Bursa’da Zaman, Paris’te Devrim: Tanpınar’ın “Gelecek” Şiiri Üzerine
“Gelecek” şiirinin Tanpınar’ı bütün ezberimizi bozuyor ve bizatihi kendi şiir anlayışında bir nifak hâline geliyor. Geleceğin şiiri olmamasına rağmen gelmekte olan şiiri haber veriyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler kitabının ilk yazısı “Şiir Hakkında”da şiiri, “kendi üstüne çöreklenen bir ruhun” ürünü olarak tarif eder. [1] Buna göre şiirin kendinden başka gayesi yoktur. Onun şiir anlayışı şiirin gündelik kaygılarla hareket etmesinin mümkün görünmediği, kendi ifadesiyle bir “bedii alakanın” uyandırılmasına matuftur. Tanpınar bu fikri şiir hakkındaki düzyazılarının –yazılma aralığı yahut vesilesi fark etmeksizin– hemen hepsinde dile getirir. Bu tasavvurda kendisinden oldukça etkilendiği Fransız şair Valery’nin görüşlerinin payı büyüktür –elbette Tanpınar’ın Valery yorumunun neredeyse tamamen “saf şiir” üzerine kurulduğunu unutmamak gerekir. Bu noktada Fransız şairi de kendine yaklaştırır. Bu kendi kendinin amacı olan şiir telakkisiyle birlikte Tanpınar’ın genel kültür eleştirisini teşkil eden söylem de büyük ölçüde estetiğin belirleyiciliği altında şekillenir. Bu manada şiir, önemli bir ayağını oluşturduğu sistemin (mesela daha çok ön plana çıkan bir diğer önemli sacayağı musikidir) homotetik bir cüzüdür. Bu düşüncenin içinde gelenek, mazi, devamlılık, imtidat, rüya, bütünlük gibi sözcüklerin önemli bir yeri vardır. Bu manada Tanpınar’ın kendi şiiri de sahip olduğu şiir düşüncesine son derece sadıktır. Muhtemelen en meşhur şiiri olan “Bursa’da Zaman” şiirinin, Tanpınar’ın geçmişe dair ancak tarihsiz (bir anlamda süreksiz, yani yekpare) rüya estetiğini büyük bir muvaffakiyetle yansıttığı söylenebilir. Şiir ile şiirin içeriği arasında büyük bir kesişme vardır. Osmanlı Devleti’nin kuruluştan sonraki ilk başkentliğini yapan payitaht şehir Bursa’nın tahayyülü şiirin estetiğini desteklemektedir. Bursa’nın tarihsel-kültürel manzarasını kendine nakşeden bu şiir, uzun zamandır Bursa’ya nazarımızı şekillendirdiği gibi Tanpınar şiirine bakışımızı da belirlemektedir. Ancak Tanpınar’ın bütün düşünsel, estetik, poetik birikiminin hilafına yazdığı bir şiir vardır ki büyük romancının tüm bu sistemini bulandırır. 27 Mayıs darbesi sırasında bulunduğu Paris’te yazdığı bu şiir, “Gelecek” başlığını taşır. Tanpınar’ın günlüklerinde bulunan şiir, bütün şiirlerine daha sonra dahil edilmiştir –ki bu konunun kendisi de ilginç ve tartışmaya değerdir. 1960 askeri müdahalesi taraftarı şiir, o zaman 76 yaşındaki İsmet İnönü’yü övmektedir ve onu geleceğin kurtarıcısı olarak çizmektedir. Tanpınar’ın yazdığı bu son şiir onun ömrü boyunca kurduğu poetikaya taban tabana zıttır. Saf şiirin yerini siyaset ve gündelik kaygılar, Bursa’nın yerini Paris, geçmişin yerini gelecek, imtidadın yerini ihtilal, rüyanın yerini yaşam almıştır. 1960 sonrası devrim versus karşı-devrim çizgisine oturan Türk şiirinin pişdarı gibidir. Bu yazıda yukarıda zikredilen iki şiirden hareketle Tanpınar’ın şiir kavrayışındaki bu değişimin -eğer bundan bahsedilebilirse tabii- izini sürmeye ve anlamlandırmaya çalışacağım. Önce şiir:
Tanpınar’ı Temellük, Kültür Savaşları ve İkinci Cumhuriyet
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkiye’nin yakın tarihteki kültür savaşlarının en önemli figürlerinden birini teşkil ediyor. Özellikle Türk cemiyet hayatının açmazlarını anlattığı romancılığının yeniden keşfedilmesiyle birlikte yaşanan Tanpınar rönesansı (yahut Dellaloğlu’nun deyişiyle Tanpınar fetişizmi) yazarın mirasını sahiplenmeye gayret eden entelektüel-toplumsal blokların son dönemdeki mücadelelerinin kaynağını oluşturuyor. Bu mücadele alanı üniversiteden yayınevlerine, adliyeden külliyeye kadar geniş bir spektrumu kapsıyor. Tanpınar’ın ardında bıraktığı terekesindekilerin gizemiyle alevlenen İstanbul Üniversitesi (Türkiyat Enstitüsü) ile Mimar Sinan Üniversitesi (Tanpınar Edebiyat Araştırmaları Merkezi) arasındaki temellük ve tevarüs gerilimi ve Tanpınar’ın yayıncısı Dergâh Yayınlarının, 2000-2004 yılları arasında Tanpınar’ın kitaplarını basması nedeniyle Yapı Kredi Yayınlarıyla başlattığı telif hakları ve tazminat davası bunun son zamandaki önemli görüngülerindendir. [3]
Tanpınar’ın geçmiş süreli yayınlarda kalan yazılarının derlenmesi, günlükleri gibi eski harfli metinlerinin yeni harflere aktarılarak çağdaş okurla buluşması gibi yazarın edebiyat dışı (özellikle de eski tabirle içtimai ve siyasi meseleleri yazdığı) külliyatının toparlanmasıyla tüm romancı, şair, estetik hocası gibi kimliklerinin yanında iyiden iyiye tebarüz eden, günümüzdeki bu arzulu alımlamayı rahatsız eden bir yönü daha açığa çıkar: Kemalist (daha doğrusu İnönücü) Tanpınar’ın 27 Mayıs darbesi ve İkinci Cumhuriyet hakkındaki görüşleri. Tanpınar çok uzun bir zaman kendini günlüklerinde tanıttığı gibi sağın da solun da sükût suikastına kurban ettiği, eski kültürle hemhal olmasından ötürü solcuların; Halk Fırkası’ndan olması hasebiyle de sağcıların dışladığı, kendi semasında tek yıldız bir aydın figürü olarak Doğu-Batı, medeniyet değişimi, iç-insan, Türk modernleşmesi gibi konularda yazdıklarıyla bugün Türkiye’de her kesimin mutabık olduğu ender klasiklerinden biri olma şerefine nail olmuştu. Peki Tanpınar’ın uzun zamandır ihmal edilen, -belki- örtülen, görmezden gelinen İkinci Cumhuriyetçiliği tekrar nasıl gündeme geldi? Bugünkü Tanpınar mücadelesinden geriye doğru gidildiğinde belirli kamplaşmalardaki tavırların bunda etkili olabileceğini görürüz. Öncelikle, 1960 darbesinden iki sene sonra 1962’de vefat eden Tanpınar’ın eserleri 60 sonrası sol hareketin zaten kendiliğinden ihmal ettiği bir mirastır. 40 kuşağı toplumcuları, Nâzım Hikmet’in tekrar dolaşıma girmesi, 65 sonrası yeni devrimci şairler; henüz şair olarak ön plandaki Tanpınar’ı bu edebiyat için tabiatıyla diskalifiye etmiştir. Tercüman’ın 1972’de Huzur’un ikinci baskısını yapması vesilesiyle Fethi Naci’nin 1973’te yazdığı eleştiriye kadar toplumcu bir eleştirmen veya yazar ilgilenmemiştir onunla –ki o da romancıyı altyapı ve sosyal süreçler konusunda kıyasıya eleştirecek, Türkçede okuduğu en iyi aşk romanı olmasıyla sevecektir: “Tarihe kaçış, musikiye kaçış, İstanbul’a kaçış” diyecektir. [4] Yine Tercüman baskısı münasebetiyle Selahattin Hilav’ın Yeni Ortam gazetesindeki yazısını, Tanpınar’ı sosyalist gerçekçi paradigmaya dâhil etmeye çalışan önemli bir deneme olarak zikredebiliriz. Hilav da Fethi Naci’nin gördüğü aksaklıkları teslim etmekle birlikte onun üstyapı meselelerini açıklarken ekonomi, üretim, sınıf sorunu gibi konulara değinen iktisadi bir sezgisinin olduğunu vurgular. [5] Bunu Lukacs’ın Balzac yorumuna da benzetebiliriz. Hilav’la polemiğe giren Hilmi Yavuz’un cevabıyla birlikte bu tartışma Tanpınar’ın Marksist olup olmadığı bahsine evrilmiştir. [6] Bu yazıların da ancak yeni baskı fırsatıyla kaleme alındığına ayrıca dikkat edilmeli.
Diğer cephede, Tanpınar’ın Osmanlıcı yanını kabul edip onun CHP’li Kemalist ve DP karşıtı tutumunu benimsemeyen daha muhafazakâr araştırmacılar ise yazarın bu yönünü ve 27 Mayıs konusundaki görüşlerini genel okuryazar kamusunun dikkatine sunmaktan imtina etmişlerdir. Tuncay Birkan’ın dikkat çektiği üzere Tanpınar’ın 1960 darbesini kutlayan yazıları ancak 2002 yılında YKY’den Mücevherlerin Sırrı derlemesiyle gün yüzüne çıkmıştır. [7] Tıpkı bunun gibi Ömer Faruk Akün’ün 1962’deki Tanpınar yazısının sonunda yer verdiği bibliyografyada listelediği bazı “muzır” yazılar Yaşadığım Gibi‘nin ilk baskısında yer almaz. Yine Tanpınar’ın ölümünden sonra yazarın pek çok eserini derç edip yayımlayan talebesi ve iş arkadaşı Mehmet Kaplan’ın, İnci Enginün ve Zeynep Kerman’ın günlüklere yazdıkları önsözden öğreniyoruz, “hatıralarındaki bazı kısımların çarpık yorumlamasından” endişe ettiği korumacı tavrı, onu Tanpınar’ın günlüklerini neşretmekten alıkoymuştur. [8] Bu günlükler okuyucuyla henüz 2007 yılında tanışmıştır. Günlüklerin Işığında bu tebliğ için önemli çünkü mevzubahis “Gelecek” şiirini burada buluyoruz. “Gelecek” şiiri Tanpınar’ın siyasi görüşüyle estetiğinin bu kadar açık birleştiği çok ender örneklerden birini -hatta belki bu kadar bariz olduğu biricik örneği- sunuyor.
Görüldüğü üzere bir tarafta ihmal edilmiş, diğer tarafta ise seçmece bir Tanpınar kurgusu vardır. Türkiye’deki ideolojik kampların daha kültüralist bir cepheye çekildiği 1980 sonrasında ise Tanpınar yorumları çeşitlilik kazanmış, bir kültür milliyetçisi olmaktan bir Osmanlı modernistine, çağdaş bir estete kadar birçok kisveye bürünmüş, hatta Türk romanının 90’lardaki neo-Osmanlı temasının ve çok-kültürlü İstanbul nostaljisinin (özellikle Orhan Pamuk tabii) önemli referanslarından biri hâline gelmiştir.
“Tanpınar ve gelecek. Bu iki kelime yan yana geldiklerinde bile bir tür tezat yaratıyor gibidir. Bununla birlikte gelecek vurgusunun Tanpınar edebiyatında kışkırtıcı bir tartışma vadettiğini düşünebiliriz.”
Geçmiş Günlüklerde “Gelecek”
Bugün Tanpınar’ı daha çok romancılığıyla tanıyoruz, konuşuyoruz, ele alıyoruz. Buna karşın Tanpınar kendi döneminde -romanları kendi ifadelerinin aksine takdirle ve dikkatle okunmasına rağmen- şair olarak görülmüştür. Kendi de günlüklerinde “Şiirim esastır” der. Mesela Sabahattin Eyüboğlu, Tanpınar’ın bu dünyadan gitmesinin ardından yazdığı yazıya şöyle başlar: “Şair Ahmet Hamdi Tanpınar da öldü”. [9] Tanpınar’ı “Kara Atlar” yazısıyla ahirete uğurlayan Oktay Akbal ise “Şair de herkes gibi bir insan ölüm karşısında” diyor onun için. [10] Lise arkadaşının peşinden yazan Dıranas, “Hamdi’nin ölümünün âdeta bir lezzeti var gibiydi. Şiirlerinin tadı sinmişti belki ölüme de” diyerek anar onu. [11] Melih Cevdet, Hilmi Ziya, Fikret Ürgüp… Kâfi. Örnekler çoğaltılabilir.
Tespit edebildiğim kadarıyla “Gelecek” şiiri Tanpınar’ın bütün şiirlerine 2012 yılında girmiş. Bu kitaba en son giren ve en son sırada yer alan şiir. Bütün şiirleri Tanpınar’ın sağlığında, ölmeden bir sene önce, yani 1961’te kitaplaşmış. Yeditepe Yayınlarından. O zaman bu şiir şair tarafından dâhil edilmemiş. Bütün şiirlerin Mehmet Kaplan tarafından genişleterek hazırlanan 1976 ve 1981 baskılarında da yer almaz. Bununla birlikte Kaplan’ın 1963 yayımlanan Tanpınar’ın Şiir Dünyası incelemesinde bu şiirin de yer aldığı günlüklerden pasajlara yer verdiğini biliyoruz. Kaplan burada Tanpınar’ın şiirini anlamak için günlüklerindeki şiir “müsveddelerinden” de faydalanmıştır. Ancak Kaplan’ın tasavvur ettiği şiir dünyası “Gelecek”e kapalıdır. 1989 yılında İnci Enginün’ün hazırladığı ve Tanpınar’ın daha önce neşretmediği yahut henüz bitirmediği şiirlerinin de yer aldığı yeni bir baskı yapılır. Bu şiir burada da yer almaz. Bunun için günlüklerin düzenlenip yayımlandığı 2007 yılı sonrasını beklemek gerekecektir. Ne var ki artık Tanpınar’ın şairliği geri planda kalmış, Türk modernleşmesine dair fikirleri ve romanları öne çıkmıştır. Edebiyat dışı yazıları ve 27 Mayıs hakkındaki fıkraları yayımlansa da bunlar ideolojik kamplaşmanın yoğunlaştığı dönemin soğumasının ardından, edebiyat alanının kültüralist momentinde ancak bir arşiv değeri görmektedir. Yani Tanpınar imgesinin artık serbest kaldığı bir dönemde gün yüzüne çıkar bu şiir. Bu yüzden de hak ettiği yere oturtulamaz. Böyle bir çabanın bugün pek tekin sayılacağını da düşünmüyorum çünkü Tanpınar geçmişle aramızda bağ kuran ince iplikler ören, Türk toplumunun da teraküme dayalı bir zevki olduğunu bize hissettiren bir yazar olarak kıymetli görülüyor. Bunun dışındaki biyografisi ısrarla görmezden geliniyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a ilişkin imgesel ve kuramsal arşivin büyük ölçüde maziden devşirilen bir kavram haritasıyla biçimlendiğini biliyoruz. Tanpınar metinlerini kaplayan musiki, ışık, şark ve talih gibi kavramlar, daima mazinin ve onu kendinde aksettiren şimdinin aynasında sunulur. Okurlar mazinin bıraktığı ağır yükle geçmiş zamanda mukim hâle gelirler bir bakıma. Dolayısıyla geçmiş zamanın hem Tanpınar’ı hem de onun muhayyel okurlarını Osmanlı/Türkiye uzamının kültürel ve siyasal yarılmalarıyla yüz yüze bırakması şaşırtıcı olmaz. Mehmet Kaplan, “Bursa’da Zaman” şiirini incelediği makalesinin şu son pasajında Tanpınar’a dair bütün muhayyileyi ele verir: “Bursa’da Zaman” şiirinde hem kozmik alemi hem tarihi zamanı bir arada kavrayan, milli tarihli şahsi hayat macerasını birleştiren, hayata karşı derin hayranlık duygusuyla beraber, ‘bir rüyadan arta kalmanın hüznü’nü ve ebediyet iştiyakını bir musiki parçasının çeşitli sesleri gibi birbiri içinde eriten Tanpınar, kompleks duyuş tarzına uygun gene kompleks bir üslup vücuda getirmiştir”. [12] Mehmet Kaplan bu alıntıda bize bütün anahtar kelimeleri vermektedir. Kozmik zamanın bükümlü yapısından ve rüyanın yer değiştirmeli aynasından bakılan tarih, buna ileride değineceğim, bize İsmet İnönü’yü Orhan Gazi olarak gösterebilir.
Tanpınar ve gelecek. Bu iki kelime yan yana geldiklerinde bile bir tür tezat yaratıyor gibidir. Bununla birlikte gelecek vurgusunun Tanpınar edebiyatında kışkırtıcı bir tartışma vadettiğini düşünebiliriz. Demokrat Parti idaresini bir ejderhaya benzeten, 27 Mayıs darbesini devrim olarak kutlayan, kansız ihtilal yaptıkları için orduyu kınayan, Menderes ve Celal Bayar için küfürler savuran, Yassıada davasının ihtilalin ruhuna zarar veren bir hukuk merasimine çevrilip idamları geciktirdiği için öfkelenen bir Tanpınar’dan söz ediyoruz. [13] En önemlisiyse “bir seviyedir” dediği İsmet İnönü’ye beslediği hayranlıktır. Tanpınar’ın İsmet İnönü teveccühü 1960 darbesinin ardından örtük olarak ona yazdığı “Gelecek” şiiriyle en güçlü anlatımına kavuşur. Bu şiir bildiğimiz Tanpınar şiirlerinden büsbütün farklı bir içeriğe ve biçimsel düzenlemeye sahiptir. Burada artık mazinin Tanpınar’ından değil, geleceğin Tanpınar’ından konuşuyoruz. Şiirin hemen girişinde İsmet Paşa kucağında güneşle geleceğin kapısında tasvir edilmektedir. Paşa geleceğe yürürken arkasında dipçik ve çizme zulmü altında ezilen gençler vardır. Ateş, kan ve hakaretler içinde zorlukla yürür İnönü. Bütün meşakkatlere rağmen 24 milyonun geleceğini usta elleriyle kurtaracak ve 76 yaşında ümitle ışıyan bir kandil olacaktır. “Gelecek” şiiri, isyan güneşine yönelik övgüyle sona ererken (“Anladım artık/Tek duvarını/Ancak isyanın güneşi yıkar”) Tanpınar edebiyatına ilişkin yaygın anlatıyı boşa çıkarır. Bu şiirdeki enerjiyi Nâzım Hikmet’in “güzel günler göreceğiz” dizesiyle simgesel ifadesine kavuşan devrimci şiirin gelecek vurgusuyla (“yarının münadisiyiz”) beraber okumak pek de aşırı yorum olmayacaktır. “Bursa’da Zaman” ile “Eşik” gibi şiirleriyle Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi şairlerin temsil ettiği dünyaya yaklaşan Tanpınar’ın, “Gelecek” şiiriyle ideolojik olarak Nâzım Hikmet’in kurucu figürü olduğu devrimci geleneğe eklemlendiğini söyleyemesek de aynı auradan taştığını iddia edebiliriz. Tam bu noktada Selahattin Hilav’ın daha önce de andığım 1973 tarihli, Tanpınar’ı Marksist görüşler çerçevesinde ele alan yazı dizisini hatırlamak iyi olacaktır. Hilav bu yazılarında Tanpınar’ın üstyapıyla ilişkili sorunların temelinde maddi şartların ve üretimin yattığını sezdiğini savunur. [14] Tanpınar’ın “eşyaya tasarruf ediş” ifadesini Hegel’in aufhebung kavramıyla okuyan Hilav, ondaki temel eksikliğin toplumu sınıflar ya da çatışmalar şeklinde değil, soyut bir imparatorluk, bir devlet ya da bir millet hâlinde görmesi olduğunu söylüyordu. [15] Buradan hareketle Tanpınar’daki maddeci tarih ve kültür felsefesi potansiyelinin azımsanmaması gerektiğini düşünebiliriz.
Meslekten bir Tanpınar araştırmacısı olan, uzun yıllar Tanpınar metinlerini düzenleyen ve yayınlayan, yazara bakışını hep ideolojiler üstü bir sanat ve -o kuşağın kendi deyimiyle ilmî bir dikkatle terbiye eden İnci Enginün’e göre pek muhtemeldir ki “Gelecek” şiiri bir anomalidir. O yüzden kendi Tanpınar paradigması dışında nasıl tüketeceğini bilemez. Hem günlüklere yazdığı açıklamada hem de bütün şiirlere yazdığı ön sözde şu benzer sözlere yer verir: “Tanpınar güncel olaylarla ilgili şiir yazmaz, onun kendi içinde tamamlanmasını, evrensel boyuta ulaşmasını bekler. Bu şiir üzerinde çalışmak niyetinde olmalı ki günlüklerinde “Gelecek” başlığıyla yer almış. Ama onun ilk şekli ile bu metin arasındaki farkı bilmiyorum”. [16] Hâlbuki şiirin bitmiş olmasa bile çalışılmış olduğu, başlığın değişmeyeceği birkaç sebepten bellidir. Öncelikle Tanpınar’ın günlüklerindeki yayımlanmamış birçok şiir ve dörtlük başlıksız yer alırken bu şiir açıkça tesmiye edilmiştir. Ayrıca şiirde birkaç defa tekrar eden ilk dizeler şöyledir: “Geleceğin kapısında / Şimdi yalnız sen varsın”. İlaveten, Tanpınar “Anladın artık” ile başlayan son kıtayı üstündeki büyük pasajdan ayırmıştır ve “Ancak isyanın güneşi yıkar” retorik mısraıyla duygusal olarak da finale erdirdiği şiirin bu sonuncu dizesinin bitiminde nokta kullanır. Tanpınar da kendi kuşağının şairleri gibi şiirde noktalama işaretlerine riayet ediyordu. [17] Bununla beraber bu şiirin Tanpınar’ın itiyadı olduğu üzere hece ölçüsüyle ve kafiye şemasıyla yazılmayıp serbest nazım kullanılması, Tanpınar şiirinde önemli bir farka işaret edebileceği gibi, yayımlanmamış ve bitmemiş şiirlerinde de uzun, anlatısal ve serbest şiirlerin bulunması bu şiirin hâlihazırda çalışıldığına ya da yarım bırakıldığına delil sunulabilir. Fakat Tanpınar’ın “Zaman Kırıntıları” ve “İnsanlar Arasında” gibi son dönem şiirlerinde de bu tarza yaklaşması bunun gerçekten yapısal bir dönüşüm olduğu intibaını kuvvetlendiriyor. Üstelik bunun şairin estetik fakültesini devre dışı bırakan anlık bir cezbe hâlinin ürünü olmadığını söylemek güvenli gibi görünüyor. İnci Enginün bütün şiirlerin sonundaki notlar bölümünde, “Gelecek” şiirinin günlüklerde başka bir başlangıcının daha olduğunu belirtir. Elimizdeki versiyona hayli benzeyen bu dizeler şöyledir:
“Geleceğin kapısında şimdi yalnız sen varsın
Işıklarıyla çelenkli
Doğmasını hazırladığın güneşin
Ve kucağında
Adını anarak can veren gençler
İhtiyar vücudunla çırpınıyorsun” [18]
Dünya ile Devlet Arasında Türk Şiiri: “Gelecek”
“Gelecek” şiirinin en azından orta vadede çalışılmış olduğunu bildiren bir diğer gösterge, Güzin Dino’nun hatıralarında bulunur. Daha da önemlisi Dino’nun anlattıkları sadece bir çalışmayı değil, içerik konusunda da bir yeniden yazımı ima eder. Yani Dino’nun bahsettiğiyle elimizdeki birbirinden bambaşka iki ayrı şiir olabilir. Bu yeniden yazımın işaret ettikleri ise provokatif bazı düşüncelere yol açıyor. Yeniden yazımın emaresi Dino’nun şiirden bahsederken bunun “27 Mayıs kurbanı genç için” yazıldığı ifadesidir. Dino şiirin “bir çeşit mersiye” olduğunu söylüyor. [19] Oysa günlüklerde okuduğumuz şiir ne bir gence yazılmıştır ne de bir mersiyedir. Tanpınar bu süreçte günlüklerinde üniversite protestolarından da sık söz eder ve olaylara büyük bir duygudaşlıkla yaklaşır. Uzak bir tahmin lakin Dino’nun ifadesi 28 Nisan’daki gösteride öldürülen İstanbul Üniversitesi öğrencisi Turan Emeksiz’i akla getiriyor. [20] Güzin Dino, 27 Mayıs’ı anlatan anısında France-Soir gazetesinin ön sayfasında cesedi taşınan bir gencin olduğunu söylüyor. [21] Fransız gazetesinin darbe haberi için daha önce elinde bulunan öğrenci olaylarının fotoğrafını kullanmış olması muhtemeldir. Unutmamalı ki bu hadise herkes gibi şairler arasında da büyük bir yankı bulmuştur. Aynı yıl Nâzım Hikmet’in “Beyazıt Meydanındaki Ölü”, Cahit Külebi’nin “28 Nisan”, Enver Gökçe’nin “Turan Emeksiz”, A. Kadir’in “Dört Pencere” şiirlerini yayımladıklarını hatırlarsak, Tanpınar’ın da ilkin bu mevzuda bir şiir yazmış olması garip gelmiyor. Pek tabii Dino’nun sözleri tüm gençliği kasteden retorik bir ifade de olabilir. Tanpınar’ın şiirinin toplumcu-gerçekçi şairlerin dikkatlerine ve duyarlığına yaklaşmış olması ihtimali aklımızın spekülatif melekelerini gıdıklıyor tabii ancak şiirin elimizdeki hâlinde bu genç yok, en fazla bu genç dinamizmini sırtlamış görünen bir İsmet Paşa var. Şayet şiirin varsayımsal ilk versiyonuyla bize ulaşan hâlini karşılaştırırsak Tanpınar’ın “devletimize zeval gelmesin” düşüncesinin ağır bastığını söyleyebiliriz. Daha sonra da değineceğim ama “Gelecek” şiirinin Tanpınar poetikasında ayrıksı bir yer tutmakla birlikte kendi düşünce evreninde bir kopuşu temsil etmemesinin sebebi de budur. 28 Nisan 1960 tarihli günlük maddesinde “iki zıt düşüncenin altında” olduğunu yazar. Bir taraftan gençliğin idareye başkaldırmasını haklı bulmaktadır, diğer taraftan bunun “millî birlik” için getireceği tehlikelerden endişelidir: “Birdenbire gençlikle devletin arasının açılması. Bu bizi nereye götürür? Biz devletimizden gayrı serveti ve güveneceği olmayan bir milletiz. Daima milli birlik sayesinde yaşadık”. [22] Görünen o ki 27 Mayıs müdahalesi Tanpınar’ı bu dilemmadan kurtarmıştır. Çünkü böylece gençlik ve devlet, İnönü kurucu figüründe tekrar birleşmiştir. Tanpınar’ın “Gelecek” şiiri bu toplumsal çatışmanın sembolik çözümünü ifade eder: “Geleceğin kapısında/Şimdi yalnız sen varsın,/Altında çelengi/Doğmasını hazırladığın güneşin/Ve kucağında/Dipçik ve çizme altında inleyerek/Ve arkanda kalabalığı ölen gençler…” [23] Tanpınar’ın bilmediği ise 60 sonrasında devlet ve gençliğin ayrışmasının iyice derinleşeceği, daha çok gencin dipçik ve çizme altında inleyerek öleceğidir. Dolayısıyla “Gelecek” şiirini aceleyle doğruca bir “isyan” şiiri olarak yorumlamak da yerinde olmaz. Özellikle de 60 sonrası Türk şiirinin toplumcu duyarlığına çok uzaktır. Tanpınar hâlâ Türk muharririnin devletlû evresidir. Hatta bu şiir daha çok bunun bir beyanı ve ikrarıdır. Bir çözüme ulaşmasına rağmen şiiri yayımlamaması ise yine de sorulara gebedir. “Gelecek,” en kötü senaryoda bile şairin siyasete kurban gittiği bir talihsizlik, basit bir propaganda şiiri olarak değerlendirilip genel Tanpınar imajı korunmaya çalışılabilir mi mesela? Bu şiiri 27 Mayıs sonrası yeni siyasal düzendeki kurucu meclise girebilmek için İsmet İnönü’ye takdim etmek üzere yazdığını varsayalım? Bu neyi değiştirir?
Tanpınar bir daha bu tarz bir şiir yazmamakla beraber 27 Mayıs konusundaki yazılarını sürdürmüştür. Günlüklerinde “İkinci Cumhuriyetin Eşiğinde” başlıklı bir makale yazmak istediğini belirtir. [24] Bu yazı Tanpınar’ın ölümünden sonra “Tarih ve İnönü” başlığıyla Ulus gazetesinde (25 Eylül 1962) yayımlanır. [25] Sağlığında neşretmemesinin sebebini bilmiyoruz. Günlüklerinde yazıyı beğenmediğini ifade ediyor: “Yahya Kemal ve İnönü makalelerini yazdım. İkisini de pek beğenmedim”. [26] Günlüklerde Yahya Kemal yazısının 15 Temmuz 1961 tarihli künyesi verilmiş. Demek ki beğenmemesine rağmen onu yayımlamıştır. O hâlde İnönü makalesini neşretmesinin önündeki tek engelin beğenisi olduğunu gerçekten kabul edebilir miyiz? Yoksa “Gelecek” şiirini müsvedde defterlerinde bırakmasıyla aynı sebepten midir? Şüphesiz bu yazı ve şiir aynı kaygıları, aynı arzuları ve düşünceleri paylaşmaktadır. Yazının ilk başlığının “eşiğinde” kelimesini taşıması bu açıdan anlamlıdır: İnönü makalede “İkinci Cumhuriyetin eşiğinde” durmaktadır; şiirde ise bu durum “geleceğin kapısında” diyerek betimlenir. Bunların birbirine tahvil edilebileceğini düşünüyorum. Ancak şiir ve politikanın tarihin gözeneklerinden birbirine aktığı bu durum, bunu hemen izleyen tereddüt yüzünden müsveddelere gömülür. Nedir bu hâl? Tanpınar’ın bu şiirini -en azından ilk hâlini- o sırada Paris’te sürgündeki Güzin Dino’ya okuduğunu ikincisinin anılarından öğreniyoruz. Dino’nun sözleri Tanpınar’ın bir yalaza gibi geçen çarpıntısını özetler: “Nefis, uzun bir şiir, ama yayınlamak yürekliliğini gösteremiyor. Güzin elinden kapmak istiyor, hemen cebine sokuyor Hamdi ve de Orly’de bu şiiri okuduktan sonra uçağa binip, dönüyor İstanbul’a”. [27] Açık etmek arzusuyla korkusu yan yana duruyor. Fransa’da heyecanla okunan şiir İstanbul’da okunamıyor ama yine de cebinde bu şiiri taşıyarak dönüyor yurda Tanpınar. Tanpınar’ın 27 Mayıs’a giden olaylarda tüm süreç boyunca ikilemde bir ruh hâlinde yaşadığı görülüyor. Yine üniversite protestolarını düşünürken yazdığı 1 Mayıs tarihli günlüğüne şunları kaydeder: “Fakat niçin bu kadar mütereddidim? Çocuklarımız hürriyet! Hürriyet! diye bağırdılar. Onu istediler. Onun için yaralanmayı, belki de ölmeyi kabul ettiler. Yoksa artık hürriyete inanmıyor muyum?”. [28] Dino’nun hatırasından anlıyoruz ki şiiri yazdıktan sonra da bu tereddüdü yaşamaya devam etmiştir. Dino’nun açıklaması, Tanpınar’ın günlüklerinde üniversite olaylarına gösterdiği ihtimam ve şiir konusundaki tereddüdü bu şiirin ilk hâlinin gerçekten de İsmet Paşa’ya değil, gençliğe yazıldığı şüphesini güçlendiriyor. Şiirin İnönü’ye adanmış hâlinin Tanpınar’ın daha sonra kendi içinde vardığı sembolik çözümün bir neticesi olduğunu düşünmek elverişli görünüyor.
“Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiirinde bahsettiği ve pek çok eserine sirayet eden bir “sonsuz devam vehmi”dir bu. Her şeyden önce bir manzara ve temaşa fikridir. Tarih ve toplumu yalınkat kırılmalar ve süreçler yerine birbiri üstüne binen tecelli, tamamlanma ve sembollerle değerlendirir.”
İçsel Yaratıcı Hamle ve Dışsal Zamanın Tazyiki
Hem bu hipotetik yeniden yazımın ima ettiği hem de şiirin bize ulaşan hâlinin eriştiği sembolik çözüme rağmen gene de yayınlamaya cüret edememesinin izhar ettiği birkaç şey vardır. “Gelecek” ile rüya hâlinden bir sadmeyle yeryüzüne indirilen Tanpınar şiirinin dünyevi olanla ve tarihsel eylemle etkileşiminden türeyen enerji, yazarın kendisi tarafından söndürülür. Ütopik mesafede yer alan yekpare parçalanmaz ânıyla mazi fikri, bir türlü yerini gerçekten tarihselleşmeye bırakamaz Tanpınar’da. Bir yazısında “şiir bir iç kale sanatıdır” der ve “milletin iç kalesidir” diye ekler. [29] Bu tasvir, şiirin kendi üzerine katlanan yahut Tanpınar’ın deyişiyle “çöreklenen” bir uğraşı olduğunu bildiren diğer Ahmet Hamdi tanımlarına muvafıktır. Fakat yazar burada milletin de kendi üstüne kapanan bir teşekkül olduğunu ima eder. Bu hisarın kapıları dışarının akışına kapalıdır. Dışarıdan gelenler onun mantığına uyar. “Gelecek” şiirini Dino’ya okuduğu 8 Haziran 1960 tarihini esas alırsak, “anladın artık/bütün ümitsizliklerin ötesinde/kan ve ateşin kurtuluşu var/anladım artık,/tek duvarını/ancak isyanın güneşi yıkar” diyerek geleceğin isyancı figürü rolünü verdiği ve gençlik aşısı yaptığı İnönü’yü, daha sonra bu “iç kaleye” almak için çabalar zihni. Hasan Saka’nın cenazesini anlattığı 2 Ağustos 1960 tarihli günlük sayfasında İsmet Paşa’yı geçmişin fatihlerine benzetir: “Onun elini öperken Orhan Gazi cinsinden bir adamın elini öpüyorum, sandım”. [30] Tam burada Tanpınar’ın şiir, toplum (veya millet) ve tarih (ya da zaman) kavrayışları birbiriyle kesişir. Paris’te ihtilal ateşini yakıştırdığı palimpsestin altından Bursa fatihi Orhan Gazi tecelli eder. Orhan Gazi’nin ve geçmişin figürasyonu İsmet Paşa’yı ve geleceği fetheder. Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiirinde bahsettiği ve pek çok eserine sirayet eden bir “sonsuz devam vehmi”dir bu. Her şeyden önce bir manzara ve temaşa fikridir. Tarih ve toplumu yalınkat kırılmalar ve süreçler yerine birbiri üstüne binen tecelli, tamamlanma ve sembollerle değerlendirir. [31] “Bursa’nın Daveti” yazısında bir taraftan şiirde hareketi ve devinimi savunurken; diğer taraftan bunun doğrusal değil, dikey bir manevra olduğunu iddia eder. Ona göre “asıl hareket dışta değil, ruhtadır”. [32] Dışarıdaki bütün hareketler “bu içerideki itişin bir aksi, iş halindeki tercümesidir”. [33] Tanpınar için dış hareketi temsil eden “küçük realiteler tarafından zapt edilme[k]” bu içsel, yani esas hareketin yokluğuna delalet eden “şifasız ruh fakirliği[nin]” ifadesidir. [34] Sonra daha da ileri giderek insanın tüm eylem alanlarını bu iç hamlenin yönettiğini savunur: “Biyolojiden cemiyete ve ferde kadar bütün hamleler içerdedir. İç zembereklerle kımıldanarak hayatı kurar ve fethederiz”. [35] Tarih, toplum ve şiir tasavvurları yine iç içe geçer. Tanpınar sanki Fichteci bir yaratıcı muhayyileyi tarif ediyor gibidir. Tıpkı bu ateşin romantik düşünürün etrafında bir nesneler dünyası (non-ego, dışarısı, çevre) ihdas eden büyük Öznesi (ego, yaratıcı karakter) gibi, Tanpınar’ın hareketi de ilkin bilincin dışsallaşması anlamına gelir. Ancak Tanpınar’a göre bu fenomenolojik bir dünya değil, gerçekten yaratılan bir âlemdir. Ayrıca onun büyük öznesi Türk milletidir. Bursa şehrini “ruhunun miracına ermekte olan bir millet[in]” [36] vücuda getirmesi gibi “Bursa’da Zaman” şiiri de bu miracı aksettirmek isteyen bir görüşün eseridir.
“Gelecek” şiiri ise Tanpınar poetikasında ilk defa dışsal eylemin bütün belirlenimlerden ari bu içsel hamleyi tayin ettiği, onu zapturapt altına aldığı bir ânı temsil eder. Ne var ki bu enerji Tanpınar tarafından hem öncesinde henüz açığa çıkmadan hem de şiirin yazılmasının sonrasında olmak üzere iki kere sakatlanmıştır. Tanpınar’ın 27 Mayıs refleksi bu hareketin daha başlamadan malullükle yazgılandığını bildirir gibidir: Tanpınar belki de hayatının en devrimci ânında, 27 Mayıs’ın ilk sabahında, ihtilal haberini alır almaz Paris’te Güzin Dino’ya “Aman devletimize zeval gelmesin!” demiştir. [37] İşte “Gelecek” şiirindeki hamleyi söndüren, aynı zamanda yayımlanmasına da mâni olan kararda bana göre bu tutumun payı büyüktür. Tanpınar “Gelecek” şiirini yazdığında kendi deyişiyle dışsal hareketin küçük realitesine hapsolduğu bir ruh yoksulluğu çektiğini düşünerek hayıflanmış mıdır? [38] Kim bilir, “Gelecek” şiirini belki de 27 Mayıs’ı şiirin iç kalesine alamadığı için yayımlamamıştır. Tanpınar’dan iktibasla “şairin Roması, kartallarını zamanla surlarının dışına çıkarır”. [39] Aksi hâlde dönemin gazetelerinde 1960 darbesi konusunda yazdıkları dikkate alındığında, Tanpınar’ın müdahaleyi desteklemekte ne şahsen ne de siyaseten bir çekincesinin olmadığı aşikârdır.
“İsmet Özel’in deyişiyle Tanpınar’ın “Gelecek”i, kararı devletten alan bir şiirdir. Devlete giden bir şiir değildir onunki. Devletten gelen bir şiirdir.”
Devletten Gelen Şiir: “Devletimize Zeval Gelmesin!”
Tanpınar’ın devlet tepkisinin, şiirinin potansiyel tarihselleşme atılımını zedelediğini söyledim. Bu tutum, edebiyatın kendisini ayrışmanın gerçek alanı olarak görmediğinden, onu siyasalın yedeğinde ve siyasaldan başka bir şey olarak gördüğü için böyledir. Bizler edebiyat alanında maalesef genellikle kararları devletten bekleyen bir edebiyat tarihine boyun eğeriz. Gerçekler öyle olmasa da devletin kararlarına bakarak anlam veririz edebiyat tarihine. Bu yüzden -elbette çeşitli boyutlarıyla makul ve manalı olsa da- şiir tarihimizi de darbelerin, fermanların, ilanların kroniğiyle bölümleriz: Tanzimat, II. Meşrutiyet, Millî Edebiyat, 12 Eylül… Hâlbuki pek çok zaman gerçek olayın kendisi çoktan vuku bulur, devletin kararı yalnızca bir intaçtır. Ad koymadır. Mesela 12 Mart (1971 Muhtırası) romanlarının ilki Melih Cevdet’in Gizli Emir’i kabul edilir. Bununla birlikte bu roman muhtıradan önce yazılmıştır. Fakat olayın kendisi aslında fenomenolojik olarak gerçekleşmiştir. Hem de bu romanla. Bunun gibi 27 Mayıs 1960 ayrışmasının gerçek olayı da Sezai Karakoç’un darbeden önce çıkan Diriliş dergisidir.
Bu gözle bakıldığında İsmet Özel’in deyişiyle Tanpınar’ın “Gelecek”i, kararı devletten alan bir şiirdir. Devlete giden bir şiir değildir onunki. Devletten gelen bir şiirdir. Karar (27 Mayıs darbesi) şiir dışındaki bir alanda alınmış ve ona bunu iskandil etmek kalmıştır. Sezai Karakoç’un Diriliş’i ise karara doğru bir şiirdir. Tanpınar’ın şiiri Güzin Dino’nun dediği gibi “27 Mayıs’ta ölen gence” yazılsaydı belki gerçekten de ismi gibi “geleceğin” şiirine namzet olabilirdi. Fakat Tanpınar’ın elimizdeki İkinci Cumhuriyetçi şiiri gelmekte olanın değil, devletten gelen kararın şiiridir. Tarihselleşme hamlesi fırsatını yitirdiği yerlerden birisi de budur. Tanpınar’ın dışarıyla muvazene halindeki içsel alanı dıştaki basıncın kudretiyle çökerken bu denge içinde kurduğu estetik özerkliği de kaybeder. Fakat toplumsala teslim olduğu için değil, aksine; ayrışmayı edebiyat alanının içinde görmediğinden, edebiyatı siyasalın yedeğinde ve siyasaldan ayrı bir şey tuttuğu için kaybetmektedir estetik özerklik talebini. “Gelecek” şiiri özgürleşmek yerine devlete teslim olur. Bu yüzden tarihsel ayrışmayı kaçırdığı gibi özerkliğini de feda eder. Buna rağmen Tanpınar’ın bu şiire zorlanması, “iç insan” deyiminin sahibinin içe dönük dikkatinin hariçteki hareket tarafından esir alınması, şiirinin tarihsel yöneliminde apaçık bir değişimi işaret eder.
“Tanpınar’ın şiirlerine bakarken geçmişin, müspet veya pejoratif olsun, bu kadar belirleyici olduğu bir ortamda “Gelecek” başlığı taşıyan bir şiir Tanpınar’ın poetik dünyasını yeni bir manzaraya bürüyor.”
Gelecekten Gelen Şiir
Tanpınar 27 Mayıs’ta daha genç bir yaşta olsaydı edebiyatı başka bir yol izler miydi? 1960 sonrası, Türk edebiyatında İkinci Yeni şairlerini bile daha toplumsal içerikler yazmaya iten bir süreç olmuştur. Bu durum romanlarında sınıfsal meselelerin etrafında dönen Tanpınar’a cezbedici gelir miydi? İsmet Paşa’yı Türkiye’nin beklediği isyan ateşini yakacak bir Promete olarak betimleyen Tanpınar şiirini bu yönde geliştirir miydi? Bunları bilemeyiz fakat şunu biliyoruz: “Gelecek” şiirinin Tanpınar’ı bütün ezberimizi bozuyor ve bizatihi kendi şiir anlayışında bir nifak hâline geliyor. Geleceğin şiiri olmamasına rağmen gelmekte olan şiiri haber veriyor.
Şunu da “Gelecek” şiirinin tekilliğini ön plana çıkaran bir yorum olarak istitrat kabilinden katmak istiyorum. Selahattin Hilav’ın yazısı, Tanpınar’ı yeni kavrayışta romanların nasıl dönüştürücü olduğunu göstermesi açısından önemli bir vesika sunar. Hilav’ın yazısının bir paragrafında Tanpınar’ın şiirlerini romanlarıyla kontrast kurarak tahlil etmesi “Gelecek” şiirinin Tanpınar’ın şiir evrenindeki açtığı gediği daha iyi anlatır: “Tanpınar’ı şiirlerinden tanıyan, bu yazarı ‘sağcıların’ iddialarına ve ‘ilericilerin’ suçlayıcı sükutuna dayanarak değerlendirmek zorunda kalan okur bakımından bu açıklamaların şaşırtıcı olduğunu biliyorum. Ama yazarımızın romanlarındaki ve fikir yazılarındaki hakikat gerçekten şaşırtıcı”. [40] Selahattin Hilav bu sözleriyle Tanpınar’ın şiirlerinin mazi fikriyle saplantılı ve geçmiş zamanın zevk kaidelerine özlem duyan gerici bir edebiyat görüldüğünü, düzyazılarının ise maziyi ele alırken toplumsal meselelere dair umulmadık bir dikkati barındırdığını dile getiriyor: “Tanpınar, İstanbul’un eski hayatını ve bu hayatın değişikliğe uğrayışını da üretim, zanaatkârlık, dünya ticareti, vb. gibi ekonomik ve sosyal kavramları kullanarak açıklıyor”. [41] Tanpınar’ın şiirlerine bakarken geçmişin, müspet veya pejoratif olsun, bu kadar belirleyici olduğu bir ortamda “Gelecek” başlığı taşıyan bir şiir Tanpınar’ın poetik dünyasını yeni bir manzaraya bürüyor.
“‘Gelecek’ şiirine bakıştan yeni bir Tanpınar tartışmasının örgütlenmemesi için bir neden görmüyorum. “Gelecek” kelimesinden niçin yeni bir Tanpınar doğmasın?”
Tanpınar’a Gelecekten Bir Bakış
Tanpınar imparatorluğun kurucusu Osman Bey’in “Gümüşlü” adlı bir Bizans yapıtına -bunun eski bir Doğu Roma şapeli olduğunu biliyoruz- defnedildiğini aktarırken bu binaya verilen bu ismin Türk muhayyilesinin Bursa’daki ilk çalışması olduğunu iddia eder. [42] Geleneğe göre Osman Bey oğlu Orhan Gazi’ye şehir fethedilmeden önce bu gümüşlü kümbeti işaret ederek oraya gömülmek istediğini vasiyet etmiştir. Tanpınar’a göre “Gümüşlü” adıyla Türk lisanı şehrin imgelemine bizden önce girer. Burada Tanpınar’ın içsel yaratıcı hamlesi iş başındadır. Onun deyişiyle iç zembereklerle kımıldayarak “keskiden ve çekiçten evvel Türkçe Bursa’yı bizim namımıza fetheder”. [43] “Gümüşlü” Osman Gazi’nin, fetih ordusunun şehre ilk defa inen bakışıdır. “En ateşli visal kadar feyizli bakış” der Tanpınar. Yani eylemin sonucunu kendi içinde taşıyan bir niyet; dışarıyı fetheden, hatta belki yaratan bir tinsellik: “Bu bakıştan bir medeniyet doğar”. [44] Tanpınar kadar iddialı ve cesur bir savım yok ancak edebiyat araştırmalarında yeni bir bakışın ortaya çıkarabileceği verimin azımsanmaması gerektiğini biliyorum. “Gelecek” şiirine bakıştan yeni bir Tanpınar tartışmasının örgütlenmemesi için bir neden görmüyorum. “Gelecek” kelimesinden niçin yeni bir Tanpınar doğmasın?
Not: Bu yazının bir versiyonu 14 Ocak 2022’de Bursa’da TYB tarafından düzenlenen 60 Yıl Sonra Ahmet Hamdi Tanpınar Bilgi Şöleni’nde tebliğ edilmiştir. Bana bu konuyu öneren sevgili dostum Hasan Turgut’a teşekkürlerimle.
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, “Şiir Hakkında I,” Edebiyat Üzerine Makaleler içinde (İstanbul, Dergâh, 1977), 13.
[2] Bkz. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Gelecek,” (haz.) İnci Enginün, Bütün Şiirleri içinde, (İstanbul, Dergâh, 2012), 164; İnci Enginün ve Zeynep Kerman (ed.), Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa (İstanbul: Dergâh, 2007), 191. Bütün şiirlerinde ve günlüklerinde yer alan baskılar tashih olduğu anlaşılan küçük farklar bulunduruyor. Mesela şiirlerde “Usta ellerinde” mısraı günlüklerde “Usta ellerinle” şeklinde yazılmıştır. Yahut şiirlerde noktayla biten şiir, günlüklerde virgülle sonlanır ki devamı olduğu izlenimi verir. Osmanlıca sayfayı görmeden bir yargıda bulunmak kabil değil.
[3] Burada YKY’nin daha önce Tanpınar’ın bütün eserlerinden seçme yazıları yayınladığını da hatırlayabiliriz. 1992 yılında “Seçmeler” serisinin ikinci kitabı olarak çıkan derleme Enis Batur’un büyük toplama hamlesinin bir sonucuydu. Bkz. Enis Batur (ed.), Seçmeler: Ahmet Hamdi Tanpınar (İstanbul, YKY, 1992). Bu seriden yedi yazarın daha seçme yazıları çıkmıştır: Melih Cevdet, Abdülhak Şinasi, Halide Edip, Necip Fazıl, Adalet Ağaoğlu, Yahya Kemal ve Çetin Altan.
[4] Fethi Naci, “Huzur,” Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde, (haz.) Abdullah Uçman ve Handan İnci (İstanbul: 3F, 2008), 185. Ünlü eleştirmene göre doğrusu yazar romanda erken Cumhuriyet aydınının “huzur”suzluğuna ağırlık vermek istemiştir ancak romanı başarılı kılan merkezindeki aşktır: “Tanpınar’a rağmen, ağır basan Mümtaz-Nuran ikilisinin aşkı oluyor; yalnız ağır basan da değil, Huzur’u bir roman olarak yaşatacak, sürdürecek olan da…”, s. 178.
[5] Selahattin Hilav, “Tanpınar Üzerine Notlar,” Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde, (haz.) Abdullah Uçman ve Handan İnci (İstanbul: 3F, 2008), 193.
[6] Bkz. Hilmi Yavuz, “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Marksizm,” Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde, (haz.) Abdullah Uçman ve Handan İnci (İstanbul: 3F, 2008).
[7] Tuncay Birkan, “Kitapsız Kalmış Metinler: Ahmet Hamdi Tanpınar,” https://t24.com.tr/k24/yazi/kitapsiz,695.
[8] Günlüklerin Işığında, s. 7.
[9] Sabahattin Eyüpoğlu, “Tanpınar’da Zaman,” Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde, (haz.) Abdullah Uçman ve Handan İnci (İstanbul: 3F, 2008), 132.
[10] Oktay Akbal, “Kara Atlar,” age, s. 87.
[11] Ahmet Muhip Dıranas, “Tanpınar,” age, s. 89.
[12] Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2: Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (İstanbul: Dergâh, 2009), 86.
[13] “Türkiye iki gündür muhakemelerle meşgul. Yazık ki beklediğimiz gibi olmadı. Bir ihtilali zaruri kılan psikolojik sebepleri, hadiseleri ceza kanunu her zaman karşılayamaz. Müthiş bir tabiye hatası yapıldı gibi geliyor bana. Niçin bu sıkı hukuk devleti rolüne girdiler. Neden ilan ettikleri ihtilali tıkadılar? Bu adamlar Türkiye’yi yıktı, manen ve maddeten yıktı. Bu ceza kanunu ile ispatı hiç de kolay olan bir cürüm değildir.” Bkz. Tanpınar, Günlüklerin Işığında, s. 224.
[14] Hilay, agy, s. 108.
[15] Hilav, agy, s. 113.
[16] İnci Enginün, “Sunuş,”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri içinde (İstanbul, Dergâh, 2012), 6.
[17] Günlüklerdeki versiyonunda şiir virgülle biter ancak bunun bir tashih olduğunu düşünüyorum. Tabii orijinal sayfayı görmeden kesin konuşmak mümkün değil.
[18] İnci Enginün (haz), Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri (İstanbul, Dergâh, 2012), 180-181.
[19] Güzin Dino, Gel Zaman Git Zaman: Abidin Dino’lu Yıllar (İstanbul: Can, 1991), 195.
[20] Bu yazıyı bitirdikten sonra kaynakçasını hazırlarken şair İbrahim Baştuğ’un Sarıyer Belediyesinin çıkarttığı Yeşil Martı dergisinde yazdığı bir Tanpınar yazısına tesadüf ettim. Yazının bir sayfasında küpür içine alınmış bir bölüm var. Bu bölüm “Tanpınar, Turan Emeksiz’e şiir yazdı” başlığını taşıyor. Baştuğ da benim gibi şiirin Emeksiz ile bağlantısı ihtimalini Güzin Dino’nun hatıratına dayandırıyor ancak referans açısından sorunlu çünkü kaynağa itimat etmeyip birtakım ekleme yapmış: “Orly Havaalanı’na biz götürdük onu. Uçağın kalkmasına vakit vardı, kahvede oturduk, üzgündü… ‘Size bir şiir okuyacağım gitmeden’ dedi, cebinden bir kâğıt çıkarıp Beyazıt’ta öldürülen genç üzerine nefis bir şiir okudu; olaylar üzerine tartışmamızın cevabıydı bu şiir; bize vermeyeceğini daha okurken anladım; bitirince, elinden kapmak istedim, kendini geriye atarak, ‘Böyle yapacağını biliyordum’ dedi gülerek, kaptırmadı şiiri; en son küçük kavgamız bu oldu.” Baştuğ bunun haricinde şiirleri yayına hazırlayan İnci Enginün’ü kasıtlı biçimde okuru yanıltmakla suçluyor: “Enginün’ün notundaki 27 Mayıs 1960 tarihi, Dino’nun hatıralarında açıkça belirttiği 28 Nisan 1960 tarihinde yaşanan öğrenci mitingiyle çelişiyor. Tanpınar’ın 27 Mayıs İhtilali’nden sonra yazdığı Menderes karşıtı yazıları Enginün’ün zihnini bulandırmadıysa, şiiri darbeyle kasıtlı olarak ilişkilendiriyor-Turan Emeksiz bağlantısını kopartmayı amaçlıyor!” Baştuğ’a göre şiirde İnönü’ye atıf yapan 76 yaş ibaresi ise Osmanlıcadan yeni yazıya geçirirken yapılmış bir hata: “Şiirdeki “Küçücük vücudunda/Ve yetmiş altı yaşında” dizelerindeki yaş (76) ise eski yazıdan yeni yazıya yanlış çevrilmiş olduğu izlenimi uyandırdı bende.” Bkz. İbrahim Baştuğ, Yeşil Martı 11, (Nisan 2018): 6; Gördüğüm kadarıyla “Gelecek” şiiri hakkındaki tek yayın bu. Ne yazık ki o da sol içindeki 27 Mayıs hikâyesiyle mezcedilen tarihi sapmalarla ve değerli araştırmacı İnci Enginün’e yöneltilmiş mesnetsiz politik ithamlarla malul.
[21] Güzin Dino, Gel Zaman Git Zaman: Abidin Dino’lu Yıllar (İstanbul: Can, 1991), 1954. Dino’nun 27 Mayıs derken maksadının doğrudan 27 Mayıs günü değil, aslında bu olayın ve sürecin kendisi olduğunu düşünmek daha mantıklı geliyor. Mesela bu anıda telefonlaşmanın geçtiği 27 Mayıs sabahı Tanpınar’ın İstanbul’a döndüğü 8 Haziran aynı anda verilir. Yahut “27 Mayıs kurbanı genç” ifadesinden başta sanki cuntanın öldürdüğü birini kastettiği sanılabilir. Oysa böyle bir olayı bilmiyoruz. Üstelik Demokrat Partinin ülkeyi tarumar ettiğini düşündüğü için darbeden umutludur: “Daha ne zeval gelecek Hamdi Bey? Olan olmuş, belki her şey düzelir artık.” Bkz. Dino, age, 195.
[22] Günlüklerin ışığında, s. 184.
[23] Günlüklerin ışığında, s. 191.
[24] İnci Enginün ve Zeynep Kerman (ed.), Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa (İstanbul: Dergâh, 2007), 208.
[25] Bu yazıyı dönemin yayınından bulup bugünün okuruna sunan kıymetli yazar, çevirmen ve editör Tuncay Birkan, ilgili yazısında bu yayının Tanpınar’ın 27 Mayısçı imajını pekiştirmenin ötesinde değerli olmadığını söylüyor. Ancak “Gelecek” şiiriyle birlikte ele alındığında, ikisinin de müsveddelerinde kalıp yayımlanmadığını düşünürsek, daha manalı gelebilir. Birkan’ın yazısı için bkz. Tuncay Birkan, “Kitapsız Kalmış Metinler: Ahmet Hamdi Tanpınar,” https://t24.com.tr/k24/yazi/kitapsiz,695.
[26] Günlüklerin Işığında, s. 313.
[27] Güzin Dino, Gel Zaman Git Zaman: Abidin Dino’lu Yıllar (İstanbul: Can, 1991), 195.
[28] Günlüklerin Işığında, s. 186.
[29] Tanpınar, “Bir Bakıma Tek Millî Sanat Şiirdir,” Mücevherlerin Sırrı içinde, (haz.) İlyas Dirin, Turgay Anar ve Şaban Özdemir (İstanbul, YKY, 2002), 84.
[30] Günlüklerin Işığında, s. 205.
[31] Pek çok araştırmacı aynı dönemde İstanbul Üniversitesinde görev yapan Auerbach ile Tanpınar’ın yollarının kesişmesi ihtimalinin düşüncesiyle hülyalanmıştır. Bunda maalesef kendimi de dışarıda tutamam. Elimizde bunu doğrulayan bir vesika yok. Fakat Tanpınar’la mesela o sırada Nesterin Dirvana ve Süheyla Bayrav gibi Auerbach’ın en gözde talebeleri arkadaşlar. Bu durum aynı mekânda yan yana gelmemiş olsalar dahi bu iki düşünürün benzer bir edebiyat tarihi nosyonunu ve karşılaştırmalı edebiyat fikrini paylaştıklarını söyleyen çalışmaların türemesini engellememiştir. Bunlardan biri için bkz. Efe Khayyat, Istanbul 1940 and Global Modernity: The World According to Auerbach, Tanpinar, and Edib (London: Lexington Books, 2019). Bu hususta ihtiyatlı ve şüpheli olsam da Tanpınar’ın ego-dokümanlarından romanlarına, şiirlerine kadar sinen “tecelli” meselesini Auerbach’ın figura kavramıyla okuyan bir yazıyı düşünmüyor değilim.
[32] Tanpınar, “Bursa’nın Daveti,” Yaşadığım Gibi içinde (İstanbul: Dergâh, 2000), 215. Tanpınar’ın bu yazısı kendi sanat anlayışının, bilhassa da onun billurlaştığı “Bursa’da Zaman” şiirinin bir apolojisi gibidir. Yazı vesilesi ve amacı bir tarafa, muhtemeldir ki eserlerinin mazi fikriyle ilişkilenme biçimine gelen eleştirilere karşı bir müdafaa motivasyonu da taşır. O gün olduğu gibi daha sonra da kendisine yöneltilecek “kaçış edebiyatı” eleştirisini âdeta yankılar: “Sanatta kaçış yoktur. Gayesine adeta dikine kanatlanma vardır”. Yukarıda alıntılandığım üzere Fethi Naci de onu “maziye kaçış” ile açıklamıştı. Tanpınar bu yazıda eski zevkin ve sanatların kendisi için bir “fildişi kule rüyası” olmadığında ısrar eder: “Böyle bir şüpheyi taşıyanlar elbette yanılırlar. Ne Bursa ne de eski zevkimiz ve sanatlarımız bizim için bu cinsten bir afyon hokkası değildir. Bursa’ya zamanımızın gürültüsünden uzaklaşmak, bir hamam kubbesi çınlayışında kendimizi kaybetmek için gitmiyoruz. Eskiyi zorla sanatkârca bir rüya temini için sevenlerden değiliz”. Bkz. Tanpınar, agy, s. 215.
[33] Tanpınar, agy, s. 215.
[34] Tanpınar, agy, s. 215.
[35] Tanpınar, agy, s. 215.
[36] Tanpınar, agy, s. 216.
[37] Güzin Dino, agy, s. 195.
[38] Hususen bu konuda bir itiraf-ı günahı yoktur tabii ama günlüklerde “içsel” hareketsizlikten çokça yakınır: “İçim kımıldamayan bir göl”. Bkz. Tanpınar, Günlüklerin Işığında, s. 214.
[39] Tanpınar, “Bir Bakıma Tek Millî Sanat Şiirdir,” Mücevherlerin Sırrı içinde, (haz.) İlyas Dirin, Turgay Anar ve Şaban Özdemir (İstanbul, YKY, 2002), 84. Tanpınar’ın bu yazısında şiiri tarif etmek için kullandığı “askerî” terminolojiyi fark etmemek elde değil. Bunun ünlü saray istiaresini hatırlatmaması imkânsız. Şiirin ve milletin benzeştiği bu yazıda terimler de ona göre şekilleniyor.
[40] Hilav, agy, s. 190.
[41] Hilav, agy, s. 190.
[42] Tanpınar, “Bursa’nın Daveti,” Yaşadığım Gibi içinde (İstanbul: Dergâh, 2000), 216.
[43] Tanpınar, agy, s. 216.
[44] Tanpınar, agy, s. 216.