Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri

Paylaş:

Medeniyet Araştırmaları Merkezi Türk Düşüncesi Tartışmaları’nın Mayıs ayındaki misafiri Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı’ydı. “Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri” başlıklı oturum sıcak bir sohbet ortamında geçti. Kurtuluş Kayalı günümüzde Türk düşüncesinin yaşadığı eksen kaymasını, bunalımlarını ve bilginin tarih ve toplumla irtibat noktalarının kaybının sorunlarını tartıştı. Son kırk sene zarfında Türk düşünce adamlarının tartıştığı konular birbirleriyle eklemlenecekleri, fikrî mafsallarla birbirlerine bağlanacakları yerde, neredeyse her düşünce adamının tarihi kendisiyle başlatma gibi bir eğilim içinde olması, günümüzde bir Türk düşüncesi gündemi niçin yok(?!) sorusunun cevabıdır muhtemelen. 1960’larda iktisadî kalkınma odaklı tartışmaların heyecanlı günleri 1970’lerde yerini siyasetin dönüştürülmesi kaygılarına devretmişti. Bu iki on yıl boyunca Türk düşünürleri Türk toplumunun ihtiyacı olan bir atılımın imkânlarını değişik tartışmalar vesilesiyle gündemlerine getirdiler. 1966 yılında Hilmi Ziya Ülken Türkiye’de özgün bir düşüncenin oluşması gereğinden bahsederken bundan yaklaşık on yıl sonra Toplum ve Bilim dergisi kurucuları, derginin amacını özgün düşünceye geçiş olarak tanımlamışlardı. Benzer şekilde İdris Küçükömer, Sencer Divitçioğlu, Mümtaz Turhan gibi mütefekkirler düşünce emeklerini bu özgünlüğün ortaya çıkarılması sorununa hasrettiler. Türk düşünce adamlarının “ortak derdi” yeni kurulan Cumhuriyete ihtiyacı olduğu düşünce zenginliğini kazandırmaktı. Kayalı’nın deyişiyle, bu düşünürlerin derdi “bu topraklardı”. Kayalı, bugün Türkiye’de düşünce üreten insanların şu soruları sorması gerektiğini söyledi: Bernard Lewis’in Modern Türkiye’nin Doğuşu kitabı yazıldıktan kısa bir süre sonra resmî bir kurumca çevrilmesine rağmen, Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabına neden böyle bir talip çıkmadı ve yazar eserini kendisi çevirmek zorunda bırakıldı? Berkes’in oryantalistliğinden dem vuranlar bu sorgulamayı Lewis’e neden yöneltememektedirler? Halide Edib, bir dönem Amerikan mandacılığına meyleden, sonraları liberal düşünceyle ilgilenen karmaşık bir aydın iken, neden bazı kesimlerce özellikle Ateşten Gömlek romanı ile rejim karşıtı, şimdilerde ise sadece feminist düşünceleriyle ele alınmaktadır? Neden Türkiye’de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri’nin yazarı Halide Edib’in bu yönü konu edilmemektedir? Bu durumda, “Hangi Halide Edib?” sorusu zorunlu bir soru haline gelmektedir. Benzer şekilde 1980 sonrasında Türk aydınlarının birçoğu tarihsel süreklilik sorununu Erik Jan Zürcher, Feroz Ahmed gibi nitelikli tarihçiler üzerinden okurken, 1950 sonrası bu konuyla ilgili yerli literatürü neden atlamaktadırlar? 1980 öncesi, misyonu sadece çeviri metinler basmak olan bir yayınevi tahayyül dahi edilemezken, 1980’den hemen sonra neredeyse hiç yerli metin basmayan yayınevleri nasıl oluştu? Özgün düşünce arayışı yirmi yıl gibi bir sürede nasıl rafa kalktı ve yerine fikrî ithal ikame düşüncesi geçti? Hilmi Ziya, Mümtaz Turhan, Ahmet Hamdi Tanpınar, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Erol Güngör, Kemal Tahir, Ziya Gökalp, Doğan Avcıoğlu gibi isimler, niçin sistematik incelemelere konu kılınacak şekilde okunmamaktadır?  Kurtuluş Kayalı’nın gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken bu soruları şunu göstermektedir: Türkiye’de düşünce üreten insanların, içinden çıktıkları topluma ve coğrafyaya bu kadar yabancılaşması herhangi bir sorun değildir. Bugün için bu sorular esasen Türk Düşüncesi için yakıcı bir hal almıştır. Kayalı, Türk düşüncesinin kendi üzerine düşünme ameliyesini kaybetmesi mevzusunun herhangi bir mevzu olmadığını, bunun artık “Türkiye’ye özgü bir düşünce var mıdır?” gibi kritik bir eşiğe gelen bir hal aldığını ısrarla vurguladı. Kendi sorunlarımızı çözecek bir düşünce birikiminin gittikçe azalması iki şey anlatmaktadır: İlkin, kozmopolit bir imparatorluktan yeni bir devlet çıkaran bir toplumun heyecan ve umutlarının sönmesi ve nostaljik iyimserlikle dramatik bir tarihsel şimdiki zamanın çelişkisini yaşamasıdır. İkinci olarak, bana ne oldu ve ben kimim gibi soruları soracak bir donanımı kaybetmesidir. Kayalı’ya göre, bugün “memleketi tanımak” derdi kalmamıştır ve esas sorun da bu derdin ortadan kalkmasıdır. Kurtuluş Kayalı’nın “memleketi tanımak” derdini samimiyetle paylaşmak ve buna herkesin kendi dili içinde ortak olmak, şüphe yok ki bu dert sahipleri için kendi toplumuna samimî bir katkı sağlayacaktır. Tanpınar Beş Şehir’de şöyle demektedir: “Gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. Fakat yol uzadıkça ayrıldığımız âlem, bizi her günden biraz daha meşgul ediyor. Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetin de asıl mana ve hüviyetini, çekirdeğini tarihîlik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganamaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz.”

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir