da güney İtalya’da ki Matera kenti gibi Kapadokya coğrafyasına benzer az da olsa örneklerin bulunduğunu ama hiç birinin Kapadokya coğrafyasındaki kültürel çeşitliliğe sahip olmadığını, bu açıdan Kapadokya’nın dünyada biricik olduğunu vurguladı. Dünyadaki farklı kaya oyma mekan örnekleri ve kaya oymadan ilham alınarak üretilmiş örnekleri gösteren Yücel, kaya oyma mekanların olduğu gibi korunamadığını ve bunların mutlaka güncel kullanım için bir mekana dönüştürülerek korunabileceğini belirtti. Yücel, ayrıca, görseller eşliğinde kendi mimarlık ofislerinin bölgedeki geçmişinden ve burada yaptıkları koruma ve yeni yapı projelerinden de kısaca bahsetti. 1990’ların başında babası Prof. Dr. Atilla Yücel’in İTÜ’deki mimarlık öğrencileriyle proje yapmak için gittiği bölgede tanıştığı bir tüccar için halı mağazası tasarlayarak işe başladığını, sonrasında ofis olarak bölgede birçok konaklama ya da ticaret yapısı projelendirme ve inşa etme fırsatı buldukların, bu işlerin görselleriyle kısaca anlattı. Yücel, her projede yerelliğin güncel ihtiyaçlarla ne kadar bağlanabildiği konusunu yeniden tartıştıklarını, günümüzdeki yerellik algısının maalesef fiziksel olarak taşın ya da kemerin benzetilmesi gibi taklit etmek olarak anlaşıldığını ifade etti. Öte yandan, bölgede ticaret ya da turizm yapılacaksa kültürel mirasın korunarak, güncel ihtiyaçları karşılayacak yeniliklerin nasıl eklenebileceğini bulmamız gerektiğini belirtti.

Yücel, Kapadokya coğrafyasında kaya oyma mekanlarda gelişen mimarinin alışa geldiğimiz plan kurgularından çok farklı olduğunu, burada proje yaparken geleneksel yöntemlerle süregelen bu pratiği kağıt üzerinde bilimsel bir şekilde ifade edebilmek için yeni bir dil öğrenir gibi üzerinde çalışmak gerektiğini vurguladı. Bölgede kayaların ölçülerek rölövelerinin çıkarıldığı ilk bilimsel yöntemli koruma çalışmalarının Turgut Cansever tarafından başlatıldığını bildiren Yücel, ilk defa bunların ölçülebilir şeyler olduğunun kabulü açısından bu gelişmenin önemli olduğunu bildirdi. Kağıt üzerinde gösterilen plan, kesit ve görünüş çizimlerinin temelde doğru karar vermek için en uygun yöntem olduğunu, en azından kendisinin başka bir yöntemle yapamayacağının söyledi. Ama Kapadokya’da proje yapabilmek için kağıt üzerindeki temsillerin mekanı anlamakta tek başına çok yetersiz kalacağını, malzemenin ve taş ustasının da dilinin iyi anlaşılması gerektiğini, ancak yapıları yerinde tecrübe ederek dengeli karar alınabileceğini ifade etti. Birbiri üzerinde farklı yönlerde katmanlaşan amorf formdaki mağara yapıların, modern kadastral sınırlarla belirlenemeyen mülkiyet ilişkileri barındırabildiğini, burada kartezyen dünyanın kalıpları dışına çıkarak karar almak gerektiğini vurguladı.

Yücel konuşmasına, toplantının asıl konusu olan Ürgüp Dereler Mahallesi’nde Anemon Otel grubu için hazırladıkları koruma projesinin detayları ile devam etti. Proje 14 parselden oluşan, üzerinde yaklaşık 20 kadar yapının bulunduğu bir alanda gerçekleştirilmiş. Bölgenin topografyasına dikkat çeken Yücel, mahallenin üzerine inşa edildiği alanda iki nitelikli konak yapısı ile birlikte kaya oyma mekanlar ve onların üzerine sonradan yapılmış betonarme niteliksiz yapılar bulunduğunu bildirdi. Koruma kurulunun izniyle projeye önce alandaki muhtes ve niteliksiz eklerin kaldırılmasıyla işe başladıklarını, rölöve ve belgeleme çalışmalarıyla yoğun bir araştırma sürecine girdiklerini anlattı. Araştırma kazısı sırasında toprakla ve kayalarla doldurulmuş alanlar açıldıkça mağara mekanlar ortaya çıkarılmış ve tespit edilen her bir özgün detay dikkatle belgelenmiş.

Projede en üst kotta büyük bir konak yer alırken, alt kotlarda üç kat mağara mekanı ortaya çıkarılmış. Yücel, üst kottaki konağın 1980’lerde Fransız bir hanım tarafından satın alındığını ve onarım geçirdiğini, o dönem de bölgede usta bulunamadığı için Mardinli ustalar tarafından konağın özgün karakterine aykırı Mardin üslubu bir balkon yapıldığını, bu balkonunu dönem eki olarak tescil ettirip koruma kararı aldırdıklarını bildirdi. Burada belgelemenin önemine dikkat çeken Yücel, koruma uygulamalarının en önemli kısmının tespit edilen izlerin doğru bir şekilde belgelenmesi olduğunu, tarihe karşı bir görev olarak bizden sonrakilere bu bilginin aktarılması gerektiğini çünkü restore edilen tarihi eserlerin en iyi şekilde de yapılsa aslına göre bozulduğunu hatırlattı. Yücel araştırma sürecinde kazı yapıldıkça farklı oyulmuş mekanların ortaya çıktığını ama bir aşamadan sonra kazmayı durdurma kararı aldıklarını bildirdi. Yasal olarak belge ve bulgular ışığında oradaki mekanları yeniden inşa etmenin mümkün olmasına karşılık bazı kısımları olduğu gibi koruma kararı verdiklerini açıkladı. Restorasyon aşamasında eski yapıya eklenecek günümüz ilavelerinin hangi nitelikte olacağı, eskinin diliyle mi yoksa güncelin diliyle mi yapılacağı, eskinin dilini taklit etmeye çalışsak bile bunun ne kadar mümkün ya da doğru olacağı sorularını da tartışmaya açtı.

Restorasyonu, eski yapının özgün dokusunu bastırmayan ama çağdaş ilavelerin yapıldığını da belli edecek bir tasarımla projelendirdiklerini söyledi. Bu süreçte Koruma Kurulu’yla olumlu bir ilişki geliştirdiklerini ifade eden Yücel, proje kararlarında kurulun önemli katkısı olduğunu da ekledi.  Sunumun devamında analitik rölöve, restorasyon ve restitüsyon çizim paftalarından örnekler gösteren Yücel, tüm bu sürecin her aşamasında çok detaylı araştırmalarla karar aldıklarını ve her kararı çizimler üzerinde göstererek çalışmalarını yürüttüklerini açıkladı. Soru cevap şeklinde tamamlanan program, koruma prensipleriyle kaya mimarisinin nasıl projelendirildiğinin anlaşılması adına ufuk açıcı bir sunumdu.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir