Hoca Ali Rıza’nın ‘Üsküdar’ı

Paylaş:

Bâreke’llâh şan behişt-i câvidândur Üsküdar

Kim safâ-bahş-ı dil-i pîr ü civândur Üsküdar

Medh ider feyz-i hevâ-yı cân-fezâsın her kişi    

Hâsılı memdûh-ı ebnâ-yı zamândur Üsküdar [1] 

İstanbul’un kendi kültürel dokusu bir yana, kimi müstesna köşeleri var ki bir şehrin içinde ırak bir diyar gibi, bizde farklı hassasiyetler uyandırmakta. Onlar her geçen zamanla birlikte, iç içe katlanan anların, anlamların kendisine karışıp eridiği birer sığınak. Gönül gözlerimizi sürmeleyen gündelik telâşların, kim bilir kaçını silip süpürdüğü yaşantı izleri. Bu yaşantı izlerinden biri de, ressam Hoca Ali Rıza’nın sanatçı hissiyatıyla temaşa ettiği Üsküdar. Dirlik, sükûnet ve ahengin hâkim olduğu bu Üsküdar, varlığın satıhlarında gezinen değil, onu her şeyin vahdaniyetinde eridiği bir çekirdekte seyreden kâinat telakkisinin en üst şahikadan ifadesi.          

 Araştırmacı Naciye Turgut, aynı zamanda tez konusu da [“Türk Sanatında İstanbul Tutkunu Bir Resim Ermişi: Hoca Ali Rıza”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1999] olan Hoca A li Rıza’nın Üsküdar’ının kapılarını araladığı söyleşisiyle Sanat Araştırmaları Merkezi’nin Hasbihâl  konuğuydu. Konuşması boyunca, ressamın eserlerinden bazı örnekleri sergileyen Turgut, dinleyicileri hatıraların Üsküdar’ında bir gezintiye çıkardı. Resimlerdeki mutena köşelerin bugünkü hallerine dair fotoğrafların da yer aldığı sunum, kendi varlık tasavvurundan nişaneler taşıyan sanatçının Üsküdar’ıyla, geçen zamanın süfli gayelerle yoksullaştırdığı şimdinin Üsküdar’ını kıyaslamak bakımından ufuk açıcı, ancak bir o kadar da yürek burkucuydu. Turgut’un açıklamaları, bir şehrin eserlere yansıyan tarihi kadar, eserlerin mimarının kişisel tarihini göstermesi dolayısıyla da dikkate şayandı.  Öğrencileri ve arkadaşları tarafından çok sevildiği için “Hoca” lakabıyla birlikte anılan Hoca Ali Rıza (1858-1930) karakalem, suluboya, yağlı boya gibi birçok tarzda yaklaşık beş bin İstanbul peyzajı betimleyen bir resim ermişi. Doğup büyüdüğü Üsküdar; Kız Kulesi, Karacaahmet Mezarlığı, dar sokakları, ahşap evleri, koru ve mahalleleriyle peyzajlarının konusu. Bu nedenle Gebze, Acıbadem, Beykoz, Boğaziçi, Çamlıca… ressamın yaşantısında önemli yer tutan çevreler. Çok sevdiği fıstık ve çınar ağaçları, tabiatla ünsiyetini her daim korumuş bu ermişin eserlerinde bol miktarda göreceğimiz unsurlar arasında.Daha ziyade manzara ressamı olmakla birlikte, insan figürlerini ve objeleri resmetmesiyle de tanınan sanatçı, dönemin kahvehanelerini ve buralardaki eşyaları resmederek, kahvehane kültürünü geçmişten bugüne taşıyan sayılı kişilerden biri. Bugün kırık dökük halleriyle kim bilir hangi antikacının yarı karanlık dükkânında günyüzüne çıkarılmayı bekleyen kahve fincanları, tabaklar, zarflar, nargileler, cezveler, kahve ve şeker kutuları… bu resimlerdeki gösterişli halleriyle, zamanın kıyı köşesinde değil merkezinde yer aldıkları bir anı ve o anın içindeki yaşantı parçacıklarını belgeliyor.Söz kahvehanelerden açılmışken Muallim Naci, Musahipzade Celal, Mehmet Akif gibi dönemin önemli simalarını buluşturan ve bir nevi sanatkârlar kulübü olan Çiçekçi Kahvehanesi de, Hocanın hem sohbetlerine iştirak ettiği hem de resmettiği mekânlar arasında yer alıyor.Sigara kâğıtlarının arkasını kullanacak derecede en ufak bir kâğıdı dahi resim çizerek değerlendiren bu resim tutkunu, gördüklerini kaydettiği elliye yakın cep defteri ve tuttuğu notlarla aynı zamanda dönemin kaybolan kültürel değerlerini ve bu değerler etrafında neşvünema bulan gündelik yaşamı günümüze aktaran bir belgeleme ressamı. Yazık ki bu özelliği 1914’lü yılların eski-yeni tartışmalarında, yurtdışında eğitim almayışı da bahane edilerek çalışmalarının ‘eski’ tarz bulunmasına yol açmış; kimileyin eserleri sergilerin dış duvarlarını süslemek zorunda kalmış. Halbuki şahsi hayat öykülerinin, tecrübelerin geçmişi nasıl biçimlendirdiğinden hareketle, yazılı belgelerde göremeyeceğimiz ayrıntıları ve arşivlere girmeyen yaşantı kesitlerini göstermesi bakımından eşsiz bir kaynak işlevi gören yerel tarih çalışmalarının yaygınlık kazandığı günümüzde, Hocanın titiz ve belgeci kişiliği ayrı bir ehemmiyet arz ediyor.Küçük ebatlarda çalışmanın sağladığı olanakla binlerce resim çizen ressamın, Milli Kütüphane’de dört yüz civarında yapıtı yer alıyor; diğerleri geniş bir alana dağılmış durumda.Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyit Bey gibi hocalardan ders alan ve Fausto Zonaro’yla yakın dostluğu bulunan sanatçının, 47 yıllık eğitimcilik hayatı boyunca, yetiştirdiği bir çok öğrenci arasında kendileri de bir okul olan önemli isimler mevcut: Süheyl Ünver, Pertev Boratav, Sami Yetik, Sermet Muhtar Alus…Dindar bir yaradılışta olan ve ziyaret ettiği yerler arasında cenaze namazının kılındığı Nasuhi Dergâhı ve Mevlevihanelerin bulunduğu Hoca Ali Rıza, ressamlığı dışında bir çok vasfı haiz bir kişilik: Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin üç yıllık başkanı, Eski Silahlar Müzesi’de kıyafet albümü hazırlayıcısı, porselen fabrikasında porselen tasarımcısı, kaymakam, Harbiye Okulu mezunu bir yaver…Meydanlar yerine mahalle aralarını, zengin konaklar yerine mütevazı evleri tercih eden ressamın, öğrencisi Süheyl Ünver’e nasihati onun ruh zenginliğini göstermesi bakımından fazla söze hacet bırakmıyor: “En ufak bir kağıdı bile atma. Hoşa giden her şeyi kaydet. Memleketimizin millî abide değerlerini tespit et. Dostlara ağırlık verme ve onları sık sık taciz etme. Fakirlere acı, bize hürmet eden zavallıların gönüllerini şad et. Onların yardımına koş. Derviş olmayarak derviş meşrebi ol. Daima faydalı şeylerle meşgul olarak çalış. Güzel sözlerle ruhunu incelt. Güzel resimli defterler doldur. Küçükleri sevindir. Her türlü mahluka acı. Örnek bir vatanperver ol.” 


[1] Allah mübarek etsin, ebedî cennet gibidir Üsküdar / Ki yaşlı ve genç gönüllere safa verir Üsküdar /  Her kişi cana can katan havasını över / Hasılı zamanın evlatlarınca övülmüştür Üsküdar

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir